Pazartesi Söyleşileri’nin bu haftaki konuğu sinemacı ve yazar (ve aynı zamanda 68’li) Enis Rıza. Enis Rıza’yla, 68’e giden dönemin kültür ve sanat ortamını, edebiyat, tiyatro ve sinemaya dair yapılan tartışmaları ve kendisinin de kurucularından olduğu Genç Sinema Hareketi’ni konuştuk.
Emre Tansu Keten
68’e doğru giderken nasıl bir kültürel ortam vardı?
Aslında 68’i kavramsal olarak bir buluşma anı gibi düşünmek gerekiyor. Öncesinde süreç bizi hazırladı ve 68’de buluşuldu. Ben 65’te okulu bıraktım, fabrikada işçi olarak çalışmaya başladım. O dönem insanı solculaştıran bir hava vardı. Sonra okula döndüm ve Galatasaray Lisesi’ne girdim. O dönem, dünyada hakim söylemlere, anne baba ilişkilerine, eğitime kadar her şeye bir itiraz yükseliyordu. Hippiler gelirdi mesela Sultanahmet Meydanı’na. Onlarla tanışıyorduk, hayata karşı bakışlarını, eleştirilerini öğreniyorduk. Bunun yanında, iyi liselerde okuyan öğrenciler, askerlik yapmayı reddettiği için, bunun karşılığı olarak Türkiye’deki liselerde öğretmenlik yapmayı tercih eden Fransız, Alman hocalardan Batı düşünce dünyası hakkında birçok şey öğreniyordu. Bu hocalar, ülkelerinden Marx, Lenin ve Troçki’nin metinlerini getiriyordu. Türkiye’de gösterilmesi yasak olan, özellikle Sovyet sinemasından, filmleri bize ulaştırıyordu. Dolayısıyla bütün bunlardan başlayarak bizde de bir zihinsel kıpırdanma başladı.
Bu dönem İstanbul’da Gençlik Tiyatro Festivali düzenleniyordu her yaz. Dünyanın dört bir yanından tiyatrocu gençler geliyordu. Galatasaray Lisesi’nin yatakhanelerinde kalırlar ve şehrin çeşitli yerlerinde oyunlar oynarlardı. Bu, sabırsızlıkla beklediğimiz bir etkinlikti. Birçok ülkeden gençlerle tanışıyor, dünyanın halini tartışıyor, sisteme dair eleştirilerimizi paylaşıyorduk. Ayrıca her haziran, Açıkhava Tiyatrosu’nda Edebiyatçılar Gecesi ismiyle bir etkinlik düzenlenirdi. Geceleri ikilere üçlere kadar sürerdi. Yazarlar, şairler, ozanlar, müzisyenler bir araya gelirdi. Bir üçüncü unsur, Mehmet Fuat’ın çıkarttığı Yeni Dergi’ydi. Dönemin en nitelikli yayınıydı. Bizim için bir manifesto niteliği taşıyordu. Bütün bunlar, kültürel ve politik olarak bizi 68’e hazırlayan unsurlardı. Bu dönem kültürel ve sanatsal alana olan ilgi ve bu alanlardaki üretim, aslında politik radikalleşmenin temelini oluşturdu.
Bu dönem kültürel örgütlenmeler yaygınlaştı sanırım.
68’e doğru, Anadolu’yu tanımaya başladık. Otobüslere doluşup Anadolu’nun kasabalarına, köylerine geziler düzenliyor, oradaki halkla tanışıyorduk. Kendi ülkemize dokunmaya çalışıyorduk. Bu süreçte ben üniversite okumak için Ankara’ya gittim. Burada sinemaya daha yoğunlaştım. Ancak o dönem Batı’da çekilen filmler Türkiye çok geç geliyordu. Filmler hakkındaki yazıları okuyarak ya da yurtdışına giden arkadaşlardan dinleyerek dünya sinemasını takip etmeye çalışıyorduk. 20 kişi bir evde toplanıp, bir şekilde Türkiye’ye gelen yasak filmleri izliyorduk. 69 yılında, aldığımız bu formasyon meyvelerini vermeye başladı. Genç Sinema Hareketi, Ankara Birlik Sahnesi, Ankara Sanat Tiyatrosu, Gençlik Tiyatrosu, Halk Oyuncuları gibi topluluklar bu dönem ortaya çıktı. ODTÜ’de düzenlenen Ortadoğu Tiyatro Festivali, ülkenin çeşitli yerlerinden birçok tiyatro topluluğunu bir araya getiriyordu. Bu dönem bu toplulukların birkaçında aktif olarak yer aldım. Tiyatroya 65’te başlamıştım, ilk filmimi de 67’de çektim.
Genç Sinema Hareketi nasıl ortaya çıktı?
