AKP heyetinin HDP’yi ziyaretiyle ilgili videoyu şaşkınlıkla izledim.
Herkes gülüyor.
Herkesin gülmesine sanırım herkes de benim gibi şaşırıyor.
Kendi kendime ilk önce “aman canım sen de, diye söylendim, sonuçta olan biten bir parlamenter nezaket gülüşmesi”…
Sonra bu düşüncemi, hep deniyor ya, “masaya yatırdım”. Şebnem Hoca hapiste olmasaydı, “masaya yatırılan” düşüncemin otopsisini yapardı. Sonuçta “parlamenter nezaket” virüsünün benim düşüncemin vefat etmesinde en büyük etken olduğu sonucuna varırdı. Bana dönüp derdi ki, “eğer bu gülüşmeleri ‘parlamenter nezaket’ diye yorumluyorsan, sen ilk katılacağın cenaze töreninde merhumun yakınlarına ‘başınız sağ olsun’ diyeceğine, yüzünde büyük bir sırıtmayla ‘gözünüz aydın’ demelisin.”
Zindandan gelen bu uyarıyla gülüşmelerin sebebi olarak “parlamenter nezaket mecburiyeti” düşüncemden vazgeçtim.
Vazgeçtim ama, üç HDP’li kardeşimin yüzündeki gülücükler yine de gözüme batmaya devam etti. Öyle ya, karşılarında HDP’yi kapatmaya kalkışan, onu PKK’nin uzantısıdır diye teröristlikle suçlayan, bu partinin Selahattin ve Figen başkanlarıyla, nice vekilini ve belediye eşbaşkanlarını, on bine yakın üyesini hapse tıkan bir iktidarın temsilcileri var. Bir masanın iki tarafında karşılıklı gülerek oturuyorlar.
Huzursuz bir uykuya daldım. Tuhaf bir rüya gördüm. Gazeteci olarak İmralı’daymışım. Masanın bir tarafında Öcalan, karşısında MİT Başkanı Fidan… Öcalan’ın yüzünde muzip bir gülümseme. Fidan’ın suratından düşen bin parça. Foto muhabiriymişim. “Sayın Fidan yanlış anlaşılacak siz de biraz tebessüm etseniz” diyormuşum. Fidan toparlanıp gülümsüyormuş.
Uyanır uyanmaz, mahalledeki “rüya tabircisi” Remziye teyzeye koşturdum. Anlattım. “Evladım dedi, Öcalan hapiste değil mi?” “Evet” dedim. “Eee, bu iki kişi ne konuşuyorlar?” diye sordu. “Kürt meselesinin çözümünü” diye yanıtladım. “Karşısındaki adam bu memleketin casusluk, casusluğa karşı koyma teşkilatını yönetiyor değil mi?” Başımı “evet” kabilinden salladım. Remziye teyze devamla: “Ne istiyor hapistekinden?” Sorduğu soruyu kendisi yanıtladı. “PKK’nin silahlı eylemlerini durdurmasını”… Biraz durdu. Ve başladı kahkahalarla gülmeye. Neye uğradığımı şaşırdım. “Bunda gülecek ne var Remziye teyze” dedim. “Öcalan’ın bu adama kahkahalarla gülmemek için kendini zor tuttuğunu düşündüm de gülmem geldi” dedi. Sonra ekledi: “Yıllardır hapis yatan bir hükümlü, almış devleti karşısına, devlet ondan yardım istiyor, o da bu tuhaflığa gülüyor, usta bir diplomat olduğu belli, yoksa kahkahalarla gülerdi….”
Aklım başıma geldi. Hemen eve koştum. Karşılıklı gülüşmelerin klibini yeniden izledim.
Öyle. Rüyamı yorumlayan Remziye teyzenin dediğinin tıpkısı.
AKP’nin üç adamının yerine kendimi koydum. Karşımda tutuklamak, hapse atmak, hatta kurşuna dizmek istediğim iki kadın, bir erkek HDP’li oturmuş. Bana bakıp kıs kıs gülmekteler. “Dolmabahçe’de de karşılıklı oturmuştuk, tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanıdır” diyorlarmış gibisinden suratıma baka baka gülmelerine tepem atsa da ben de sırıtmak zorunda kalırdım. Vaktiyle işkembeci vitrinlerinde sergilenen, ağzına bir demet maydanoz tıkılmış pişmiş kelle gibi.
Bu empati seansından sonra, kendi kendime kızdım. HDP’li kardeşlerime neredeyse büyük bir haksızlık yapacaktım. Ortalık kan gövdeyi götürürken, Erdoğan yeniden seçim kazanmak için akla hayale gelmedik tertipler peşindeyken, hapishaneler tıklım tıklım doluyken, AKP heyetini “gülücüklerle” karşılayan ve hepsi de tutuklanmayı göze almış vekillerimizi yerden yere vurmak üzere bir yazıyı kaleme alacaktım. Oysa manzara gerçekten gülünesiydi. Erdoğan adamlarını HDP’liler karşısında tükürdüğünü yalayanın içine düştüğü durumda bırakmış, HDP’lilerin müstehzi bakışları karşısında gülünecek hale sokmuştu.
Gülmek insana mahsus. Vaktiyle ailecek “konuşan katır” isimli Fernandel’in başrolde olduğu bir komedi filmine gitmiştik. Katır konuşuyor, fakat hiç gülmüyordu. Ama biz o konuştukça altımıza edercesine kahkahalarla gülüyorduk. Anneme, “Anne bu katır konuşuyor, ama neden gülmüyor?” diye sordum. “Evladım gülmek insana mahsustur” dedi.
Zamanla gülmenin insana ait birçok çeşidi olduğunu öğrendim. Her gülüşün bir anlamı var. Mesela keyiften güldüğümüz gibi, bazan acı acı da güleriz. En çok da öyle bir zamanda güleriz ki, buna “güleriz ağlanacak halimize” denir. Sanırım gazetemizde bir ara yalnızca delilerin ortada gülünecek bir şey olmadığı halde kahkahalarla gülebildiğini yazmıştım. Aklını yitirmeyen bir insan, kendi kendine, aklından geçen bir şeye güler, ama sokakta kahkahalarla gülemez.
AKP’liler HDP’yi “türban ve aileyle ilgili anayasa referandumuna” evet demek üzere kandırmak için gülücükler saçarken, HDP’liler de “anlatın anlatın heyecanlı oluyor” diyerek gülüyor. Hadise bu.
Böylece gülme hakkındaki koleksiyonuma AKP’li adamların ıkına sıkına HDP’nin kapısını tıklattığı kliple birlikte iki “gülüş” daha eklendi.
Birisi tilki kurnazlığı gülüşü.
Diğeri tilkiye “tekrar hoş geldin” gülüşü…
Bu yazıyı Şebnem Hoca’nın otopsi raporu ve Remziye teyzenin rüya yorumu sayesinde yazdım. Onlar olmasaydı kimbilir neler yazardım…