Ekonominin gündemi bugünlerde son derece yoğun. Temmuz ayı cari hesap dengesi (+) 1,158 milyar dolar oldu (1). Yani ekonomi 1,2 milyar dolara yakın bir cari fazla verdi. Yıllıkta bu fazla 4,4 milyar dolara ulaştı. Bu gelişmede küçülen ekonominin ve bunun paralelinde iyice azalan ithalatın etkisi büyük.
Hükümet faizde bir adım daha attı ve politika faizini yüzde 3, 25 puan daha düşürdü (2). Böylece bir ayda toplamda faizde yüzde 7,50 puanlık bir indirim yapmış oldu. Bunun ardından TOKİ vadesinden önce borcunu kapatmak isteyen konut alıcılarına yüzde 22 oranında indirim yapacağını duyurdu (3). Doların kuru ise (iniş çıkışlara rağmen) 5,60 – 5,80 aralığında istikrarlı seyrediyor.
Son olarak Hükümet, 45 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Borçlanma Genel Müdürlüğü adı altında yeni bir genel müdürlük kurdu ve başına da piyasalardan (Hazine’den değil) birini genel müdür olarak oturttu.
Beklendiği gibi tüm bu gelişmeler Hazine ve Maliye Bakanı tarafından müjdeli haber tadında verildi. Bakan ayrıca enflasyonun tek haneye ineceğini de müjdeledi.
Ekim başında açıklanacak Eylül ayı enflasyon verisinin geçen yılın aynı ayına göre çok düşük çıkması bekleniyor. Bu da (baz etkisinden dolayı) yıllık enflasyonu yüzde 10’a kadar düşürebilir. Bu aynı zamanda döviz kurunun da neden yükselmediğini (hatta (10-20 kuruş bandında inip-çıktığını) kısmen açıklıyor. Enflasyon beklentisi düştüğünde dövize yönelim azalıyor. Bu da kuru düşürüyor.
Baz etkisiyle düşen enflasyon kuru baskılıyor ya sonra?
Ancak burada da atlanmaması gereken iki husus var. İlk olarak baz etkisi Eylül’den sonra ortadan kalktığında, böylece enflasyon tekrar yükseldiğinde döviz kuru de yükselecektir. İkinci olarak döviz kurunu baskılayan asıl faktör ekonomideki küçülme, ithalat ihtiyacının azalması gibi ekonominin yapısal dışa bağımlılık hali. Ekonomi tekrar büyümeye başladığında mekanizma tersinden işleyecek ve kur da yükselecektir. Keza bu yılın son çeyreğinde vadesi gelen dış borç ödemeleri de dövizi yükseltecektir.
Bu nedenle de Merkez Bankası 2019 yılsonu döviz kuru (ABD Doları/TL) beklentisi bir önceki anket döneminde 5,90 TL iken, bu anket döneminde 6,00 TL’ye yükseldi. 12 ay sonrası döviz kuru beklentisi ise aynı anket dönemlerinde sırasıyla 6,27 TL ve 6,35 TL olarak gerçekleşti (4).
Küresel finansal genişleme müjdesi (!)
Bu gelişmelere paralel olarak, AKP’nin bir kez daha küresel finansal genişlemeden yaralanarak birkaç yıl daha idare edebileceği, en azından ekonomik krizin hafifleyebileceği ve krizden çıkışın hızlanabileceği yönünde yorumlar yapılmaya başladı.
Tüm bunlar ne anlama geliyor? 17 yıllık siyasal iktidar bir kez daha uluslararası ekonomik konjonktürdeki olumlu (!) gelişmeler sayesinde inişini durdurabilecek, kendinden kopmalara son vererek dağılmasını önleyebilecek mi? Umutlarını ekonomik krize bağlamış bazı çevrelerin hevesi bir kez daha kursağında mı kalacak? Bu ve benzeri sorular muhtemelen siyaset ve ekonomi ile ilgilenenlerin aklındaki sorular bugünlerde. Bu nedenle de yanıtlanmaları gerekiyor.
Kriz tek başına olumlu yönde politik değişimi sağlamaya yetmez
Öncelikle hiçbir ekonomik krizin, örgütlü, bilinçli bir toplumsal muhalefet ve bu muhalefetin güçlü bir işçi sınıfı hareketiyle desteklenmiş demokratik mücadelesi olmadığı sürece, tek başına bir siyasal iktidarı yerinden etmeye gücünün yetmeyeceğinin altını çizmek gerekiyor. Bu yüzden de değişimin tek başına ekonomik krize bel bağlanarak gerçekleşeceğini ileri sürmek tam anlamıyla politik bir körlüktür.
Diğer yandan uluslararası ekonomik konjonktürün mevcut iktidardan yana olduğunu söylemek (en hafif söylemle) için de çok erken. Buna rağmen bu yönde değerlendirmeler yapılıyor.
