Nasıl ki işsizliğe kalıcı çözüm, eşit ve onurlu bir yaşamın inşasının ön koşuluysa; Türkiye’nin demokratikleşmesi de Kürtlük ve Aleviliğin kalıcı çözüme kavuşmasından geçiyor
Herdem Fırat
Ortadoğu’da gündem her zaman çok yoğun olmuştur. Sistem krizinin en görünür olduğu coğrafyadır. Gelişmeler çok hızlıdır. Ancak bellek çok keskin ve derin olduğu için gelişmelerin değişime yansıması çok yavaştır. Bunun nedeni gelişmelerin unutkanlığı değil yani, olayların hızlı akışına belleğin aynı hızda yanıt verememesidir. Başka yerde alınan sonuçlar burada alınamıyor. Öyle ki en yetkin analistler bile son zamanda olayların seyrini ve sonuçlarını pek de doğru şekilde öngöremiyorlar. Güncel gelişmelere dayalı analizler gerçeği yansıtmamakla birlikte çözüm seçeneklerini de doğru geliştirmiyor. Tarihsel-toplumsal kodlar var: Nerdeyse tüm krizlerin ve çözümlerin dayandığı kodlar. Toplumların olduğu gibi devletlerin de kriz ve çözüm kodları var.
Türkiye, Ortadoğu ve Avrupa arasında bir köprü görevi gördüğünden dolayı gündemlerin yoğunluğu da daha fazla oluyor. Öyle bir yoğunluk var ki hangisine yetişecek diye insan bilemiyor. Savaş ve faşizm derken, ekonomik kriz eklendi. Ekonomik kriz derken seçim sürecine girildi. Seçimin arifesindeyken büyük bir deprem oldu. Daha deprem gündemi sıcaklığını korurken, son birkaç gündür özellikle deprem bölgesinde meydana gelen sel olayı tabloyu daha da ağırlaştırdı.
Hem deprem hem de sel iktidarın çürümüş yapısını görünür kıldı. Doğanın yapısını bozup rant alanına çevirmek bir yana iktidarın depremzede ve selzedelere yaklaşımı Fransız kraliçesinin “Ekmek yoksa pasta yesinler” söylemini aratmayacak boyuttadır. Tarım bakanının sel için “Birçok cana mal oldu ama toprak da suya doydu” sözleri çürümüşlüğü gözler önüne seriyor. Ölümleri her seferinde kadere bağlayıp işin içinden çıkan iktidar bu sefer öyle kolay kolay bu işin içinden çıkamaz.
Hem deprem hem de sel sonrası rant kavgası için doğanın nasıl tahrip edildiğini görünce aklıma bir Kızılderili sözü geldi: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” Tüm olanlara rağmen iktidar hala inşaatın yenmeyen bir şey olup olmadığını anlamış mıdır emin değilim.
Durumun vahametini anlamak için bu kadar bedel vermek zorunda mıydık diye sormadan edemiyor insan. Deprem bir doğa olayıdır. Deprem olmasın diyemezsin. Yağmur doğa olayıdır. Yağmur yağmasın diyemezsin. Ama depreme karşı önlemini alabilirsin. Aşırı yağmur yağmasına karşı önlem alabilirsin. Neden dağın başındaki evi su basmıyor? Deprem için asrın felaketi deniliyor. Binlerce enkazın yanında sağlam duran binaları da insan yapmadı mı? Demek ki ‘felaket’ sözü ancak insanın yaptıklarıyla açıklanacak bir şey. Doğa olayı için felaket demek doğru değildir. Eğer bir felaket varsa bu anca ve anca insanları çürük yapılara mahkum eden ve doğayı talan eden iktidarın kendisidir. Deprem sonrası herkes müteahhitleri suçlamaya başladı. Oysa müteahhide bu yetkiyi veren iktidar, denetleme mekanizması kuran iktidar, izin veren de iktidar.
Türkiye’nin de kriz ve çözümlerin dayandığı kodları var. Normal bir doğa olayı bile krize-kaosa dönüşüyor Türkiye’de. Türkiye o kadar derin toplumsal-siyasal sorunlar yaşıyor ki en normal durum bile ister istemez başka bir duruma dönüşüyor. Bunun nedeni toplumsal-siyasal sorunları baskılama ve yok sayma yaklaşımıdır. Ülkenin temel sorunlarını doğru tespit edip çözüm sunmamaktır.
