Mehmet Baran Aydın’ın Pêrî Yayınları’nca yayımlanan Konsifrengo’sunda hemen hemen aynı kaderi, kederi yaşayan insanlara tanık oluruz. Öykülerin kimi yerleri bizi güldürse de hüzün ırmağında buluruz yıkık sandalımızı
Ercan Kaplan
Daha önce öykü, tarihle ilgili araştırma-inceleme, bir de çocuk kitabı yayımlanan yazarın Konsifrengo isimli kitabında toplumu kuşatan sorunlar, yaşam mücadelesi, faili meçhullerde dağ taş aranan yitik evlatlar, dili boynuna yağlı urgan gibi sarılanlar, gurbet yalnızlığı, çocukluk çağında evlilik, toplumun sürekli kanayan yanları ve güldüren mizacı yalın,, içten bir dille anlatılmış.
Öykülerde, yılların uzaklaştırdığı anılara yakından bakar, yaban ellerde dilsiz kalanların yürek burkan hüznüyle baş başa kalırız. Öykülerin kimi yerinde ise şiirler ninni olur gözler akar uykuya kimi yerinde ise toprakla beraber gözyaşı dökülür ölmüşe.
Konsifrengo kulağa yabancı bir kelimeyi çağrıştırıyor, belki İspanyolca ama öyle değil, zorunlu askerliğe tabi tutulan Kürd gencinin başka bir dil bahçesinde kendi dilini konuşamaması ve dudaklarından dökülen iki (Konsept, alafranga) kelimenin tek ifadesidir Konsifrengo.
Konuşamaz ölü canlar
Ölüm tarlalarında bulunan kafataslarına ruh üfler gibi bal mumuyla dokunan heykeltıraş okşar yanakları, yumuşak başlardaki mermi izlerini yüreğinden kopup gelenler doldurur, sayrılıkları sağaltır. Sanki kendisi, tekrar bakar tekrar dokunur kendi sayrısını sağaltır gibi.
‘’Kimler yaptı bunu? Nerelere kaçırdılar seni? Canını çok yaktılar mı? Sen ne dedin onlara? Kim bilir ailen nerede? Belki de senin bir gün eve dönebileceğini düşünüyorlardır.’’ (Konsifrengo s. 30)
‘Ez Tırkım, Tırk’
Kürtçe Türk olduğunu anlatmaya çalışan insanı okuruz Konsifrengo’da. İçinde gizli bir hüznü, sitemi taşır gibi. Ama yine kendi dilinde der: Ez Tırkım, Tırk!
‘’Ez Tırkım. Ez, bınê lıngê te maç dıkım, karışê mın nebe. Ez, Tırkım. Ben Türk’üm. Senin ayağının altını öpeyim, bana karışma. Ben Türk’üm.’’ (Konsifrengo s. 91)
‘Anlaşılamayan dil’ yasak çemberinde
Bir asırdır ‘’anlaşılamayan dil’’ Kürtçeyi Kürtlere üniter devlet zihniyeti etrafında yasaklamalar hâlâ devam ediyor. Tek millete eklemlenen tek dil dayatması bir terane halinde maddi dayanağı da olmaksızın – ki en temel hak olan anadil tüm yasaların üstündedir, kimsenin tasarrufuna tabi de değildir- yasak zincirleriyle sürdürülüyor.
‘’Çocuk, korka korka ikisinin de omuzlarına dokundu, derinden gelen bir sesle ‘Burada Türkçeden başka konuşmak yasak.’ dedi onlara. Sonra, ‘Dönün önünüze, öğretmen ne diyorsa onu yapın.’ dedi, onların diliyle. Onlar, döndüler önlerine. Böylece günün ‘ilk dersi’ başladı.’’ (Konsifrengo s. 95)
Onsuz ama onlarla dolan hayatlar
Kayıp canların kaybedildikleri an’a çakılan orada onlarla dolan hayatlar… Nefessiz kalsalar da bir adresleri, adları işlenmiş taş parçası, her özlemde başucuna bir karanfil bırakma gayesi, doldurdu alanları hep.
‘’Değişik zamanlarda karakolda teşhir edilen sahipsiz cesetlere baktı. Her yeni cesede bakmaya gittiğinde biraz daha çöktü. Her gösterilenin Serdar olmadığını görünce sevindi, kim bilir kimin ocağı söndü diye üzüldü. Hepsi de civandı, babayiğitti, kıyılmazdı bakmaya. Her biri Serdar’dı sanki. Kimin yüreği dayanır ki onca civanı cansız görmeye? Sabri’ninki de dayanamadı. Sonunda aklı onunla baş edemedi. Her gördüğüne sordu Serdar’ı bir umutla. Her taze toprağı eşeledi, yüreği ağzında. Her kayanın dibine baktı Allah’a yalvararak. Sonunda, Sultan da eş oldu ona. El ele verip dağları, tepeleri aciz bıraktılar aramaktan. İnsanları bezdirdiler sormaktan. (Konsifrengo s. 21-22)