İktidar bloku demokrasiyi sadece sandığa indirger. “Yüzde elli artı bir” der, “bir oy fazla alan seçimi kazanmıştır” der, çoğunluğun her şeyi yapmaya kadir olduğunu, azınlığın haklarının ancak sandıkta çoğunluğu elde etmesi halinde korunabileceğini düşünür. Demokrasinin bir uzlaşma rejimi olduğu gerçeğini hep gözardı etmiştir.
Ama gelin görün ki bu düşünceleri, kendi işlerine geldiği ölçüde geçerlilik kazanır. Kendileri seçimi kaybettiklerinde o seçim geçersiz olur, içlerine sinmez, yeniden seçime başvurmaktan çekinmezler. Nitekim 7 Haziran 2015 seçimlerini kaybettiklerinde bu seçimin içlerine sinmediğini beyan ile kırkbeş günlük hükümet kurma süresini “istikşafi” oyalamalarla geçiştirip daha dört gün varken ve o dört gün içinde başka grupların hükumet kurma olanağı olmasına rağmen seçimleri yenileme kararı aldılar ve ülkeyi bir kaos ve savaş ortamına sokarak bombaların eşliğinde 1 Kasım seçimlerini kazandılar. Tabii bu “istikşafi” oyalamada sayın Kılıçdaroğlu’nun ve sayın Bahçeli’nin rolü inkâr edilemez.
Gerek 16 Nisan referandumunda gerek 24 Haziran seçimlerinde Yüksek Seçim Kurulu’nun açık hukuk ihlalleri yanında her türlü baskı ile birlikte 31 Mart 2019 yerel yönetim seçimlerinde ise taşıma seçmenlerle yüzlerce belediyede seçimler şaibe ile kazanıldı. Kazanılmayan yerlerde ise birçok belediye başkanlığı, seçimi kazanan, Yüksek Seçim Kurulu’ndan seçime girme yeterliği almış HDP adayına değil, ikinci sıradaki ve çok düşük oy almış olan AKP adayına verildi. Halbuki yapılması gereken, seçimin yenilenmesiydi.
İktidarı asıl canevinden vuran durum ise ilk yedi büyükşehirden altısının CHP tarafından kazanılmış olmasıydı. Hele İstanbul’un kaybı, AKP Genel Başkanı Sayın Erdoğan’ın deyimiyle Türkiye’nin kaybıydı. Bu asla kabul edilemezdi. Haftalar süren yeniden sayımlara rağmen CHP adayı sayın Ekrem İmamoğlu’na YSK tarafından mazbata verilmesi de yetmedi ve 18 günlük görevden sonra İmamoğlu’nun mazbatası, kendi içtihatlarının da aksine Yüksek Seçim Kurulu’nca iptal edilerek yeniden seçime gidildi ve 23 Haziran’da yenilenen seçimle İmamoğlu, 807 bin gibi büyük bir fankla seçimi kazandı.
Bu durum iktidarı tatmin etmedi ve halkın iradesine meydan okuyan uygulamalarına devam etti.
Kürt illerinde 2014 seçimlerinde DBP/HDP nin kazandığı yüz kadar belediyede kiminde tek kişi bırakmamasına tüm yöneticileri, belediye ve il genel meclisi üyelerini, birçok muhtarı gözaltına alarak haklarında çoğu kez hiç bir delil bulunmadan apçılan soruşturmalar sounçlanmadan ve bir yargı kararına bağlanmadan tutukladılar ve yerlerine kayyım tayin ettiler.
İşte Kürd’ün inadı burada devreye girdi. 31 Mart 2019 da her türlü baskıya, seçmen kaydırmaya rağmen Kürt kentlerindeki kayyımlar deyim yerindeyse “kovuldular.” Bunların yönetim süreleri içinde yaptıkları yolsuzlukların bir kısmı zaten seçimden önce ayyuka çıktığı için dokuz tanesi atılmış, yerine başka kayyımlar getirilmişti. 31 Mart’tan sonra ise belediye binalarında yapılan salon büyüklüğünde ve ne hikmetse birkaç kişinin birlikte yıkanabileceği lüks banyolar, milyonlarca liralık çerez alımları, yandaşların işe yerleştirilmesi, belediye mallarının komik denecek kadar ucuz fiatlarla yakınlara satılması gibi hukuk dışı eylemler meydana çıktı.
Yeni seçilen başkanlar bu olumsuzlukları temizlemeye çalışadursun, iktidar boş durmuyordu. Seçimden önce Sayın Erdoğan, “seçilseler bile orada duramazlar, yine alırız” diyerek esasen bu günleri haber vermişti. İşte şimdi dediğini yerine getirdi iktidar. 19 Ağustos sabaha karşı hiç bir tebligat olmadan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bir kararı ile Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir Belediye Başkanları görevlerinden alınarak yenlerine o illerin valileri kayyım atandı.
Bu karar tamamen hukuk dışıdır. Karar, seçimlerden önce başlamış ve 2016 ya kadar uzanan ve henüz sonuçlanmamış soruşturmalara dayalı. Hiçbir yargı kararı yok, soruşturmaların da biteceği yok. Çünkü ne dişe dokunur delil var, ne de ortada somut bir olay. Soruşturma dosyaları o kadar uzun ki bitmesi yıllar alır ve çoğu zamanaşımına da uğrayabilir. Başkanların yanında yeni kayyımların her türlü denetimden uzak, rahat çalışmasını sağlamak için de dört yüzü aşkın belediye meclisi üyesi ve belediye yetkilisiyle HDP yöneticisi de gözaltına alınmış durumda.
Kürd’ün inadı bunu da yenecektir elbette. İstedikleri kadar çırpınsınlar, Kürt halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesi elbette Türkiye’ye demokrasiyi getirecektir. Burada önemli olan Türk halkı ile diğer partilerin tutumudur. Kürt fobisi ve düşmanlığından kaynaklı bir aymazlık, boş vermişlik ya da içten içe sevinme halinde demokrasi mücadelesi daha uzun süreli olacaktır. MHP, BBP, DSP, Vatan Partisi şimdiden iktidarın yanında yer aldılar. Millet İttifakına dahil partilerden ise Saadet Partisi lider seviyesinde bu haksızlığa karşı çıktı. CHP’nin yöneticileri açıkça tavır almakla beraber Sayın Kılıçdaroğlu’ndan bu yazının yazıldığı ana kadar bir ses duymadık. Sayın Akşener ve partisinin bu karara karşı çıkacağını sanmıyorum, umarım yanılırım.
Daha önce AKP çevrelerinde 23 Haziran İstanbul seçiminden önce “İstanbul’u halledersek Ankara’yı da altı ay içinde çözeriz” tarzında sözler dolaştığı söyleniyordu. Eğer batı illerinde ve muhalefet çevrelerinde Kürt illerindeki bu haksız uygulamaya güçlü bir sesle karşı çıkılıp geriletilmezse sıra İstanbul ve Ankara’ya gelecek, biline. Yapılacak “uyduruk bir soruşturma ile görevden alınacak başkanların yerine kendi meclis çoğunlukları ile kendi istedikleri başkanı seçebileceklerini düşünüyorlar ve adaylarını da şimdiden belirledikleri söyleniyor.