Bir sınıfın psikoloji ile ideolojisi ortak toplumsal köklere sahip olmakla birlikte, değişen tarihsel koşulları ve özgül çelişkileri yansıttığı için ideolojik süreçlerde gerçekliğin hem doğru hem de çarpık bir yansısı vardır. İdeolojinin çarpık yansısı çeşitli siyasal/örgütsel, etnik, kültürel, inançsal, ahlaksal, felsefi ve daha başka tasarımlarda dile gelir. Bu bakımdan sömürü ve tahakkümün sürdüğü toplumların temel sınıfları arasında süren ideolojik mücadele politik mücadelenin önünde seyreder.
İdeolojide süreklilik tarihsel gelişim bakımından büyük önem taşır. Süreklilik olmasaydı, insanlar gerçekliği yansıtmak; görüşlerinin, kavramlarının ve kategorilerinin tümünü ortaya koymak için her dönemde sıfırdan başlamak zorunda kalırdı. Bu bağlamda ideolojinin tarihsel gelişimi, bilginin gelişimiyle özdeşleştirilmemeli ve ideolojik çarpıtmalar da sadece bir yanılgı olarak görülmemelidir. Tarihsel süreçlerde önemli olan belli bir ideolojinin kimlerin sınıf çıkarlarını dile getirdiğini ve bu ideolojinin somut içeriğinin ne olduğunu, yani sınıfsal özünü kavramaktır.
Bilgi gibi ideoloji de toplumsal gereksinimlerden doğar ve bütün üretici yetkinliklerin toplumsal biçim ve somut koşulların çerçevesi içinde ortaya çıkar. Genel olarak ideolojik bilinç, toplumsal ilişkileri ya değiştirmek ya da pekiştirmek için bu somut durumu kavrama gereksiniminden doğar. Tarihte çeşitli ideolojilerin ortaya çıkmasının yanı sıra, bilimsel bilginin gittikçe hızlanan bir ilerleyişi vardır. Bilgi, insanların üretici ve toplumsal-tarihsel etkinliklerinin gereksinimlerine göre şekillenerek yol alır.
İdeolojideki sürekliliği, bilimsel bilgideki süreklilikten ayırt etmek gerekir. Bilimdeki süreklilik daha önce elde edilmiş bütün nesnel bilginin korunması ve kullanılması anlamına gelirken, ideolojideki süreklilik sadece belli bir sınıfın gereksinimlerine uygun düşen ve içeriği çağın koşullarınca belirlenen düşünce malzemesinin korunması ve sürdürülmesi amacını taşır. Bilim ise toplumun manevi ve zihinsel yaşamın bir fenomeni olmasının yanı sıra, toplumun maddi yaşam alanını da kapsar.
Kültür, gelenek, görenek, düşünce ve sanat bir toplumun bütün değerlerini kapsamakta ve tarihsel bir olgu olarak insan faaliyetinin tüm maddi ve manevi kazançlarını dile getirmektedir. Metafizik ve idealist öğretiler, kültürün seçkin insanların ürünü olduğunu ileri sürer. Diyalektik ve tarihi materyalist öğreti ise, olağanüstü yetenekli insanların varlığını kabul etmekle birlikte, tarihsel süreçte pek çok bilimsel buluşun insanların üretim faaliyetleri süresince beliren ihtiyaçlarına uygun olarak kitleler tarafından gerçekleştirildiğini savunur. Aynı zamanda sınıflı toplumun ve devletin ortaya çıkmasıyla kafa ve kol emeklerinin birbirinden ayrılmasından sonra kültürün egemen sınıfların bir ayrıcalığı haline geldiğini vurgular.
Aralarında uzlaşmaz çelişkiler bulunan sınıflara bölünmüş bir toplumda kültür bütünsellik taşımaz. Her ulusal kültürde en basit biçimiyle de olsa demokratik ve sosyalist kültürün öğeleri mevcuttur. İnsanın zihinsel gelişiminde yeni bir aşama olan sosyalist kültürün temelini, geçmiş çağlardaki insan düşüncesinin ve kültürel mirasının özümlenmesi ve yeniden değerlendirilmesi oluşturur. Kapitalist toplumda, proleter yaşam koşulları ile kaçınılmaz bir şekilde demokrasi ve sosyalizm ideolojisini doğuran işçi sınıfı, sömürülen emekçi yığınlar, ezilen ve baskı altında tutulan halklar vardır. Bu nedenle işçi sınıfı burjuva kültürün içeriğinin tümünü bir yana atmaz ve kapitalizm koşullarında üretilen kültür zenginliğini kendisine mal etmeye çalışır.
Kitlelerin toplumsal bilinç kazanmasında bilimsel eğitim ve kültür birikimi hayati önemdedir. Kitlelerin kültürel biçimlenişini genel eğitim bağlamında ele alan Gramsci’ye göre kültür, “İnsanın örgütlenişi, içsel benliğinin disiplini, kişiliğine sahip oluşu, kendi tarihsel değerini, yaşamdaki işlevini ve kendi görevlerini kavrayabileceği bir üst bilincin kazanımıdır.” Kültür formasyonu kavramını sosyalizm perspektifiyle bağdaştıran Gramsci şöyle der: “Eğitim, kültür, bilgi ve deneyim aktarımı kitlelerin aydınlar karşısında bağımsızlığını sağlamaktadır. Meslekten aydınların ve ilahi hukuk savlarının despotizmine karşı mücadelenin en önemli evresi, kültürü yoğunlaştırma, bilinçlenmeyi derinleştirme çabasıdır.” Kitle hareketinin dinamizmine, yaratıcılığına ve gücüne inanan devrimciler için bu çaba, kesintisiz bir şekilde sürdürülmesi gereken bir görev olarak algılanmalıdır.