1930 Ağrı isyanı sırasında Kürt güçleri, Ağrı dağının İran sınırları içinde kalan bölümüne geçince Türkiye ile İran arasında kısa süreli bir gerginlik yaşanır. Türk askeri birlikleri İran sınırını ihlal ederek isyan bastırma operasyonlarını tamamlamak eğilimindedir. İran devleti ise toprakları üzerinde egemenlik haklarının bir komşu devlet tarafından ihlal edilmesine göz yummayacağını vurgular. Sonunda anlaşmaya varılır ve Kürt güçleri iki taraftan kıskaca alınarak bastırılır. Akabinde, İran ile Türkiye arasında yeni bir sınır anlaşması yapılarak Ağrı dağının ilgili bölümleri Türkiye’ye verilirken aynı yüzölçümü kadar Türkiye toprağı da İran’a geçer.
İki ülke arasında Kürt meselesi söz konusu olduğunda hemen ortaya çıkan bu ‘dostane’ çözüm, 1937 Sadabad Paktı’nın da temelini oluşturacaktır. Buna göre, Türkiye, İran, Irak ve Afganistan birbirlerine saldırmayacak ve uluslararası anlaşmazlıklarda birlikte davranacaklardır. Afganistan bir yana, paktı imzalayan diğer üç ülke de büyük Kürt nüfusa sahip ülkelerdir. Paylaştıkları sınır bölgelerinde yaşayan Kürt aşiretlerin dağılımı, izolasyonu ve kontrolü paktın başlıca hedefidir. Başka deyişle Kürdistan coğrafyasını paylaşma anlaşmasıdır.
Daha sonra İngiltere, Pakistan, İran, Irak ve Türkiye arasında 1955’te imzalanan Bağdat Paktı’nın temel amacı ise Sovyet yayılmacılığını önlemek olarak ifade edilir. Ama alt metin yine üç ülke arasında dağılmış Kürdistan coğrafyasında isyan bastırma alanında işbirliğidir. Her iki pakt da kuruldukları koşullardaki önemli değişimler nedeniyle uzun ömürlü olmayacaktır. Ama üç devletin (İran, Irak ve Türkiye) Kürt varlığı karşısında işbirliği ilelebet payidar kalacaktır. Mahabad Cumhuriyeti’nin İran yönetimince ezilmesi, Irak’ta KDP’nin rejim tarafından tekrar ve tekrar yasadışı ilan edilerek kadrolarının sistematik katli ve Türkiye’de süregelen isyan bastırma pratikleri her üç devlet tarafından birbirinin desteği ile gerçekleşmiştir. 1960’lı yıllarda bu koroya Suriye de katılır. Hafız el Esad, ülkenin kuzeyinde yoğunlaşan Kürt nüfusu göçerterek Türkiye sınırı boyunca bir ‘Arap kuşağı’ oluşturmak yolunda demografik adımlar atar. Kobane’nin adı o zaman Ayn el Arab olarak değiştirilir. Suriye Kürtleri ise adeta İsrail işgali altındaki Filistinlilerin gördüğü muameleyi görecektir. Topraklarından göçertilmekle yetinilmemiş kendilerinden temel yurttaşlık hakları ve kimlik bile esirgenmiştir.
‘Dostane çözüm’ refleksinin devamlılığı, yakın zamanda (2017) Kuzey Irak’ta yapılan bağımsızlık referandumu sırasında görüldü. Bağdat, Tahran ve Ankara yekvücut bağımsız Kürdistan ilanını savaş nedeni sayacaklarını ilan ettiler. Ardından, Türkiye’nin ‘pençe’ önadıyla başlayan operasyonları başladı. Irak toprakları içinde yer alan Federal Kürdistan Bölgesi’nde üsler kurarak yerleşme süreci halen devam ediyor. Son olarak bir gecede yetmiş uçak kaldırılarak yapılan hava harekatında hem Irak hem de Suriye içinde yer alan Kürt yerleşimleri hedef alındı ve ağır hasar gerçekleşti. Bu saldırının gerekçesi, İstanbul’da bir bomba patlamasıydı ama Türk hükümetinin bu eylemi PKK ya da Suriye Kürt hareketi üzerine yıkma gayretleri inandırıcı sonuçlar yaratmıyor.
Benzer biçimde İran da rejimi kökünden sarsan protesto fırtınasının sorumluluğunu Kürt nüfus üzerine yıkma çabası içinde. Jina Mahsa Amini’nin katlini takiben Mesud Barzani acılı aileyi şahsen arayarak taziye bildirmişti. Bunun üzerine molla rejimi Irak Kürdistanı içine füze saldırıları gerçekleştirdi. İran’daki isyanın tırmanarak kitleselleşmesi üzerine Tahran yönetimi, Kürt illerini hedef alan operasyonlar gerçekleştirdi. Tahran’da ve Farsi illerde jop, biber gazı ve tazyikli su kullanan İran devleti, Kürt illerinde ateşli silahlar ve gerçek mermiler kullanıyor. Dahası, Kuzey Irak’ta bulunan İran rejimi muhalifi Kürt grupların yerleşim bölgelerine de yoğun füze saldırısı ve top atışları yapılıyor. Molla rejimi, böylelikle ülkeyi saran huzursuzluğun aslında bölücü bir komplo olduğu algısı yaratarak İran halkını bölmeyi amaçlıyor.
Türkiye ise Irak toprakları içinde gerçekleştirdiği askeri yayılmanın bir benzerini Suriye’de yapma hevesi içinde. Erdoğan’ın Rojava’ya Türkiye’deki Arap nüfusu yerleştirme planının ön hazırlığı olarak bir karadan işgal gerçekleştirmek istiyor. Buna göre, Rojava ve çevresindeki Kürt güçleri buralardan çıkarılacak; tabi ki onlarla birlikte savunmasız kalan Kürt nüfus da güneye göçe zorlanacak. Türk kontrolüne geçen kuzey Suriye boyunca inşa edilecek yerleşimlere Türkiye’de sayıları milyonları bulan Suriyeli Arap mülteciler yerleştirilecek. Aslında Erdoğan bu planıyla Suriye rejiminin Arap kuşağı doktrinine de göz kırpıyor.
Kara işgali ABD ve Rusya’nın müdahaleleriyle rafa kalkmış olsa da orta vadede Başar Esad ile Erdoğan baba Esad patentli ırkçı planı hayata geçirme üzerinde pekala anlaşabilirler. Nasıl Güney Kürdistan söz konusu olduğunda Tahran, Bağdat ve Ankara tek ses olabiliyorsa Suriye Kürtlerini yok etmek söz konusu olduğunda Şam ve Ankara korosu da aynı telden çalmaya başlayabilir. Ufuktaki Erdoğan-Esat görüşmesi sonucu yeni bir ‘pakt’ ya da ‘dostane çözüm’ ilan edilirse şaşırmaya hiç mahal yok.