İstiklal mahkemelerinden başlayarak günümüze kadar devam eden adeta bir hukuk kırım süreci yaşanıyor. Her dönem Kürtlerin bir talebi, bir fikri, bir eylemi illaki dava konusu olmuş, ağır cezalar verilmiş
Ebru Günay
Hak ve adalet mücadelesi yürütenler olarak hukuku dilimizden düşürmeyiz, oysa hukuk dediğimiz şey özü itibariyle devlet iktidarını daha da pekiştiren ve toplumsal alanı gittikçe daraltan bir olgudur. Bu durum Türkiye’de AKP iktidarı ile gözle görülür hale gelmiştir. Yargı ve hukuk mekanizmalarının toplumsal muhalefeti bastırmanın, tehdit etmenin kılıcına dönüştüğünü bilmeyen kalmadı. Her muhalifin mutlaka uğradığı mekanlar haline gelen adliye koridorları, duruşma salonları iktidar politikalarının en keskin uygulanma mekanları oldu.
Devletli toplumların tarihsel süreç içerisinde gelişmesiyle toplumsal ahlak kendini hukuk kurallarına devretmiştir. Belki söylemekten çoğu kez imtina ettiğimiz şey şu ki; hukuk bir yönüyle iktidar ve sömürge tekellerinin ahlakı olarak da değerlendirilebilir. Toplumsal ahlak birey toplum arası ilişkileri düzenlerken ve bir dengeye kavuşturmaya çalışırken, hukuk ve yasalar ise birey ve toplumun devlet ve iktidarla ilişkilerini düzenler niteliktedir. Sanırım bu nedenledir ki tarihten bugüne ezilenler en çok hukuk mücadelesi yürütür olmuşturlar. Büyük direnişler ve isyanlar sonrası yazılan hukuk belgelerinde birey ve toplum haklarının öne çıkması bu nedenle önemlidir.
Bu yazıyla bir hukuk analizi yapma niyetinde değilim ancak cumhuriyetin ilk yüzyılında Kürtlerin hukukla imtihanını hatırlamakta fayda olduğunu düşünüyorum. Zira hukukun gazabından da tarihsel olarak en çok Kürtler nasipleniyor. Çok uzağa gitmeden de dönüp geriye baktığımızda her döneme damgasını vurmuş bir Kürt yargılaması mutlaka olmuş. Kürt halkının haklı mücadelesi her yargılama ile adliye koridorlarına sıkıştırılmaya çalışılmış. Tüm bu çabalara rağmen Kürt halkının mücadelesinin esasında bir hukuk mücadelesi ve hukuk mekanizmalarında tanınma mücadelesi olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
İstiklal mahkemelerinden başlayarak günümüze kadar devam eden adeta bir hukuk kırım süreci yaşanıyor. Her dönem Kürtlerin bir talebi, bir fikri, bir eylemi illaki dava konusu olmuş, ağır cezalar verilmiş. İstiklal mahkemeleri sonrasına dair kaba bir özet geçilirse en bilineni 49lar davası yani 50 Kürt aydının yargılandığı davadır. Apê Musa’ya Kürtçe şiiri “Qimil” nedeniyle dava açılması üzerine destek veren Kürt aydınlarının yargılanması bir dilin inkarının yargı ayağıdır. Sonrasında 12 Eylül darbesi ve Amed Zindanı’ndaki yaşananlar ve yargılamalar da bu politikaların devamıdır. 90’lı yıllarda ki Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Kürdün her talebinin işkence ve kötü muamele ile karşılık bulması bu konseptin parçası olarak süregeldi. DEP’li milletvekillerinin tutuklanması ve kapatılan onlarca parti hepsi özü itibariyle hukuk dışında bırakılan Kürtlerin öyküsünü anlatıyor.
Bu süreç AKP iktidarı ile level atlar nitelikte “KCK yargılamaları” ismi ile tarihe geçen, her aşamasında yargılananların “ez li vir im” diyerek Kürdü ve Kürtçeyi hatırlattığı duruşmalar inkâr ve hukuk kırımının en çarpıcı süreciydi. Anadilinde savunma talebi bu inkara karşı bir duruştu. En nihayetinde Kobanê davası ile de artık Kürdün dostlarının ve birleşik mücadele zeminlerinin de hedeflendiği bir süreç yaşandı. Duruşma salonlarında Kürt siyasetçilerin “Kürdün demokratik siyasetini duruşma salonlarına sıkıştırmaya çalışıyorsunuz” demeleri yüzyıllık politikanın özetiydi.
