Kültür, bir milletin, bir toplumun tarihi boyunca üretmiş olduğu sözlü, yazılı, maddi ve manevi değerleridir. Bütün sanatlar da üretilmiş olduğu toplum hayatından beslenmektedir.
Başta söylemekte yarar var: Kültür ve sanat, devlet ve iktidarların güdümünde olamaz. Çünkü kültür ve sanat iktidarların resmi politikalarına sığmayan ve çerçevelere alınamayacak zenginlikte edimlerdir.
İktidarların görevi olsa olsa bu tür etkinlikler yapacak kurum ve kişilere kaynak sağlamak ve destek olmaktır.
Bir yandan konserler, etkinlikler ve festivaller yasaklanıyor, diğer yandan kendilerine uygun festivaller düzenleniyor.
Bu günlerde birkaç şehirde olduğu gibi Diyarbakır’da da devam etmekte olan ‘Sur Kültür Yolu Festivali’ de bunlardan biri.
Sur Kültür Yolu Festivali deniyor. Kültür yolu dedikleri, bir kentin bir coğrafyanın kültürel mirasını bir halkın kültürünü asimile etme yoludur aslında.
Hele de “Sur” sözcüğünün yakın tarihte yaşanan acıların halkta yarattığı travmatik çağrışımların tazeliğini koruduğu bir dönemde bir festivalin adında Sur’u kullanmak nasıl bir izan, nasıl bir mizan? Anlamak akıl kârı değil.
Yerel kültürel kurumların, sivil toplum örgütlerinin davet edilmediği ve görüş alınmadığı tepeden inme bir festival bu.
Türkiye’de her tür kültürün belli rant grupları eliyle bir etkisizleştirme sürecine çekilmek istenmesi sistemin ruhuna ve mantalitesine ters bir olgu değil elbet. Bu hep yapıldı.
Bunu yaparken de yerel kültürü yok sayıp kendi ırkçı, asimilasyoncu politikalarını halka dayattı.
***
Defalarca yazılıp çizildi. Varsın bir tekrar olsun. Bir kez daha belirtmekte yarar var.
Türkiye’de oldum olası kültüre dair sorunlar eksik olmadı ancak hiçbir dönem bu kadar tavan yapmadı. Kültürü ve sanatı araçsallaştırmayı amaçlayan iktidar, kendi gibi düşünmeyeni, yazıp çizmeyeni dışlayan ve düşmanlaştıran bir yapıya dönüşmüş durumda.
Tek’lik yeni mecralara uzanıyor. “Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet” söylemi tek ses, tek renk, tek kültür tek sanata doğru yol alıyor. Kendi düşüncesi dışında kalan her türden düşünceye düşmanca karşı çıkan bu yapı kültür ve sanatı da kendi çizdiği sınırlara çekmek istiyor. Tek tip insan yetiştirme heveslileri, kültür ve sanatı da bu konuda araçsallaştırıp güdümlü kılmaya çalışıyor.
İktidarın “kültürde de iktidar olma” sevdası, yerli ve milli kültürü egemen kılma adı altında yürüttüğü siyasetiyle popülizmi daha da büyütmüş, kültür ve sanat dünyasında derin yaralar açmıştır.
“Bunca yıllık kesintisiz iktidarız ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” deniyor. Bu sözler bu alanda da tek’liğe doğru kendi kültür politikalarını oluşturmak için henüz zapturapt altına alınamamış kültür ve sanat alanlarına yönelme ve daha fazla baskı oluşturma anlamına da geliyor.
Oysa kültür-sanat özgürlük bilincinin yansıtıldığı en özgün alandır. Tekçiliğe, tektipliliğe her türden baskı ve engellemeye doğası gereği karşıdır. Sanat bir itirazı, bir karşı çıkışı, bir muhalifliği içerdiğinde anlam kazanır. Gerçek sanat güdüm kabul etmez, her türden yönlendirmeyi reddeder, çerçevelere sığmaz.
***
Aslında devletlerin, hükümetlerin kültür-sanat politikası olmamalı. Çünkü sanat çerçevelere, tüzük ve yasalara sığmayan özgür bir alandır. Sanat her türden siyasetin üstünde kendi siyasasını kendi içinde oluşturan bir edimdir. “Yerli ve milli” adı altında yapılacak her türden müdahale ve evcilleştirme çabaları sanatı katletme, özünden uzaklaştırma anlamı taşır. Bu anlamıyla Goethe’nin dediği gibi: “Milli sanat ve milli bilim yoktur, ikisi de tüm üstün ve yüksek değerler gibi, tüm dünyanın malıdır.”
Nereden gelirse gelsin sanat güdüm kabul etmez, özü gereği, muhalif kimliğiyle; baskıya, zulme, sömürüye, yasakçı ve tekçi zihniyete karşı olmak durumundadır.
Kültüre, sanata ve sanatçıya yapılacak en büyük katkı ona uygun özgür bir alan oluşturmaktır. Ötesi zaten ‘gölge etme başka ihsan istemem’ cümlesinde anlamını bulmuştur.