Bu hafta doğanın hakları bağlamında Türkiye’de doğaya verilen zarar ve buna karşı yapılan mücadele ile ilgili görüşlerimi anlatmak istiyorum. Esasında kapitalist modernitenin ulaştığı noktanın bir iflas noktası olduğunu göstermesi bakımından küresel iklim değişikliğini örnek olarak verebiliriz. Ne gariptir ki 2007 yılında Özgür Gündem gazetesine yazdığım bir yazıyı olduğu gibi aşağıda yer verdim. Aradan 16 yıl geçmesine rağmen çok fazla bir şey değişmediği anlaşılmaktadır:
Kapitalizm dünyanın sonunu getirecek!
Birleşmiş Milletler Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nde, küresel ısınma raporu açıklandı. Bu rapora göre özellikle fosil yakıtlarının meydana getirdiği gazların salınımı ile sera etkisi artacak ve dünya hızla iklim değişikliğine uğrayacak. Sonuç ise tam bir felaket olacaktır.
Kapitalist ekonominin dünyanın sonunu getireceği daha şimdiden bilimsel olarak ortaya konmuştur. Ancak, kapitalistlerin aşırı kâr ve iktidar hırsları öylesine büyüktür ki, dünya onların umurunda bile değildir. Niçin böyle yazdığımı ise iki somut olgudan bahsederek ortaya koyacağım. İlki, her yıl İsviçre’nin Davos kasabasında yapılan Dünya Ekonomik Forumu Vakfı toplantıları, diğeri ise Kyoto Protokolü.
Dünya Ekonomik Forumu Vakfı’nın yıllık ciroları bir milyar doların üzerinde olan kapitalist şirketler ve büyük burjuvalardan oluşan yaklaşık bin üyesi vardır. 1971 yılından beri her yıl yapılan bu toplantılarda amaç, tekellerin iş görüşmelerini yapması, siyasal ilişkilerini sürdürmesi, ekonomik-siyasal sorunlarla ilgili burjuvalar arası bir konsensüs yaratmaktır. Takip edebildiğim kadarı ile 90’lı yıllardan bu yana küresel ısınma-iklim değişikliği bu forumun gündemindedir. Ancak, dünyanın büyük tekellerinin iklim değişikliğini engellemek için sera gazı üreten üretim araçları ile ilgili hiçbir engelleyici veya kısıtlayıcı tedbirleri olmamıştır.
Nisan 1997’de, Japonya’nın Kyoto şehrinde düzenlenen konferansa katılan ülkeler, atmosfere karıştıklarında sera etkisi yaratan karbondioksit, metan, kloroflorokarbon, hidroflorokarbon, asitoksit gibi gazların emisyonunu (salınımı) engelleyecek ya da azaltacak koşulların altına imza atarak, 2012 yılına kadar bu gazların salınım oranını %5 azaltmayı hedeflemiştir. Ancak başka ABD, Çin ve Hindistan olmak üzere en çok gaz salınımı yapan ülkelerin BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmes’ini hala imzalamamış olması beklenen kısmi azaltmayı bile sağlayamamıştır.
BM’nin küresel ısınma raporunda, iklim değişiminin doğal nedenlerden dolayı değil, “insan etkilerinden” diğer bir deyişle “kapitalist üretimin etkilerinden” kaynaklı olduğu açığa kavuşmuş oldu. Bu yalın gerçeğe rağmen, ideolojik amaçlı olarak “insan etkisinden” bahsedilip, “kapitalist üretim biçiminden” bahsedilmemesi düşündürücüdür. Emek örgütleri bu ideolojik saldırıya karşı bir şey yapmayacak mı? Örneğin, Yatağan’da yaşayan insanlar kendi kendilerine mi asit yağdırıyor, zehirli gaz soluyorlar? Kapitalizmin yarattığı bireyci ve tüketici insan tipinin bu sorunun üstesinden gelmesi mümkün mü?
Dünyanın geldiği bu zor dönemde kapitalist üretim biçiminin sorgulanması, ekolojik dengeyi bozmayacak üretim ve yönetim biçimlerinin ortaya konması gerekmez mi? Tam da bu noktada ekolojik-demokratik toplumun ne kadar gerekli olduğu anlaşılmıyor mu?”
Dünyada BM iklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması olarak bilinen Kyoto Protokolu amaçlarına ulaşamadan 2015 yılında yeni bir sözleşme olarak Paris Sözleşmesi devreye girmiştir. Bu sözleşme halen dünyada 191 BM üyesi ülke tarafından onaylanmıştır. Sadece Eritre, İran, ırak, Libya ve Yemen tarafından onaylanmamıştır. ABD bu sözleşmeden 2020’de çekilmiş, iktidar değişikliği etkisi ile 2021 yılında tekrar dahil olmuştur.
BM genel sekreteri nihayet başarısızlığı itiraf etmiş ve küresel kaynama dönemine girdiğimizi açıklamıştır. Bu söz kapitalist modernitenin iflası değil de nedir?
Son birkaç ay içinde Türkiye’de yaşanan doğaya zarar veren uygulamalar ders çıkarılmadığını göstermektedir. Ormanların maden sahalarına sınırsız olarak açılması, orman yangınları, ani iklim olayları sonucu meydana gelen su basmaları, seller, toprak kaymaları gibi doğa olayları giderek artıyor. Türkiye depreme hazırlıksız olduğu gibi küresel iklim değişikliğine da hazır değil. Peki iktidar ne yapıyor? Bildiğimiz gibi resmi ideolojinin peşinden sürükleniyor! Diyeceksiniz her şeyi getirip resmi ideolojiye bağlıyorsun. Kafasında çağdışı bir rejim olanın ekolojik demokratik toplum için mücadele etmesi beklenemez. Otoriter rejimler insanın ve doğanın hakları konusunda duyarsızdırlar. O halde her fırsatta insan ve doğa hakları konusunu gündeme getirmeye ve eleştirmeye devam etmeliyiz.
Bitirirken, depreme ve küresel iklim değişikliğine kendimizi hazırlamalı, hiç değilse bireysel önlemlerimizi almalıyız.