KESK, bölge mitinglerinin sonuncusunu yarın İstanbul’da gerçekleştiriyor. KESK Eşbaşkanı Mehmet Bozgeyik krizden etkilenen bütün toplumsal kesimler için meydanlarda olduklarını belirterek, Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda yapılacak mitinge katılım çağrısı yaptı
Hüseyin Kalkan-Mehmet Şahin
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) bir süreden beri krize karşı, “Krizin Faturasını Emekçiler Değil, Krizi Yaratanlar Ödesin” sloganı ile bir kampanya yürütüyor. KESK bu kapsamda şimdiye kadar 3 ilde bölge mitingleri düzenledi, 50 ilde miting çalışması yürüttü. KESK Eşbaşkanı Mehmet Bozgeyik bu çalışmalara bizzat katıldı, mitinglerde konuşmalar yaptı. Yarın Saat 14.00’te Bakırköy Özgürlük Meydanı’ndaki mitingden önce kendisi ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Bozgeyik ile miting çalışmalarını ve krize dair izlenimlerini konuştuk.
Yaşadığımız ekonomik kriz emekçilerin günlük yaşamını nasıl etkiliyor. Somut gözlemleriniz var mı?
Biz KESK olarak sadece ekonomik bir krizden söz etmiyoruz. Ekonomik krizleri yaratan siyasetteki krizdir. Türkiye’de bir yönetim krizi var. 16 yıllık AKP iktidarı, daha çok ithalata dayanan, inşaat ve betonlaşma üzerinde politikalar geliştirdi. Üretime, istihdama kaynak ayırmayan bir politika izledi, izliyor. Her ne kadar, “IMF’ye borcumuzu ödedik, IMF’ye borcumuz yok” deseler de, AKP’nin 16 yıllık politikaları açısından baktığımızda Kemal Devriş döneminden kalma IMF’nin öngörmüş olduğu politikaları uyguluyor. Doğal olarak bu da Türkiye’de giderek artan bir işsizlik, enflasyon, işçilerin ve kamu emekçilerin ücretlerinde reel anlamda yaşanan düşüşler, alım gücünde meydana gelen azalmalar gibi birçok sonucu ortaya çıkarıyor. Örneğin önceki gün açıklanan TÜİK rakamlarına baktığımızdan 2018 Ocak ayında yüzde 9,9 olan işsizlik rakamları, eylül ayında 11,4’e çıkmış. 2,2’lik bir artış var. Hem tarımda, hem inşaatta çalışanlarda 550 bine yaklaşan bir azalma var. Yine dünyada en fazla eğitimli işsizliğin olduğu bir ülke Türkiye. 1 milyon 160 bine yakın işsiz üniversite mezunu var.
Doğal olarak hem işsizliğin yükselmesi, hem enflasyonun yükselmesi, hem döviz kurunda son 5-6 aydaki yükseliş açısında baktığımızda hem kamu emekçilerinin hem işçilerin önemli bir ekonomik kayıpla karşı karşıya kaldığını görürüz. 2018 yılında açıklanan 1603 TL’lik asgari ücret rakamı o zaman 400 dolara tekabül ediyordu. Şu anda ancak 300 dolar ediyor. Yani asgari ücrette 100 dolarlık bir kayıp var. KESK açısında tabii ki ekonomik kayıplar önemli, ama asıl önemli olan iş güvenliğinin ortada kalkmasıdır. Sözleşmeli çalışma kamuda hakim hale getirildi. 2,5 yıllık OHAL sürecinde KHK’lerle hem iş güvencesini ortadan kaldırdılar, hem de yüz binlerce kamu emekçisini işten çıkardılar. 300 bine yakın sözleşmeli işçinin işine son verdiler. İş güvencemizi ortada kaldıran, çalışma yaşamını etkileyen uygulamalarla karşı karşıyayız.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndaki işçi, “Ben çocuğuma ceket almadığım için okula gitmedi” dedi. Son dönemde tabanla temaslarınızda benzer yakınmalara tanık oldunuz mu?
Türkiye’de 6 milyona yakın bir kredi kartı borçlusu var. Gelirleri yetmediği için insanlar kredi kartı ile borçlanıyor. Ev alan, araba alan enflasyonla birlikte borcunu ödeyemez hale geldi. Birçok kamu emekçisi icra takibi ile karşı karşıya geldi.
Aldıkları evin taksitini ödeyemeyen çok insan var mı?
