Özü itibariyle sürekli faşizmden beslenen AKP-MHP çizgisini aşabilmenin yolu sayın Öcalan’ın özgür olma koşullarını sağlamaktan geçer
Keskin Bayındır*
Türkiye’de siyasi ekonomik toplumsal krizlerin boyutu göründüğünden çok daha derinlikli bir hal almış durumda. Türkiye’nin siyasal geleneği toplumun bünyesinde her on yılda bir çeşitli ölçekte yarattığı krizlerin enkazıyla ele alınabilir. Kuşkusuz ortaya çıkarılan her krizi gerek dönemsel gerek siyasal toplumsal önceliklerle değerlendirirsek bugünkü yaşadığımız kriz çöküş parametresi olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin siyasal kodları ve bunun üzerinden inşa edilmek istenen toplum tahayyülü, Türkçülüğü önceleyen tek tip toplum tasavvurunu yaratmaya harcadığı gözle görülebilir. Bütün motivasyonunu, dinamiklerini bu zemine oturtan devlet-siyaset gerçekliği krizi ortaya çıkaran ana unsurlardandır.
Devlet, bürokrasi, siyaset üçgeninde oluşturulmak istenen devlet toplum dayatmasına karşı, Kürt halkı başta olmak üzere farklı inanç, etnik ve kültürel halkların direniş mücadelesi söz konusudur.
Kürt halkının 100 yıllık direnişini bastırmak için askeri, siyasi, kültürel, toplumsal ve ekonomik gücünü seferber etmiş olmasını, devletçi, Türkçü inkarcı zihniyetin sonucu olarak görmek mümkün. Kürt halkının siyasi, ekonomik, toplumsal ve yönetimsel arayışlarına karşı verilen savaş ve şiddet gerçekliği Türkiye’deki krizlerin ana nedenini oluşturuyor. Hakikat penceresinden baktığımızda bugünkü durumun bir idari yönetim krizi ve benzeri olmadığı, tam tersine tüm ağırlığıyla çözüm bekleyen sorunlara karşı savaş ve şiddette ısrar etmenin krizi olduğu anlaşılır. Hangi yönetim iktidar ya da idari sistemle ülke yönetilirse yönetilsin, Kürt sorunun çözüm iradesine, gücüne karşı savaş, bastırma ve yok etme zihniyeti bir mekanizmaya dönüşecek ve Türkiye’nin krizlerden kurtulması mümkün görünmeyecektir. Dünyadaki otoriter faşist rejimlerin oluşum, gelişim ve yayılım süreci, toplumda zayıflayan demokrasi bilincinin ve bu temel değerleri güvenceye alan kurumsallıkların yoksun oluşları üzerinden gelişir.
Özü itibariyle sürekli çatışma, şiddet ve milliyetçilikten beslenen AKP-MHP rejimi bu gerçekliğe sahip bir iktidar biçimidir. Açık bir savaş şiddet koalisyonu olan ve devletin tüm dinamiklerini buna göre dizayn eden bu rejim, bugün sadece kendi sınırları içinde değil Orta Doğu ülkelerine bu karakterle hareket edip yayılmacı bir hegemonya kurmaya çalıştı. Savaş ve askeri güç gösterileri üzerinden inşa edilmek istenen bu rejimin yarattığı tahribatın ve yıkımın acı sonuçlarını tüm toplum yaşamaktadır. Savaş ve şiddette ısrarın sonucu açığa bu krizin boyutu artık bir yönetememe sorunu olmaktan çıkmış devletin çöküşünü de gündeme alan bir devlet krizine dönüşmüştür. AKP-MHP bu durumu en iyi bilen iktidar konumundadır, dolayısıyla hem iktidarını hem de devletin varlığının garantisini daha fazla savaş, şiddet, baskı sömürü düzenini geliştirmekte görüyor. Haliyle bölgesel savaş politikalarının hepsinde çakılan AKP-MHP faşist rejimi son hamle olarak tüm gücüyle Kürtlere ve Kürdistan coğrafyasında saldırı ve işgal stratejisini yürütmeye çalışmaktadır.
21. yüzyılda Kürtler arasındaki İhanet hançeri olan KDP işbirliğiyle her ne kadar güney Kürdistan’da belli etkinlik gösterse de, her yerde ve her yönlü gelişen özgür Kürt direnişi karşısında tarihin en büyük kırılması ile karşı karşıyadır. Son dönemece girilen bu kavşakta Kürt halkının yükselen direnişi ve özgür yaşamdaki mücadelenin sürekliliği, hem bu rejimin hem de inkar zihniyetinin sonunu hızlandıracaktır. Kürt İnkarcılığını geliştirerek çeşitli kesimlerin açık ya da örtülü desteğini alan bu rejimin başarısızlığı gelinen aşamada hem içte hem dışta izole edilmesini beraberinde getirdi.
Bu anlamıyla temel moral gücümüz olan halkımızın direnişinin siyasi toplumsal etkisini yabana atmamak gerekir.
Elbette 100 yıllık inkar imha siyasetinin, planlanmış ,yoğunlaştırılmış zihniyetinden kurtulma bağlamında ele alırsak kuşkusuz eksiklerin olduğu ve daha yaratıcı, sonuç alıcı toplumsal mücadeleye ihtiyaç duyulduğu görülecektir. Bu rejimin varlığını sürdürdüğü her gün, halkımıza karşı baskı ve şiddet sarmalının devam edeceğini bilmek ve buna göre mücadeleyi geliştirme sorumluluğunu taşımak büyük önem kazanmaktadır. Orta Doğu ve Kürdistan’da savaşın ve şiddetin Truva Atı olarak rol oynamak isteyen bu rejimin Kıyamet düzenine karşı yegane gerekli olan şey , tarihsel, siyasal sosyolojik hakikat olması itibariyle çözüm gücü olan sayın Öcalan’ın demokratik çözüm önerilerinin esas alınmasıdır. Kürdistan ve Kürt sorunun temel çözüm yolu Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifinden geçmektedir.
Özü itibariyle sürekli faşizmden beslenen AKP-MHP çizgisini aşabilmenin yolu sayın Öcalan’ın özgür olma koşullarını sağlamaktan geçer. Bunun dışındaki tüm yöntemler bugüne kadar denendi ve başarılamadı. Bu büyük çözümsüzlüğe karşı en büyük çözüm sayın Öcalan’dır. Toplumun sofrasında ekmeğin azalıp artması, anlamlı bir yaşamının olup olmaması barış içinde umutlu özgür bir geleceğinin olup olmaması durumu, derin çözümsüzlükten ya da büyük çözüm denkleminden birini tercih etmesine bağlıdır. Bizlerin mücadelesi büyük çözüme yani Sayın Öcalan’ın rolünü oynayabilmesi lehine olacaktır.
* Demokratik Bölgeler Partisi Eşbaşkanı