Eleştiri bir kültür öğesi olarak ele alındığında ait olduğu kültüre göre tanımlanmak zorundadır, çünkü her kültürün kendi toplumsal gereksinimlerine göre bir eleştiri biçimi vardır. Kültür tanımı basit bir ifadeyle, özgül bir grubun yaşam tarzını oluşturan değerler, adetler, inançlar ve pratikler bileşkesi olarak özetlendiğinde eleştirinin de salt olumsuz bir olgu olmadığı görülür. Eleştiri, bütün toplumsal meselelerle ilgili olumlu veya olumsuz fikir beyanı ve önerileri akla getirir. Eleştirinin amacı ne olursa olsun işlevsel bir içeriğe sahip olmak zorundadır. Başka bir bakış açısına göre eleştiri, yaratılmış, yazılmış veya söylenmiş herhangi bir “fikir” üzerinden farklı bir bakış açısı veya neden sonuç ilişkisi kurma sanatıdır. Buna bağlı olarak eleştiri sadece gerçekliğin yorumlanmasını değil, aynı zamanda hakikatin ortaya çıkarılmasını da önceler. Elbette yorum, analiz ve yeniden okuma farklı başlangıçlar için önemlidir ama hakikate yaslanan eleştiri kadar dönüştürücü olamazlar. Yani yorum veya analiz, toplumsal gerçekliğin nasıl kurulduğuna bakarken, eleştiri toplumsal hakikati baz alarak temel önermelerde bulunan bir düşünce sistemidir.
Kültür öğesi olarak eleştiri, çerçevesi belli kıstaslar bütünüdür. Bu çerçeve dışında söylenen her söz örtük dünya bilgisinin dışında başka bir şey değildir. Zira eleştirel teori kuramına göre eleştiri gerçekten ziyade hakikatle ilgili bir tutum alma halidir. Hakikati hakikat adına dillendirmek hem insani hem de entelektüel bağlamda zorunlu bir beyandır.
Örneğin, ülkenin geriye gidişine dair kaygı duymadan, eleştiri yapmadan yaşamaya devam etmek ciddi bir yanılsamadır. Lakin varoluşsal endişelerin biçim ve ağırlıklarından bağımsız olarak eleştiriyi ifade etmek ahlaki bir buyruk olduğu kadar etik bir yükümlülüktür. Bunu yapmaktan imtina etmemek aynı zamanda ilkesel bir beyandır.
Bütün bunların farkında olup sessiz kalmayı tercih edenler ise yandaş ya da organik aydınlardır. Bunun yanı sıra ülkenin genel durumu karşısında laf kalabalığının peşine takılmak da bir o kadar münhal bir iştigaldir. Nitekim eleştirel beyanlar ve toplumsal sorumluluklardan kaynaklanan eleştiriler hakikatle örtüştüğü noktada yapıcı olurlar. Onun için eleştiriler olumlu karşı önermeleri de içermek zorundadır. Yani yapıcı eleştiri, her yer yıkıntılar içindeyken bile yeni bir inşa için önermelerde bulunmaktır yapıcı eleştiri.
Çünkü bu, mevcut sisteme bir alternatif oluşturma ve geleceğe dair ilkesel bir duruş demektir. Elbette yıkımların sebepleri, yıkıcının iflah olmaz şiddeti ve amacı yazılıp çizilmeli, konuşulup tartışılmalıdır ama bütün bunların çözüm önerileri olmadığı da bilinmelidir. Yani bütün bunların sistemden kaynaklanan tahribatları ortadan kaldıramayacağı bilince çıkarılmalı ve onun yerine hayata dokunan alternatifler ve önermeler geliştirilmelidir. Dolayısıyla yıkıcının yıkımları üzerine odaklanmak, o yıkımların içinde debelenip durmak anlamına gelir. Önemli olan buna karşı bir mücadele alanı yaratmaktır. Örneğin Ortadoğu ve Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı yıkımlar karşısında sinir krizine varacak yorumlar yerine sistemsel bir alternatif üzerinde yoğunlaşarak temel eleştiriler geliştirmek önemli bir adım olabilir. Bu bağlamda Kürt modern hareketinin ortaya attığı ve Rojava özgünlüğünde deneyimlemeye çalıştığı yönetsel aygıtların olanakları üzerinden düşünmek olgusal olarak oldukça yapıcı bir eleştiri olabilir. Dolayısıyla son derece önemli deneyim ve tecrübeler varken, ağırlıklı olarak toplumsal gerçeklik olguları üzerinden yıkıcı örnekleri baz alan yorum ve analizler güncel siyaseti etkilemeyecekleri gibi, geleceğe dair dönüştürücü bir etki yaratma ihtimalleri de zayıftır.
Lakin son yılların ağır yıkımları karşısında salt tahribatlar ve yönetsel gerileme üzerinde durmanın yapıcı bir eleştiri olmadığını düşünüyorum. Zira bu tür eleştiriler sistemin bir parçası olarak geri dönerler. Medya bu temelde saldırgan bir yorum ve karşı-yorum aygıtı olarak propagandaya ağırlık vermiştir. Bu hakikat salt güncel politikayla ilgili bir durum değildir. Aynı zamanda içinde bulunduğumuz zamanın ruhu ve geleceğe uzanan tinle ilgili bir husustur. Ciddiye alınması gereken mesele tam da budur. Yani temelde sistemin bir parçası olarak algılanan ve alt yapısı hazırlanmış olan yıkıcı yorum ve analizler yerine, yapıcı eleştiri mekanizmalarını oluşturarak toplumun refah ve barışla ilişkisini kuracak bir eleştiri kültürünü oluşturmak her zamanınkinden daha zorunludur. Çağımızın kültür sorunu olarak karşımızda duran eleştiri yetmezliği paradoksunu aşarak yeni bir başlangıç yapmak elzemdir. Bu da ancak aktif ve yapıcı bir eleştiri kültürünün oluşmasıyla mümkün olabilir.