Kapitalist modernite için işsizlik-fakirlik bir zorunluluktur. İç krizini verip çözümünü de bunun üzerinden üretiyor. Hiçbir zaman kalıcı bir işsizlik çözümü sunmaz. İşsizlik bir nevi varlık koşuludur. Aynı biçimde Türkiye’de de etnik ve dini varlıkların hakları devletin resmi ideolojisi için bir varlık nedenine dönüşmüş. Her şeyi halkların ve inançların kötü emellerine bağlayan resmi ideoloji kendi krizini ve çözümünü bunun üzerinden geliştiriyor. Kendi varlığını buna dayandırdığı için hep gerçek çözümün önünde engel oluyor.
Ülkede bu kadar çürümüşlüğün nedeni de resmi ideolojiye dayalı iş yapmaktır. Hele ki iktidarın ‘yerli ve milli’ sloganı her türlü gerçeğin üzerini örten mükemmel bir örtü olmaktadır. Depremde yıkılan binalar, selde su altında kalan yapılar; deprem anında çadır satan yardım kuruluşları da ‘milli ve yerli’nin ne kadar sağlam ve üretken olunduğunu gösterdi(!)
Türkiye Cumhuriyeti 100. yılında seçime gidiyor. Herkeste büyük bir değişim beklentisi varken bir bakıyorsun krizli yapının devamı için yine birileri ısrarla devreye giriyor. Meral Akşener cumhurbaşkanlığı adayı için anlaşmazlık yaşayınca masadan kalktı. Ama aradan birkaç gün geçtikten sonra formaliteden öteye geçmeyen bir yöntemle tekrar masaya döndü. Döndü dönmesine de… ilk söylediği neydi? ‘HDP’nin talepleri bu masaya gelemez?’ Madem talepleri masaya gelemez o zaman HDP’li seçmenlerden nasıl ve neye dayanarak oy isteyeceksin? Peki HDP’nin talepleri neler? Demokrasi, özgürlük, en temel hakların korunması, Kürt sorunun demokratik çözümü…
Akşener taleplerin içeriğinden birebir söz etmeden sadece düşmanlaştırılmış, terörize edilmiş haliyle yani resmi ideolojinin argümanıyla konuştu. Resmi ideoloji var olan iktidarın toplum üzerindeki etkisinin azaldığını görünce iktidara gelecek yeni adayın kontrol altında tutulması için kolları sıvadı. Akşener’den sonra şimdi de Mansur Yavaş sahneye sürülmüş. Şimdiye kadar olabildiğince siyasi söylemlerden uzak dura Yavaş ‘çözüm önerilerini’ sıralıyor ve işi yokuşa sürme peşinde olduğu görülüyor. Akşener ve Yavaş resmi ideolojinin kodlarını taşıyan ve savunan en güzide aktörler oldukları unutulmamalı. Kürtlerin Yavaş’ın adaylığına karşı çıkışlarının da ne kadar doğru olduğu ortaya çıkıyor.
Altılı masadaki krizin nedeni Kürt ve Alevi bir adaydı. Çözüm de Kürtlük ve Aleviliğin masadan tasfiyesi üzerindeydi. Yani şu söyleniyordu; “Kürt ve Alevi biri aday olabilir ama asla ve katiyen Kürtlük ve Alevilikten söz edilemez.” İşte bu yaklaşım Osmanlı’da başlayıp TC’de devam eden toplumsal-siyasal tüm sorunların nedenidir. Krizin de nedenidir. Sel ve depremde bu kadar büyük acılar yaşanmasının da nedenidir. Resmi ideoloji bu krizlerden beslenerek varlığını devam ediyor.
Nasıl ki işsizliğe kalıcı çözüm, eşit ve onurlu bir yaşamın inşasının ön koşuluysa; Türkiye’nin demokratikleşmesi de Kürtlük ve Aleviliğin kalıcı çözüme kavuşmasından geçiyor. (Kürtlük ve Alevilik derken diğer halkları ve inançları bunun dışında tutmuyorum. Sadece bir aday üzerinden dile getirildiğini için bunlara vurgu yapıyorum.) Yani kriz de belli çözüm de belli: Resmi ideolojinin kriz üreten ve varlığını sürdüren kodları kırmak.