İktidarın kuraklıkla mücadele adına ortaya koyduğu planların kuraklığı değil, enerji vb. şirketlerin ihtiyaç duyacağı suyun rezerv tutmasına yönelik olduğu anlaşılıyor. Kuraklık tehlikesi ise her geçen gün büyümeye devam ediyor.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın “Kuraklık Yönetim Planları” kapsamında Burdur Havzası Kuraklık Yönetim Planı Hazırlanması Projesi kapanış toplantısında konuşan Su Yönetimi Genel Müdürü Bilal Dikmen, yeryüzünde canlı hayatının devamlılığının sağlanması için su kaynaklarının sürdürülebilir bir yaklaşımla korunması gerektiğini belirtti. Türkiye’deki su kalitesinin ve miktarının havza bazında korunması, iyileştirilmesi ve suyun sürdürülebilir kullanımının sağlanması maksadıyla 2011’de Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün kurulduğunu aktaran Dikmen, kuruluşlarından itibaren su kaynaklarının yönetimine ilişkin birçok önemli projenin yürütüldüğünü ifade etti.
Planlar kimin için?
Su Yönetimi Genel Müdürlüğü olarak 2011’den bu yana 48 projenin tamamlandığını, 53 projenin de halen yürütüldüğünü vurgulayan Dikmen, “Son yıllarda küresel ısınma ve iklim değişikliği sebebiyle meydana gelen taşkın ve heyelanlar can, mal kaybını önemli boyutlara ulaştırmıştır. Burdur havzasında gelecek dönemde sıcaklıkların 1,9 ile 5,1 derece arasında artması beklenmektedir. Bu kapsamda 25 nehir havzası için kuraklık yönetim planı projesine 2013 yılında başlanmış olunup bugün kapanış toplantısını yaptığımız Burdur havzası ile Konya, Akarçay, Doğu Akdeniz, Kuzey Ege, Küçük Menderes, Antalya ve Van havzalarında ‘Kuraklık Yönetim Planı’ çalışmaları tamamlanmıştır” dedi. Tamamlanan planların ne olduğundan söz etmeyen G. Müdür Dikmen, kapanış toplantısının yapıldığı Burdur Gölü’nün kuruma sürecine yönelik nasıl bir plan uyguladıklarından söz etmedi.
Türkiye daha da susuz
Birleşmiş Milletler’in desteklediği araştırmalara göre dünyada su talebi 2030 itibariyle su arzının yüzde 40 üzerine çıkacak. Yani kapitalist üretim süreçlerine bağlanan ve insanlar için ulaşılması güç bir o kadarda pahalı bir metaya dönüştürülen suya erişemez hale geleceğiz. Türkiye’de yayınlanan resmi verilere göre, kişi başına düşen içme suyu miktarının 1,700 metreküpün altına indiği 2016 yılından bu yana ciddi bir su tehdidi ortaya çıkmış durumda. Kentlerde ise su sorunu her geçen gün artarken örneğin İstanbul’un su rezervlerinin 2014 yılı başına göre yüzde 30 azaldığı belirtiliyor.
Planlar yağmacılar için mi?
Su havzaları imar, maden, enerji vb. alanlar için yağmalanırken, Bakanlığın ‘Kuraklık Yönetim Planı’ havanda su dövmeyi aşan bir duruma işaret ediyor. Su havzaları yok edilen, akan her dere ve ırmağın önüne bentler kurup HE’ler inşa eden, kentlerin ve sanayinin tüm atıklarının nehirlere salınmasına göz yuman, yer altından çıkan bir parmak kalınlığında suların dahi kontrol altına alınıp su şişeleme tesislerine taşıyan mevcut iktidarın yaptığı planlar, bu yağmanın sürdürülebilir kılınması için olduğunu düşündürüyor. Yapılan planların kuraklığın önlenmesi yönünde bir bir sonuç ortaya çıkarmadığı gibi, doğada yaşamı bizimle paylaşan binlerce canlı türün geleceği de bugünkü yönetimin planlarında kendisine yer bulamıyor. İktidarın, küresel ısınmayı önlemeye dönük hiçbir politikasının olmadığı, sadece termik santraleri çoğaltma hedefine bakınca anlaşılabiliyor.
Amaç sermayeye rezerv mi?
Her gün onbinlerce balığın nehirlerdeki kirlilik ve HES’ler nedeniyle suların oksijensiz kalması sonucu öldüğünü görüyoruz. Bakanlığın bu katliamlar için attığı tek adımın ise o derelerden numune almaktan ibaret olduğunu ise izliyoruz. Örneğin uzun yıllardır susuzlukla boğuşan Konya Karapınar’a ‘Enerji Organize Sanayi Bölgesi’nde termik santrallerin ihtiyaç duyacağı suyu farklı bölgelerden ‘su boru hattı’ ile taşımaya kalkışmanın uygulamaya sokulan planlarla mutlak bir bağı olmalı! Yine örneğin Evliya Çelebi’nin sudan ibaret bir kent olarak nitelediği Bursa’da Uludağ’dan doğan tüm suların su şirketlerine satılması, derelerin artık akmaz olması ve yer altı sularının 2002 yılından bu yana 50 metrelerden 500 metrelere kadar çekilmesinin de bu planlarla bir bağı olmalı! Ekolojistler ve doğaseverler, ortaya konan planların yağmayı gerçekleştirenler için rezerv yaratmak dışında bir hedefinin olmadığını ve Türkiye coğrafyasının kaçınılmaz olarak ciddi bir kuraklığa doğru ilerlediğini belirtiyorlar.
EKOLOJİ SERVİSİ