Hem müteahhitlerin bankalardan aldıkları kredileri ödeyememe sorunu var, hem ev alanların taksitleri ödeyememe sorunu var. Dolayısı ile bugün en büyük krizi yaşayan inşaat sektörüdür. AKP uzun süreden beri inşaata dayalı ekonomik bir çizgi izliyordu. Sıcak parayı oradan piyasada dolaştırarak, ekonomik krizi atlatmaya çalışıyor. Yine kamu emekçileri açısından baktığımızdan gıda harcamaları bakımından, eğitim harcamaları bakımından, sağlık harcamaları açısından bir düşmenin olduğunu görüyoruz. Harcamalarını kısıtlama, tasarrufa gitme, sosyal yaşamı kısıtlama ve eğitim harcamalarında bir azalma var. Bunun temel nedeni doğalgaza, elektriğe gelen zamlarla birlikte yaşanan ekonomik krizdir. Birçok şirketin konkordato ilan etmesi, bankalardan aldıkları kredileri ödememesinden kaynaklanmaktadır.
Şimdiye kadar üç bölgesel miting yaptınız. Bu mitingler nasıl bir etki yaptı? Sizin izlenimleriniz nedir?
Miting kararlarımız açıklanmadan önce emek meslek örgütleri ile, sivil toplum kuruluşlarıyla İstanbul’da bir toplantı yaptık, 70 yakın örgüt katıldı ve ortak bir deklarasyon yayınladık. Oradaki temel isteğimiz işsizliğe, yoksulluğa, ekonomik krize karşı ortak mücadele etmekti. Bunun yanı sıra Türkiye’deki anti-demokratik uygulamaları iki bucuk yıllık OHAL sürecinde uygulanan otoriter, faşizan uygulamalara karşı ortak mücadele noktasında bir irade ortaya konuldu. Bu doğrultuda İzmir, Samsun, Adana ve Diyarbakır’da mitingler yaptık. Son miting bu hafta sonu İstanbul’da olacak. Dört merkezde miting yaptık ama 50 ilde miting çalışması yürüttük. İşyerlerinde kamu emekçileri ile sivil toplum örgütleriyle, siyasi partilerle, işçi sendikalarıyla, emek meslek örgütleriyle onların üyeleri ile toplantılar yaptık.
Amacımız OHAL’le birlikte yaşanan korku iklimini, korku havasını dağıtmak ve alanlara çıkmaktı. Bunda bir nebze olsa da başarılı olduğumuzu düşünüyorum.
Faturayı krizi yaratanlar ödesin, emekçiler değil diyorsunuz. Böyle olması için başka ne yapmak gerekiyor?
Her kriz döneminde ülkeyi yönetenler muhalefet üzerinde baskı uyguluyorlar. Türkiye’de ekonomik kriz nedeniyle reel anlamdaki kayıplar yaşandığı, hem işten çıkarmaların yoğun olarak yaşandığı, grevlerin yasaklandığı, demokratik hak ve özgürlüklerimizi kullanamadığımız bir süreçten geçiyoruz. Doğal olarak bu baskılara birlikte karşı çıkmak gerek. Birlikte mücadele etmek gerek. Kriz süreci herkesi bir şekilde etkiliyor. Kamu emekçilerinin ücretlerinde, işçilerin ücretlerinde reel anlamda kayıplar yaşandığında bundan esnaf da etkileniyor. Çünkü emekçinin alım gücü düşerse, esnaf da iş yapamaz. Et ve diğer tarımsal maddeler ithal edilirse köylü emeği ile yaşayamaz, kadınlar kriz döneminde en önce işte çıkarılan ve krizden etkilenen kesimdir. Giderek eğitime daha az kaynak ayrılmakta ve gençlerin eğitim imkânı daralmaktadır. Öteden beri biz KESK olarak demokrasi dışı, anayasasızlık olarak adlandırdığımız, anti-demokratik süreçlerin yaygınlaştığı, en temel haklarımızı kullanamaz hale geldiğimiz, -ifade özgürlüğüdür, seyahat etme özgürlüğüdür, sendika seçme özgürlüğüdür- bu dönemin bir an önce bitmesini istiyoruz. Bu engellerin ortadan kalkması için birlikte mücadele etmek gerektiğini öteden beri söylüyoruz, bu bölge mitinglerinin toplumsal muhalefetin birlikte mücadele etme zeminini güçlendirdiğine inanıyoruz.
Genel olarak sendika yönetimlerinin ekonomik kriz ve demokratik haklar konusunda çok duyarlı davranmadıklarını biliyoruz. O sendikaların tabandaki durumu nasıl?