Bu değerlendirmeleri yapanlar gerekçe olarak; dünyadaki faiz oranlarının çok düşük düzeyde olmasını, FED başta olmak üzere büyük ülke merkez bankalarının faiz oranlarını düşürmelerini ve trilyonlarca dolarlık negatif faizli devlet tahvillerinin varlığını öne sürüyorlar.
Önce FED, şimdi ECB
Bu görüşlerin sahipleri küresel faiz oranları ile ilgili söylediklerinde haksız değiller. Dahası FED ’in ardından dün Avrupa Merkez Bankası’nın da (ECB) faiz oranlarını düşüreceğini ve yeni bir ‘miktarsal kolaylaştırma’ programını hayata geçireceğini açıklaması paranın bollaşacağının işareti.
The Economist’in haberine göre (5), daha önce 2020 yılının ortasına kadar faizleri yükseltmeyeceğini açıklayan ECB, bu sefer faizleri düşürmenin yanı sıra, bankalara verilecek borcun koşullarının da iyileştirileceğini, vadeyi 2 yıldan 3 yıla çıkartacağını ve Kasım ayından itibaren piyasadan ayda 20 milyar avroluk tahvil satın alacağını (böylece piyasaya para sürüleceğini) açıkladı.
Kısaca görünen o ki, küresel çapta para bollaşacak. Beklenti ise bu bol paranın (Merkez Ekonomilerdeki faiz oranları çok düşük ya da negatif olduğundan) doğallıkla faiz oranlarının, dolayısıyla da paranın getirisinin daha yüksek olduğu ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelere akmaya başlaması. Çünkü bu ülkelerdeki faiz getirisi Merkez Ekonomilerdekindekiyle kıyaslanamayacak kadar yüksek (6).
Bu tarihsel bir gerçeklikle tam örtüşüyor: Emperyalist sömürünün tarihsel olarak en belirgin ve en acımasız biçimlerinden biri az gelişmiş ülkelere verdiği yüksek faizli borçlar.
Ancak bu parasal bollaşma nereye kadar sürer ve daha önemlisi sadece faiz getirisi yüksek olduğu için bu paranın en azından bir miktarı Türkiye’ye yönelir mi?
Bu ancak diğer koşullar sabitken ya da kötüleşmemişken (ceteris paribus) belki mümkün olabilir. Oysa diğer koşullar sabit olmadığı gibi, bir hayli kötüleştiler. Küresel finansal yatırımcı risk iştahı artıyor ama bu iştah yatırımcının ülke risklerini önemsemediği anlamına gelmez.
Parasal bollaşmanın nedeni?
Bu soruya tekrar geleceğiz ama onun kadar önemli bir diğer soruyu öncelikli olarak ele alalım: Merkez Ekonomilerdeki faiz indirimleri bu ülkelerin ekonomilerinin ve genel olarak küresel ekonominin yeterince toparlandığı ve daha iyi bir durumda olduğu için mi yapılıyor?
Yani küresel Merkez Bankalarının yetkilileri ve bu kurumların ardındaki güç olan finans kapitalin sözcüleri bir araya gelip şöyle bir değerlendirme mi yaptılar: “Ekonomilerimiz yeterince büyüyor, bizler de yeterince kazanıyoruz. Artık yüksek faizle azgelişmiş ülkeleri daha fazla bunaltmayalım, gelişmelerini önlemeyelim, yeni bir finansal krizi tetiklemekten kaçınalım”. Böyle bir vicdan muhasebesi nedeniyle mi faizleri düşürüyorlar ve parayı bollaştırıyorlar?
Bu soruya verilecek yanıtlar safça olmamalı. Çünkü kapitalist dünyanın yöneticilerinin böyle düşünmediklerini, düşünemeyeceklerini hem teoriden, hem de yaşayarak öğrendik. O halde bilimsel analizlerle ve teorilerle bunun nedenlerini açıklamak gerekiyor.
Yeni bir resesyon bekleniyor
Hem ABD ve AB gibi Merkez Ekonomilerin, hem de dünyanın genel olarak yeni bir resesyon riskiyle karşı karşıya olduğunu, faizlerin indirilerek sağlanacak bir parasal genişlemeyle bu resesyondan kaçınılmaya çalışıldığını görebiliyoruz. Bir süredir bir çok iktisatçı gibi ben de bu resesyon olasılığı üzerine yazıyorum (7).
Yani tıpkı 2001 yılından itibaren ABD’de yaklaşan resesyonu öngörerek, onu ötelemek için faiz oranlarının üçte iki oranında düşürülmesi (hatta reel faizlerin 2002-2005 döneminde negatif olması), böylece finansal genişlemeye gidilmesi gibi bir durumla (8) karşı karşıyayız. Ama bu kez durum biraz daha ciddi olabilir zira hem ticaret savaşları sürüyor, hem artan gelir ve servet adaletsizliği nedeniyle belli merkezlerde öbeklenen ciddi bir tasarruf fazlası ver, hem de dünya hiç olmadığı kadar borçlu.