Esas soruyu 7 Ağustos görüşmesinde sayın Öcalan soruyor; “Kürtlerin bir hukuku olacak mıdır?” ve hala da cevap bekleyen bir soru. Ve yine aynı görüşmede “Kürtlere yer açmaya çalıştığının” hatırlatmasını yapıyor. Bu toplam sürecin özeti yüzbinlerce insanı kriminalize etme, sorgulama, suçlama ve yargılama yaşandı; tek yanlı yargısız infaz şeklinde hukukun en garabet biçimi uygulandı ve uygulanmaya devam ediyor. Kürt olmak, kimliğine sahip çıkmak çoğu zaman suçlanmak için yetti de arttı. Böylece Kürtlük tümüyle hukuk dışı ilan edildi.
2000’li yılların başına kadar sistemi ayakta tutan, darbe ve komplolarla yürütülen sistem “Beyaz Türk faşizmi”ydi. Bu şu anlama geliyordu; inşa edilmiş bir Türklük ve toplumun bu Türklüğe göre terörle homojenleştirilmesidir. Bu tanımının dışında kalan her yapı, her kültür, her toplum hukuk dışına itilerek yaşam hakkı tanınmamıştır. Kürt kimliğinin inkarı ve dışlanması “terör” ile tanımlanmasına denk geldi. 2000’lerden sonra sistemin karakteri “yeşil Türk faşizm”ine evrilsede uygulamalarda bir farklılık yansımadı. İttihat ve Terakkici geleneğin demokrasiye, halklara, kimliklere, kültürlere karşı yürüttüğü kırım ve asimilasyon politikaları artık AKP eliyle farklı cilalarla devam ettiriliyor. Her iki faşizm geleneğinin hedefi Kürdü yasasız ve statüsüz bırakmaktır. Kürtlerin hiçbir anayasal ve yasal statüsü olmadığı gibi bunları talep etmenin bile suç sayıldığı her haklı ve meşru talebe “terör” yaftasının yapıştırılmasın da değişiklik olmadı. Özetle Cumhuriyetin birinci yüzyılında devam ettirilen hukuk dışılıkta hala ısrar edilmekte.
Bu tarihsel süreçte Kürt kadınları daha özel olarak hedeflenen ve hukuk dışına itilen oldu. Yüzyıllık kırım ve asimilasyon politikalarında daha özel bir yer alan kadın kırım politikaları ile özgür kadın kimliği hedeflendi ve hedef yapılmaya devam ediliyor. Düşünün ki demokratik siyasetin yargılama konusu yapıldığı her davada Kürt kadınlarına yönelik suçlamaların başında kadın özgürlük mücadelesi yürütmek, 8 Mart, 25 kasım etkinliklerine katılmış olmak. Yine özel savaş politikalarının hedefinde olmak ve Kürt kadınlarına yönelik şiddette özel bir cezasızlık halinin varlığı bu politikaların sonucudur. Eşit temsiliyetin en temel kriteri olan eşbaşkanlık sisteminin kriminalize edilmesi, kabul edilmemesi kadınların statüsüz bırakılmasının sonuçlarıdır. Bugün dünya kadınlarının örnek gösterdiği Eşbaşkanlık sisteminin yasal güvencesinin olmaması hukuk dışına itilmenin ve statüsüz bırakma politikalarının bir parçasıdır.
Kuşkusuz hukuk dışılığın ve yasal statüsüzlüğün toplamı İmralı Yargılamaları’dır. Devam eden mutlak tecrit hali hukuk dışı ve kayıt dışılığın somut ifadesidir. Elbette bu alan daha özel ele alınması gereken bir rejim ama Sn.Öcalan Bir Halkı Savunmak adlı savunmasında tüm yaşananları şöyle özetliyor:
“AİHM’ne yansıyan sadece‘bireysel başvuru’ hakkı, bu hastalığın hukuk alanına yansımasını ifade etmektedir. Tümüyle toplumsal olan, her şeyini açıkça böyle ortaya koyan bireyi, toplumundan ve halkının iradesinden ayrı varsaymak, tam bir hukuk hilesidir. Bu durum, hukukun temelindeki adalet anlayışına da terstir. Ayrıca önemli bir politik gerçeği gizlemeye, bilerek veya bilmeyerek alet olmaktadır. Kürt halkının Özgür Politik Hareketi’ni, hukuk dışında bırakmaktadır. Kürtler ne ulusal ne de uluslararası hukukun kapsamında ele alınan bir halktır.”
Elbette söylenecek çok şey var. Ancak Kürdün özgürlük ve hak mücadelesinin bir anlamıyla hukuk kapısından içeri girmek, yasal ve anayasal güvence kazanmak olduğu aşikar. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bıkmadan ve yılmadan sormaya devam etmeliyiz, Kürdün hukuku ne olacak?