İran’da kitlesel sivil ölümlerine yol açan bombalar patladı. DAİŞ terör eylemini üstlendi.
DAİŞ bu eylemi neden yapsın? Şii düşmanı olduğu için mi? Şiilere Yahudilerden daha fazla düşman mı? Neden İsrail’in düşmanına saldırdı?
Bu durumda DAİŞ’in yediği darbelerin sonucunda “kiralık bir terör örgütü” haline geldiğini düşünmek gerekir. Gerçekten öyle mi? Parayı İsrail’den mi, CİA’dan mı, “örtülü ödenekten” mi aldı?
Sorular uzar gider. Asimetrik savaşların ise “terör” yarattığı soru uyandırmayacak bir gerçek. Birinin elinde karşı konması zor bir ordu varsa, onun savaştığı güç çaresiz kalırsa, bir kendini tutar, iki tutar, dişini sıkar sonra “kuralsız savaş” noktasına gelir.
Hizbullah lideri Nasrallah, İsrail Lübnan’a saldırırsa “kuralsız savaştan” söz etmeye başladı bile. “Kuralsız savaş”, sivillerin hayat alanlarına ve kendilerine karşı “savaş suçu” işlemek demek. Eğer “düşmanın alt ve üst yapısını askeri hedef” ilan ederseniz, “kuralsız savaşa” başvuruyorsunuz demektir.
Sanırım siz de hatırladınız. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, PKK’nin Ankara sabotajına karşı Rojava’nın “alt ve üst yapısını askeri hedef” olarak ilan etmişti ve ordu da büyük bir hava gücüyle “mercimek ve buğday depoları” ile “ekmek fabrikasını” havaya uçurmuştu. Bu nedenle halk henüz aç kalmamış olsa bile, her evden birer tencere mercimek çorbası, bir tepsi börek unu ve birkaç ekmek eksilmiş olmalıdır. Nüfustan da bir o kadar sivil kadın ve çocuk eksildiğine göre, ortada “sorun” kalmadığını söyleyecek olanlara, “ayağınızı denk alın” derim.
İsrail ve Türkiye neden “kuralsız savaş” yolunu tutuyor? Dedik ya, bu yol “asimetrik savaşın” yarattığı bir yoldur. Ama bu yolu tutacak olanlar “güçlü devletler” değil, güçsüz olan devletler ya da örgütler olmak gerekir. Burada bir terslik var. “Kuralsız savaşı” “çaresiz” kalanlar değil de elinde muazzam çareler olan devletler uyguluyor.
Neden acaba?
Sakın “çaresiz” olmasınlar?
HAMAS’ın karşısında nükleer silaha sahip İsrail ve PKK’nin karşısında NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye gerçekten “çaresiz” kalmış olabilir mi?
Vallahi dilim varmıyor ama, galiba böyle bir ihtimal var. İsrail Araplarla 1948 yılından ve Türkiye de Kürtlerle, aradaki fasılayı hesaba katarsak, son 1984 yılından beri savaşıyor.
Olabilir. İnsanlar gibi devletler de bazan “çaresiz” kalabilir. O zaman da önlerinde iki yol olacaktır: Ya “çaresizlik” yüzünden “kuralsız savaş” yoluna girecekler ya da “çaresizliğe çözüm” arayacaklardır. Çünkü bu kadar uzun sürdüğüne bakılırsa çare “kurallı savaşa” devam etmekte değildir. Sonuç alamamıştır. Bu kadar büyük güçlerin sonuç alamaması aslında “yenilgi” demektir. Geriye o nedenle ya “kuralsız savaş” ya da “çözüm” kalmıştır.
Şu duruma bakılırsa her iki devlet, şimdilik “bir de kuralsız savaşı” deneyelim diyorlar. Bu yol ise bilelim ki, dünya çapında “ikinci büyük terör dalgasını” tetikler.
Nasrallah “kuralsız savaştan” söz etti. DAİŞ İran’da “kuralsız savaşın” dik alasını yaptı. Husiler ticari gemi “korsanlığına” başladı. Eğer önlem alınamazsa, bu “kuralsızlık” eskilerine yeni “terör örgütlerinin” eklenmesini getirir ve bir bakmışınız, dünyanın her yerinde, Avrupa’da bu örgütler pıtrak gibi fışkırmış.
Tehlike reel. Çünkü şu anda Avrupa devletleri kimisi gönüllü, kimisi geçmişin günahları yüzünden İsrail’i destekliyor ve Avrupa şehirleri giderek radikalleşmeye eğilimli Filistin yanlısı Müslüman kitlelerin gösterileriyle sarsılıyor. Siz buna bir de Avrupa’daki “göçmen düşmanı” ve faşist siyasi partilerin iktidara gelmekte, gelmeyenlerin hızla güçlenmekte olduğunu eklerseniz durumun vahamet kesbettiğini kolayca anlarsınız.
Bir ek daha yapayım: Türkiye’de iktidar görünüşe göre Hamas yanlısıdır. Ancak artık bu “yanlılık” su götürür oldu. Ticarete devam ediyor. Gemi sahibinin Eminönü köprüsünde telaşla örgütlediği mitingde, “hilafet bayrakları” açıldı. Şimdilik ortada “siyah savaş” bayrağı ile “yeşil cihat sancağı” yoksa da, AKP-MHP’nin körüklediği bu tehlikeli potansiyel “yarın” fiiliyata, hiç beklenmedik şekilde dönüşebilir.
“Yarın” sözcüğünün anlamı şudur: Türkiye NATO ülkesidir. “Yarın” savaş tüm bölgeye sıçrar, başta İran olmak üzere savaşa devletler katılırsa, bu duruma NATO el koyar. Türkiye bu durumda, savaş sınırlarına dayanınca “tarafsızlığını” koruyamaz. İktidarda o sırada kim olursa olsun NATO’nun dışında hareket edemez. Çünkü böyle bir savaşta NATO’ya “cilve” yapılamaz.
İşte o zaman, şimdi köprü üstündeki “kuralsız savaşın potansiyel militanları” köprüyü geçer, sokağa dökülür.
Dökülünce ne olur?
Biz şimdi “milletçe” PKK’ye ve Cemaat’e “terörist” diyoruz ya, işte o zaman “teröristin” ne olduğunu hep birlikte görürüz.
Yalnız biz değil. Demiştim ya, Avrupa halkları da “terör listelerindekine” benzemeyen ve DAİŞ zamanında yaşadıkları terörle bir kere daha burun buran gelirler.
Ben onların yerinde olsam, “terör listesini” yırtar, Avrupa’da yaşayan milyonlarca Sünni ve Alevi Kürt diasporasına, şimdiden dört elle sarılırdım. Avrupa için biricik “istikrar” ve “terör” karşıtı güç, en örgütlü, en eylemli ve en bilinçli güç olan Kürt halkıdır. Onun elinde Hz. Muhammed’in Medine konuşması var. Onun güncellenmesinden, tüm milletleri, dinleri, kültürleri birleştiren “modern ümmet” olarak “demokratik ulus” programına sahip. İşte bu da onu “faşizme ve terörizme” karşı en güvenilir güç yapıyor.
Türkiye’de devletin yerinde olsam ne yapardım?
İzin verin de bunu kendime saklayayım.