Genç Sinema Hareketi, Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen Hisar Film Festivali’nde çıkan tartışmaların üzerinden ortaya çıktı. Bazı arkadaşlarımızın filmleri üzerine çıkan tartışmadan sonra İstanbul’daki sinemacılar bu festivalden ayrılmıştı. Sonra haber bize de geldi. Zaten öncesinde Sinematek’te bir araya geldiğimiz arkadaşlardı. Bu tartışmalara Sinematek de karıştı. Ardından beraber, bir manifestoyla Genç Sinema Hareketi’ni kurduk. Genç Sinema Hareketi, ana akım sinema ve sanat sinemasına bir alternatif olarak üçüncü sinema çağrısıyla kuruldu. Yeşimçam’ı toptan karşısına alan bir hareketti. Bu dönem Fransa’daki sinema tartışmalarına da katılıyorduk. Solanas’ın Kızgın Fırınların Saati filmi bizi o dönem çok etkilemişti örneğin. Üçüncü sinema, bir filmin yapılış aşamasından, seyirciye ulaştırılmasına kadar bütün olarak o andaki sistemi karşısına alan bir anlayıştı. Seyirciyi özne haline getirme gibi bir hedefi vardı. Ankara Birlik Sahnesi’nde yapılan epik tiyatro tartışmalarıyla bir etkileşim de söz konusuydu. Çok kolektif ve dayanışmacı bir hareketti Genç Sinema. Film yapmaya paramız olsun diye dolmuşa, otobüse binmez yürürdük her yere. Herkes cebindekini ortaya koyardı. Film yapmak şimdiki gibi değildi. Çekiminden, kurgusuna kadar zahmetli ve pahalı bir işti. İki arkadaşımız yurtdışında sinema okuyup gelmişti, onun dışında herkes sinemayı sıfırdan öğrenmeye başladı. Çeşitli yöntemlerle kameralar edindik. Bir tanesi duruyor hatta, diğerini 15-16 Haziran’da polise kaptırmıştım.
Neler çekiyordunuz?
Anadolu’yu gezip, köyde, kasabada, Türkiye Öğretmenler Sendikası şubelerinde, Dev-Genç lokallerinde yaptığımız filmleri göstermeye başladık. Üç sene boyunca sürdürdük bunu. Kısa filmler ve belgesellerin yanında, benim belge film dediğim filmler de çekiyorduk. Mesela, Kanlı Pazar’ı, Taylan Özgür’ün cenazesini çekip, kurgulayıp ama bir hikâye ve yorum katmadan Anadolu’nun çeşitli yerlerinde gösteriyorduk. Alaçam’da tütün işçilerini örgütlemeye gidip, bu örgütlenme sürecini filme alıyorduk. Bu filmi de Antep’te fıstık işçilerine gösteriyorduk. O zamanlar TRT ilk yayınını yapmıştı, ama düzenli bir yayına geçmemişti. İnsanların görüntülü bir haber alma imkânları yoktu. Biz bunu böyle sağlıyorduk. Bir nevi medya işlevi görüyorduk.
Bütün bunları sadece kendi kaynaklarımızla yapıyorduk. Arkadaşlarımızın bize destek olmak için, hastaneye gidip kan sattığını hatırlıyorum. Biz de, film çekmek veya göstermek için bir yerlere gittiğimizde, minimum harcama yapıyorduk. Para harcadığımız yerleri tek tek not edip, arkadaşlarla paylaşıyorduk. Mesela benim ilk pozometremi Ulaş Bardakçı verdi. Çektiğimiz filmlerde sürekli diyaframla ilgili sorunlar yaşıyordum. Bir gün “nedir bu diyafram” dedi. Ben de “uzun mesele, bir gün sinemacı olmaya karar verirsen anlatırım” diye cevap verdim. “Peki nasıl çözeriz” diye sordu, ben de pozometreden bahsettim. Birkaç gün sonra “pozometre dediğin bu mu” diye önüme koydu pozometreyi. Başka bir olayda da, bir eylemi çekerken filmim bitti. O zamanlar otuz metre film kullanıyorduk. Birisi gelip ne olduğunu sordu, ben durumu anlattım. “Sen bekle burada bir yere ayrılma” dedi. Sonra grubun içinden yüz kişi ayrılıp başka bir sokağa girdi. Sonrasında bana bir kucak film getirdiler. Sonrasında öğrendim ki, polisler de eylemi kameraya alıyorlarmış. Polis arabasında yedek filmleri görmüşler, yüz kişi gidip almışlar. Yani, herkesin birbirinin yaptığı işe duyarlı olduğu ve birbirini desteklediği bir süreçti.
Genç Sinema Hareketi nasıl sonlandı?
Genç Sinema Hareketi olarak 12 Mart Darbesi’ne kadar birçok film çektik. Ancak solun geneli gibi biz de darmaduman olduk. Ancak sonrasında bu hareketin içerisinde yer alan herkes, yoluna sinemadan devam etti. Kimisi akademik düzeyde, kimisi üretime devam ederek. Ama işin kötü yanı, arşivimizin çoğunu kaybettik. Darbe olduğunda, filmlerin bir kısmını Ulaş Bardakçı vasıtasıyla diplomatik bagajla yurtdışına kaçırdık. Ancak, o zamanın koşullarından dolayı Ulaş’a sormadık kime gönderdin diye. Onu sormadığımız için de o filmlerin nerede olduğunu bilmiyoruz. Filmlerin bir kısmına da devlet el koydu ve bildiğimiz kadarıyla TRT arşivine gönderilmiş. Şimdi ana akım televizyonlarda yayımlanan “o dönemler ne kötüydü” tarzı programlarda kendi görüntülerimizi görüyoruz.