Biz mücadele yürütürken kamuda çalışan tüm emekçiler için bir mücadele yürütüyoruz. Sadece 150 bin KESK üyesi için alanlarda değiliz. Doğal olarak hem kriz sürecini hem anti-demokratik uygulamalardan muzdarip 2 milyona yakın kamu emekçisi, 3 milyona yakın emekli olmak üzere tüm kesimlerin çıkarı için çalışıyoruz. Ancak öteden beri hükümete yakın tüm sendikalar, sivil toplum örgütü üyelerinin uğradığı haksızlıklar konusunda bile tepki göstermemektedirler. İşyerlerinde hükümete yakın sendika üyeleri eğitimde, sağlıkta yaşanan özelleştirmeler, emekçilerin iş güvencesini ortada kaldıran yasalar konusunda tepkili olduklarını söyleyebiliriz. Ancak toplumda yaratılan korku iklimi, ötekileştirici, milliyetçi şoven politikalar nedeniyle üyelerini harekete geçirmeme, tepkilerini yüksek sesle seslendirmeme durumu var, bunun da temel nedeni demokrasinin işletilmemesi ile ilgili, daha çok baskı politikalarının işletilmesi ile ilgili. Biz inanıyoruz ki, korku iklimi ortada kalktığında gerçekte insanların demokratik haklarını serbestçe kullanabildiği, tercihlerini serbestçe ortaya koydukları bir ortam olduğunda o kişilerin de o sendikaları bırakacağına inanıyoruz. Buna dair beyanda bulunduklarını biliyorum. Yine işçi sendikaları açısından asgari ücretin gerçekten açlık sınırının bile altında olduğu bir dönemde yine hükümete yakın sendikaların bu asgari ücret konusunda kıllarını kıpırdatmadıklarını biliyoruz. Biz KESK olarak, DİSK, TMOB, TTB olarak sadece kendi üyelerimiz için değil, toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren bu sorunlar için birlikte mücadele edeceğimizi belirtebiliriz.
Leyla Güven’in talebi karşılansın
DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük tecride karşı açlık grevinde. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Çalışma yaşamındaki hak ihlalleri diğer alanlardaki hak ihlallerine yol açıyor. Demokratik siyaset yürüten milletvekilleri, 6 milyona yakın oy almış HDP eski Eşbaşkanlarının tutuklu olması, yine halkın iradesi ile seçilen belediye eşbaşkanlarının tutuklanması, yerlerine kayyum atanması, cezaevlerinde de hükümlü ve tutuklara yönelik baskıların şiddetlenmesi ve işkencenin yaygın olması bakımında baktığımızdan, Sayın Leyla Güven’in hem tecridin ortada kaldırılması, hem cezaevlerinde yaşam koşullarının iyileştirilmesi, hem anayasa ve uluslararası sözleşmelerden kaynaklı ailesi ile görüşme, avukatları ile iletişime geçme hakkı gibi birçok temel insani hakların kullanılması için başlatmış olduğu eylemi haklı bir eylem olarak değerlendiriyoruz. Sonuçta demokratik, barışçıl bir talep. Cezaevindeki bir kişinin de taleplerini duyurmak için açlık grevinden başka bir seçeneği yok. Bu talebin de karşılanması gerekiyor. Geçmiş dönemlerde Türkiye’de cezaevlerinde açlık grevleri süreçleri oldu, ölümler oldu. Biz bu süreçte böyle şeylerin tekrar yaşanmasını istemiyoruz. Taleplerinin karşılanması ve eylemin barışçıl bir şekilde sonlandırılmasını istiyoruz. Tekrar can kayıplarının yaşanmaması gerek. Bu konuda da Türkiye’deki aydınlara, yazarlara, demokratlara önemli görevler düşüyor. Bu konuda duyarlı davranmaya çağıran bir çalışmanın yapılması gerek diye düşünüyorum.
Herkesi mitinge bekliyoruz
Ekonomik kriz hepimiz etkiliyor. Anti-demokratik uygulamalar hepimizi etkiliyor. İş yaşamımız, toplumsal yaşamımız bundan etkileniyor. Krizden etkilenen bütün kesimleri, 22 Aralık Cumartesi gün saat 14.00’te Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda yapacağımız mitinge davet ediyoruz. Türkiye’de demokrasi isteyen, barış isteyen, özgürlükten yana, adaletten yana tüm toplumsal kesimleri bizimle dayanışma içinde o alanda olmaya davet ediyoruz.