Zafer Yörük
Soysuzlar Çetesi filminin ana karakteri ne Brad Pitt’in canlandırdığı karakter ne de çetenin başka bir elemanıdır; anlatılan aslında anti-kahraman ya da ‘baş kötü adam’ Hans Landa’nın hikayesidir. Filmin yaratıcısı Quentin Tarantino Landa için, ‘yazdığım en büyük ve en zor karakter’ diyor. Yüksek rütbeli bir SS subayı olan Landa, amansız bir ‘Yahudi avcısı’dır. Kendi iddiasına göre, kimin Yahudi olduğunu koklayarak anlar. Naziler yalnızca Almanya’da ve kendi arka bahçeleri olarak düşündükleri Avusturya ve Polonya’da değil, yayıldıkları bütün ülkelerde Yahudi avı başlatmışlardı. Avrupa coğrafyası boyunca Almanya’nın işgal ettiği ya da etkisinin ulaştığı hiçbir şehir, kasaba ya da köy bir Yahudi için güvenli değildi. Kendini saklamaya çalışanlar yakalanıp öldürülüyor, sağ kalanlar toplama kamplarına gönderiliyor, saklayanlar ise çeşitli biçimlerde cezalandırılıyordu. Nazi zulmünün hedefi olmak için Yahudi doğmuş olmaktan başka bir nedene gerek yoktu. Filmde Landa, Fransa’yı ‘temizlemekle’ görevlendirilmiş faşisti canlandırıyor. Adeta bir sanat icra eder gibi sürekli Yahudi avlıyor.
Medeniyet timsali Avrupa ülkeleri birbiri ardına Nazi kontrolüne geçtikçe bürokrasilerin en üst kademelerinden kenar mahalle topluluklarına kadar nasıl hızla çözülüp otoriteye boyun eğdikleri hayret ve şok içinde izlendi. Yakın tarih yazıcıları, demokrasi ve uygarlığın göbeğinde milyonlarca insanın, kendi güvenlikleri ve korumakla yükümlü hissettikleri bireysel çıkarları uğruna dostlarını, komşularını, meslektaşlarını vb. nasıl feda ettiklerine, İkinci Dünya Savaşı yılları boyunca dehşetle tanık oldu. Milyonlarca insanın sırf Yahudi olmaları nedeniyle benzersiz bir zulüm ve toplu cinayet furyasının kurbanı olmalarından faşizmin kendisi kadar olmamakla birlikte bu kolektif teslimiyet mantalitesi de kuşkusuz sorumluydu. Bu vicdani yükün ağırlığını kuşaklar boyunca taşımaya mahkûm Avrupa halkları, ‘bir daha asla’ şiarıyla o suçun tekrarını engelleyici kurumlar ve mekanizmalar oluşturarak geleceğe taşıma çabası içinde ilerlediler. Soysuzlar Çetesi, bu vicdani hesaplaşma içinde gerçekleşen yoğun ve yaygın sanatsal-kültürel üretimin binlerce ürününden yalnızca biri.
Landa misali Nazilerin şiddetine hedef olmak için Avrupa’nın hangi köşesinde olursanız olun Yahudi olmanız yeterli bir sebepti. Çünkü Nazilerin eli-kolu bir şekilde içinde bulunduğunuz ülkeye ulaşabiliyordu. Öncelikle listeler oluşturuluyor ve kayıtlı isimlerin Alman otoritelerine teslimi talep ediliyordu. Daha sonra da av başlıyordu.
Kendi kontrolündeki basına göre Erdoğan yönetimi, NATO zirvesinden büyük bir zafer kazanarak döndü. Bu başarının başlıca kanıtı, İsveç ve Finlandiya ile imzalanan ortak deklarasyon. Bu anlaşmanın gereği olarak da hemen ‘terörist’ listeleri oluşturuldu ve ilgili ülke otoritelerine teslim edildi. Muzaffer reis, ‘üç-dört tanesini hemen gönderdiler ama biz hepsini istiyoruz’ beyanında bulunuyor. Basın ve medya bunu alkışlıyor. Finlandiya ve İsveç makamları, ‘Erdoğan’a boyun eğmedik’ ya da ‘Rojava’ya yardımlarımız sürecek’ gibi ilk beyanlarından hemen sonra çark ederek ‘Türkiye’nin taleplerini yerine getireceğiz’ mealinde ifadelerde bulunuyorlar. Özellikle İsveç istihbaratının kendilerinin de varlığından memnun olmadığı Kürt siyasetçiler listesi oluşturduğu, bunların Türkiye’ye iadesine kurum olarak sıcak baktığı yolunda bilgiler geliyor. Bunlardan cesaret alan Bekir Bozdağ, ‘yeni listeler hazırlayacağız’ diye haykırıyor. Erdoğan da tekrarlıyor: ‘Eğer istediğimiz isimleri iade etmezlerse Türkiye parlamentosu Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerini onaylamayacak.’
Muhalif milliyetçi ‘sol’ ise Erdoğan’ın somut sonuçlar alamadığı, ‘teröristlerin’ iadesinin iç hukuk koşullarına bağlandığı, Suriye Kürtlerine desteğin kesilmesi yolunda yeterli kararların alınamadığı eleştirisinde bulunuyorlar. Ayrıca Almanya, Hollanda ve İngiltere gibi Avrupa’nın geri kalan ülkelerinde söz konusu ülkelerde olduğundan çok daha fazla Kürt yaşadığı için bu ülkelere de liste gönderilmedikçe ‘terörist tehdidin’ yok olmayacağını vurguluyorlar. Türkçe meali: Erdoğan yeterince Hans Landa olamıyor.
Aslında Erdoğan’ın pragmatizmi ile Landa’nın oportünizmi oldukça benzeşiyor. Erdoğan, muhalif çevrelerin sıkça değindiği üzere Rahip Brunson’dan Kaşıkçı meselesine kadar bir dizi meselede çark etme performansı sergiliyor; Landa ise lüks bir sözleşme karşılığında Amerikan gizli servisinin işbirlikçisi olarak Hitler’e suikast komplosunda rol oynayacak kadar dönebiliyor. Ama Landa olmak için dönüş kabiliyeti yeterli değil: Zalim, kibirli ve kaba olduğu kadar yeri geldiğinde kibar, medeni hatta karşı cinsi etkileyici olabiliyor. Bir de anadili Almanca yanında Fransızca, İngilizce ve İtalyanca dillerini kusursuz konuşabiliyor. Bu nitelikler göz önüne alındığında, benzerliklerin belli sınırları olduğu anlaşılıyor.
Nazilerin ‘Yahudi avı’ furyasından seksen küsur yıl sonra Avrupa’da ‘Kürt avı’ başlama ihtimali yüksek. Avrupa’nın hiçbir köşesi bir Kürt için artık güvenli olmayabilir. Bu ihtimalin gerçekleşmesi, liberal demokrasinin sefalet derecesi ve Avrupa değerlerinin sahtekârlık dozu ile doğrudan orantılıdır.
Landa’nın kaderini merak edenlere spoiler: Sonunda canını da kurtarıyor, servet sahibi de oluyor fakat soysuzlar çetesi tarafından alnına kazınmış olan gamalı haç nedeniyle hayatının geri kalanını alnını kimseye gösteremeden yaşamaya mahkûm oluyor. İnsanın alnına bir kez faşist yazılmaya görsün, ne kadar çark etse bir daha kâr etmiyor.