Reel ekonomide kârlılığını koruyamayan kapitalizm bunu finansallaşma yoluyla, yani finansal balonlar şişirerek yapıyor. ABD’de de bu yapıldı. Balon uzun vadeli konut kredisi sektöründe şişirildi. Ama hatırlayalım bu balon 2007 yazında patladı ve 1929 Büyük Depresyonunun ardından kapitalizmin gördüğü en derin kriz yaşandı ve bu Uzun Depresyon (9) yıllarca sürdü.
Düşük faizler, negatif faizli trilyonlarca dolarlık tahvil gibi olgular, kökleri 1980’lere (özellikle de 2000’li yıllara) kadar giden böyle bir finansallaşma olgusu ile bağlantılı.
Yapısal faktörler
Britanya Merkez Bankası’ndan iki iktisatçı (10) faizlerdeki düşüşleri; demografik faktörlere, artan küresel çaptaki eşitsizliklere, yükselen ekonomilerdeki ihtiyatlı tasarruflardan kaynaklanan tasarruf fazlasına, yatırım harcamalarının ve kamusal harcamaların azalmasına bağlıyor ve bu yapısal faktörlerin büyük bir kısmının devam edeceğini ileri sürüyor.
- Rachel ve L.Summers ise gelişmiş ekonomilerdeki düşük faizleri kalıcı durgunluğa bağlıyorlar. Mevcut düşük faiz oranlarının yüksek kamu borç düzeyini yansıttığını, aslında sadece özel sektör borcu söz konusu olsaydı bu oranların çok daha düşük olacağını ileri sürüyorlar (11).
Bank of International Settlements (BIS) ise (12), tarihsel olarak en düşük düzeydeki uzun vadeli faiz oranlarının bankaların kârlarını düşürdüğünü, böylece üretken bir ekonomi için gerekli olan sermaye birikiminin yavaşladığını ileri sürüyor. Finansal koşulların daha da gevşetilmesi kısa vadede büyümeyi hızlandırsa da bunun hassasiyetleri artıracağının, kaynak etkinliğini ve verimliliği olumsuz etkileyeceğinin ve nihayetinde artık para politikalarının sürdürülebilir bir büyümenin motoru olmaktan çıkacağının altını çiziyor.
Yani faiz oranlarındaki bu düşüklük, sadece Merkez Bankalarının küresel yavaş büyümeye verdiği tepkiden değil, temel başka faktörlerden dolayı da ortaya çıkıyor.
Kârlılığın düştüğü, küresel borç stoklarının arttığı, dış ticaretin yavaşladığı, küresel eşitsizliklerin, işsizlik ve yoksulluğun arttığı, verimlilik artışının yavaşladığı bir dönemde tek başına parasal bollaşma küresel ekonomide bir iyileşme belirtisi olamaz. Olsa olsa bu sorunların neden olacağı bir küresel resesyonu öteleme çabasıdır.
Kısaca bu parasal bollaşma küresel kapitalizmin rahat bir döneme girmesinin değil, yeni bir daralma dönemine girmesinin bir sonucu. Sürdürülebilir bir şey değil. Yakın tarihte bunun örnekleri mevcut. Bu nedenle de bu bollaşma üzerinden az gelişmiş ekonomilerin yeni kaynak sağlama hayalleri suya düşebilir.
…devam edecek: Delikli kova dolar mı?
Dip notlar:
- TCMB, Ödemeler Dengesi Gelişmeleri, Temmuz 2019.
- TCMB, Faiz Oranlarına İlişkin Basın Duyurusu (2019/36, 12 Eylül 2019).
- “TOKİ’den ikinci indirim kampanyası”, http://www.hurriyet.com.tr (13 Eylül 2019).
- TCMB, Beklenti Anketi İstatistikleri, Eylül 2019, s. 5 (14 Eylül 2019).
- “The ECB cuts interest rates and restarts quantitative easing”, https://www.economist.com (2 September 2019).
- Wolf Richter, “Financial World Gone Nuts: $15 Trillion Negative Yielding Debt”, https://wolfstreet.com (6 August 2019).
- Mustafa Durmuş, “Dünya ekonomisi yeni bir resesyona giriyor”, http://sendika63.org (28 Ağustos 2019).
- Mustafa Durmuş, Kapitalizmin Krizi, 4. Baskı, Gazi Kitabevi, 2013, s. 135.
- Michael Roberts, The Long Depression, Haymarket Books, 2016, s.113-130.
- Lukasz Rachel and Thomas D Smith, “Secular drivers of the global real interest rate”, Bank of England Staff Working Paper No. 571 (December 2015).
- Łukasz Rachel and Lawrence H. Summers, “On Falling Neutral Real Rates, Fiscal Policy, and the Risk of Secular Stagnation”, BPEA Conference Drafts, March 7–8, 2019 , https://www.brookings.edu (14 Eylül 2019).
- Augustin Carstens, “Time to ignite all engines”, BIS, Press Release, https://www.bis.org/events (30 June 2019).