TSK’nin Heftanin ve Başurê Kurdîstan’ın belli bölümüne müdahalesi bana hep Sovyetler’in Afganistan’daki halini hatırlatıyor. Yalçın kayalar, yüksek dağlar özüne yakışır sert bir savaşa sahne oldu. Rusya için stratejik bir noktaydı. Eğer Afganistan’ı geçebilirse denizlere inme şansı doğuyor. İran’a, Arap dünyasına, Hindistan’a yani ticaret ve petrol yollarının en kritik bölgelerine kavuşacaktı. Olabildiğince yüklendi. Özel güçlerini aktardı. Ülkede yapılması gereken birçok reformu ve düzenlemeyi ihmal etti. Bütçe ve kaynakları savaşa yönlendirildi. Ancak bu süper ülke, askeri teknolojisi, stratejik hamleleri, politik ve ekonomik gücüyle yüksek dağları, sarp kayalıkları ve sert direnişi aşamadı. Aşamadığı gibi çökmeye de başladı.
Benzerlik sadece askeri boyutla sınırlı değil. Sovyetler’de sistem sorunu vardı. Türkiye’de de var. Ekonomik sorun vardı, burada da var. Tek tip yönetim vardı, burada da var. Gorbaçov’un deyimiyle bütün kötülüklerin sebebi kapitalizm/emperyalizm sayılır, sistemdeki içsel sorunlar görülmezdi, Türkiye’de de her şeyin dış güçlere bağlandığı malumdur.
Bütün bu içsel ve dışsal sorunlar varken, bazı güçlerin de desteğini alarak her meydanda at koşturmanın da bir sonu olacaktır. Geçen haftaki makalemde değindiğim gibi Türkiye birçok cephede/meydanda birden savaşmayı göze almış durumda. Buna Azeri-Ermeni çatışmasına da lejyoner göndererek yeni bir cephe ekledi.
Fakat en önemlisi Heftanin cephesidir. Diğer cephelerin tümünde Osmanlı benzeri iki adım ileri bir adım geri tarzıyla yürümektedir. Bir saldırı hamlesi yapar, sonra diplomatik görüşmelerde yer almak için soğumaya alır, pozisyonunu meşrulaştırır, güç yığar, dengeler lehine olduğu anda yeni bir hamle başlatır. Hiçbirinde de sonuç almış değil. Fatura da kabarık.
Çünkü karşı tarafın da hamleleri var. Mesela Selahaddini Eyyubi bir Kürt-Arap ittifakının altın çağı idi. Rojava merkezli gelişen süreçte bu minvaldedir ve TR’nin siyasi blöflerini boşa çıkarmaktadır.
Kürtler aleyhine ne koparırsa karşılığında cepheyi tamamen terk etmeye hazır olduğu biliniyor. Ardındaki güçler ise bu zaafı kullanarak birçok cepheye sürmekte, ihtiyaç duydukları istikrarsızlığı yayma, kaos yaratma sürecinde koç başı olarak kullanmaktadırlar.
Yoksa, Türkiye’nin bu hamleleri yapma becerisi, olanakları ve şansı yoktur. Nasıl ki, Osmanlı’nın son dönemlerinde, ittihatçılar eliyle Almanya’ya, M. Kemal döneminde İngilizlere, Menderes dönemiyle birlikte ABD’ye yaslanarak varlığını sürdürdü ise şimdi ABD’nin hamiliğinde ve Rusya’yla koltuk teması kurarak yayılmak istiyor. Ama gittiği tüm cephelerde özünde tek isteği var. Dilenircesine Kürtlerin statüsüz kalması için olanak, imkân, para, silah ve imtiyaz.
Dolayısıyla Türk devleti için tek cephe vardır. O da Kürt coğrafyası ve toplumudur. Geçen yıl Xakurke bu yıl ise Heftanin’de kalıcılaşmak, Güney Kürdistan’ın içlerine kadar hakim olmak, hatta mümkünse Kandil ve Kerkük’e kadar gitmek istemektedir. Bu niyetlerini gizlemedikleri gibi, şimdiden sivil ayağını, ajan ve muhbir organizasyonunu, paramiliter örgütlemesini yapmış durumdalar.
Ancak Xakurke’de birkaç noktayı tutmalarına rağmen sonuç pek memnun edici olmadı. Heftanin’de durum daha kötü görülüyor. Elbette hareket edince bazı boşluklar bulacak orada konumlanacaktır. Peki tutunabilecek mi? Fiziki olarak karakol kurabilir. Zorlanan personel ve araçları değiştirebilir, takviye yapabilir. Ama hiçbir zaman rahat olmayacaktır. Çünkü her adımda direnişi karşısında görüyor. Bu askeri personel üzerinde stres ve sıkıntı yarattığı gibi, stratejiyi de yapılanmayı da sorgular hale getiriyor. Askeri ve ekonomik maliyet, ulaşım ve iletişim sorunu da ayrı problemler.
Belki askeri anlamda bazı geçiş noktaları, belli dağ silsileleri kontrol altına alınabilir. Ama her metrekareye bir asker konmadığı sürece bu şekilde güvenlik sağlamak mümkün değil. Üstelik tüm bölge askeri savaş alanı iken. Ayrıca, Kürt hareketinin öğrenmeye açık bir karaktere sahip olduğu biliniyor.
Özellikle Heftanin’le birlikte bütün Kürt bölgelerinde partileri aşan bir anlayış da ortaya çıktı. Kerkük ve Efrin’de yaşananlar da sürece eklenerek Türkiye’nin PKK’yi bahane ettiği ve aslında Başur’u denetimine almaya çalıştığı inancı artık nettir. Bu ister istemez Kürt siyasetini birleştirmekte, argüman ve duruş olarak Türk devlet saldırılarına karşı yekvücut olmayı gerektirdiğine dair bilinci oluşturmaktadır. Yani artık sınırlar kalmamıştır. Bunları da yıkan Türk devletidir ve her parçadaki Kürdün de gündemi tektir.