Başlangıçta Dünya (Mezopotamya, Mısır, Sarı Irmak, birkaç adım geriden ilk Amerika uygarlıkları) zaten halklar, kültürler ve inançların bahçesiydi. Halklar aynı bahçe ya da komşu bahçelerde özgürce yaşam ve gelişmenin doğallığı içinde birbirinden etkilenerek karşılıklı birbirlerini şekillendirmişlerdi. Ki bu karşılıklı etkileşim, evrenselleşmenin (küreselleşmenin) de ilk adımlarıdır.
“Kültürler, uygarlıklar tarih içerisinde geçişlidirler. Bakıldığında, hiçbiri homojen, katışıksız değil, hepsinin orijinal dokusu karşılıklı geçişlerle farklılaşarak, yekpare olmaktan çıkıp melezleşmiştir. Bu melezleşme ya da sentezleşmenin ilk adımları; Mezopotamya-Mısır arasında ve bunu takiple Mezopotamya-Mısır-Anadolu-Hindistan-Çin’deki (Büyük Doğu) uygarlıkların karşılıklı geçişlerle birbirlerini etkileyip inşa etmesiyle gerçekleşti.” (21. Yy Özgürlük ve Sosyalizm Manifestosu) Benzer sentezlenme başta Maya, Aztek, İnkalar olmak üzere eski Amerika uygarlıklarında da yaşandı.
Halkların kültürünün bir parçası dinler de bu karşılıklı etkileşimin dışında kalamazlardı. Urfa-Mekke-Kudüs üçgeninde doğup gelişen Üç semavi din olan Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık da, birbirinin devamı ve geçişlidirler. Ayrıca üçünün de, tek tanrılı dine ilk geçişi temsil eden Zerdüşt’ten beslendikleri görülür. Yani inançlar da geçişli hatta birbirinin devamı ve tamamlayıcısıdırlar. Kur’an’ın %70 İncil ile Tevrat’ı içermesi bunun somut örneği.
Ayrıştıran etmenler
Dünyanın halklar, kültürler ve inançlar bahçesi yapısını bozan temelde birbirleriyle bağlantılı iki gelişme yaşandı: Özel mülkiyet ve siyasetin (devlet) toplumların yaşamında sahne alması. El ele yürüyen bu iki gelişme, süreçte halkları, kültürleri ve inançları derinden etkiler, parçalar, yeniden şekillendirir. Kapitalist toplum ve siyasal iktidarlar söz konusu müdahalenin doruğudur. Öyle ki kapitalizm ve ulus devlet; halkların-kültürlerin-inançların bahçelerini birer mayın tarlalarına dönüştürdü.
Kapitalizmin kendinden önceki toplumlardan diğer esas farkı ekonomi egemen toplum olmasıdır. Bu yapısıyla kapitalizm, iktisadi çalışmayı araç olmaktan çıkartıp amaç haline getirerek kutsallaştırdığı süreçte, aklı iktisadi akla, iktisadi aklı da akıl dışılığa vardırarak, genelde insanı, özelde ücretli emeği çalışmanın kölesi haline getirdi! Ancak işçiyi kölesi haline getirdiği iktisadi çalışmadan da yoksun bırakırken kendisinin de sonunu hazırlar.
Halkların ekonomik-siyasal çıkar ile baskılardan bağımsız yaşayan-yaşatılan inançları saygıya değerdir. Ama elde Kur’an (İncil, Tevrat) dini ekonomik ve siyasal amaçlar için araçsallaştıran herkese karşı durmalıyız. Yani küresel düzeyde devrimci dinamikler; Halkları, kültürleri ve inançları; piyasacı iktisadi akıldan ve siyasal iktidardan özgürleştirmekle yüz yüzedirler. Bu, 21. yy’da komünistlerin ve değişim dinamiklerinin temel hedefleri.
İnançları araçsallaştırmanın yol açtığı sonuçlardan tipik iki örneği:
Sosyal medyada: “Irkçı-tüccar ‘İran İslam rejimi’ yıkılırsa, halkların yanı sıra inançlar da özgürleşir! Devleti adı ‘İran İslam Cumhuriyeti’ fakat tam bir idam mangası! H. Erselan Muradî adlı Kürt gencine idam kararı verilmiş. Muradi idam öncesi ‘oğlumu son kez görmek istiyorum’ der ama Molla rejimi isteği reddeder” demiştim. Bu paylaşım da İran Devletinin adındaki “İslam” kelimesinin geçmesi bazı mütedeyyinleri rahatsız etmişti.
Dikkat edilirse “Irkçı-tüccar ‘İran İslam rejimi’ yıkılırsa halkların yanı sıra inançlar da özgürleşir” yani İran “İslam rejimi” inançların da düşmanı deniliyor. Ayrıca onlarca örgüt ve devletin isminde “İslam” adı geçer. “Irak Şam İslam Devleti” (DAİŞ), Arapça Allah’ın Partisi veya Hizbi anlamı olan Hizbullah ve 57 üyesi bulunan “İslam İşbirliği Teşkilatı” (İİT)! Peki, İİT’nı eleştirirken “İslam” adını çıkarırsan kimi, hangi teşkilatı eleştirdiğin nasıl anlaşılacak? Burada İİT veya adında “İslam” kelimesi olan devlet ya da örgütler eleştirilirken hedef alınan İslam inancı değil söz konusu devletlerin siyasal, kültürel faaliyetleridir.
Halepçe gündeme alınmamıştı
Dikkat! 180 bin Kürdün soykırımının son halkası Halepçe’nin ertesi günü Kuveyt’te toplanan İİT, soykırımı lanetlemek bir yana gündeme bile almamıştı. Kürtler de bir halk ve İslam! İslam ama soykırımı lanetlemek siyaseten “uygun” görülmemişti. İşte inancın siyasetin aleti olarak kullanılmasının en alçak örneği!
KBY ile Özerk Rojava Yönetimi; Kürdistan’ı halklar ve inançlar bahçesi yapmanın ilk adımlarını atıyorlar. 150 yıllık ulusal bağımsızlık mücadelesinden çıkarılan derslerle etnik, kültürel ve inançlar alanında klasik ulus devlet tekçiliğini geride bırakıyorlar. Mesud Barzani’nin bağımsızlık referandumu öncesinde “Bir ulus devlet kurmak istemiyoruz; biz demokratik, çok bölgeli, çok dinli vatandaşlık temeli üzerine bir devlet kurmak istiyoruz” demişti. Pratikte de beş resmi dil ve farklı inançların Diyanet’te temsili adımları atıldı. Özerk Rojava ise zaten 2013 yılında, farklı halklar ve inançlarla ortak sözleşmeye dayalı kuruldu. Bu adımlarla “halklar, inançlar hapishanesi İran, Türkiye ve bölge devletlerinden kökten farklı, yeni referanslarla sahneye çıkıyoruz” mesajı veriliyor. Ki bu mesaj, statüye sahip iki Kürdistan parçasının en önemli silahıdır.
Sonuç; Halkların, kültürlerin, semavi dinler ile zengin animist inançların gelişimi; piyasa ekonomisi ve siyasi iktidarların baskı ile engellerinden özgürleştirilmeli. Özgürleştirilmezse Devlet-Mafya-Siyaset üçgeninde yaşananları görüyorsunuz!