Türkiye’nin 23 Nisan 2021’de sınır ötesine yönelik saldırıların, bir yıl sonra KDP ortaklığında bir adım ileri taşındığını belirten gazeteci Aziz Köylüoğlu, Mezopotamya Haber Ajansına konuştu. Azizoğlu, “KDP çizgisi, sömürgeci devletlerle ortaklaşma üzerine şekillenmiş ve Kürtleri parçalamaya yönelik oluşturulmuş bir çizgidir” dedi
Türkiye’nin bugüne kadar yaptığı operasyonlarda her türlü tekniği kullanmasına rağmen istediği sonucu alamadığını ifade eden Azizoğlu, “Operasyonun birinci amacı; Geniş bir alanda gerek Kürdistan derinliklerine doğru yayılmak ve arazi de alan kurmak, gerillayı burada daraltmak ve darbelemek üzerine şekillenmişti. Sadece Metîna, Zap, Avaşîn, Heftanîn ve Xakurkê bölgelerini değil, daha da derinlere inmeyi hedefliyorlardı. Birinci arayışları buydu. Yaza kadar bu alanları tamamen gerilladan arındırmak, gerillayı bu alanlarda tasfiye etmek ve daha sonra Garê ve Kandil gibi alanlara yayılma üzerine bir amaçları vardı.Tabi bununla da yetinmeyeceklerdi. Bu operasyonda Şengal’i de içine alacak şekilde genişletilmişti. Ama mevcut durumda amaçları gerçekleşmedi. Hatta şunu söyleyebilirim; Türkiye bu operasyonla büyük bir darbe aldı. Bütün teknik, hava, SİHA, İHA araçlarını kullanmasına rağmen istediği sonucu alamadı. Tam tersi bir durum ortaya çıktı. Türkiye 1989’dan beri sistematik bir biçimde gerillaya karşı kimyasal silahları kullanıyordu. Bu basına da yansıdı. Hatta insan hakları örgütlerinin raporlarına dahi yansıyan durumlar oldu. Ama 2021 yılında bu saldırılarını en üst düzeye çıkarttılar. Tarihi boyunca Türkiye, bu kadar yoğun bir biçimde kimyasal silah saldırısı yapmamıştı” dedi.
Kimyasal silah kullanımı
“Neden Türkiye kimyasal silaha başvurdu” sorusu üzerine askeri taktiklerin boşa çıktığı dönemlerde kimyasal silahın devreye girdiğine dikkat çeken Azizoğlu, “Türkiye’nin bu kadar yoğun kimyasal silah kullanması aynı zamanda askerî açıdan bütün taktiklerinin boşa çıktığının anlamına da geliyor. Türkiye’nin hedeflerine ulaşmasını bir yana bırakalım, esas olarak şu anda Başûr Kürdistan’da gerilladan darbe alıyor ve bu darbe onları farklı uçlara itiyor. Şu anda farklı arayışlar içindeler. Tabi saldırıları sadece Türkiye yapıyor diyemeyiz. Bu şekilde değerlendirmek yetersiz olacaktır. Türkiye’nin saldırıları aynı zamanda NATO saldırılarıdır. Çünkü Türkiye bütün askeri sistemini son yıllarda, S-400’ler dışında NATO’dan alıyor. NATO’dan yoğun destek alıyor. Bu yoğun destek bugünden değil, 1986’dan bu yana PKK’ye karşı savaşıyor. Bunun yanında uzun yıllardır KDP de zaten PKK’ye karşı Türkiye ile ilişki içerisindedir” diye ifade etti.
NATO-KDP desteği
Türkiye’nin NATO-KDP iş birliğine ve teknik üstünlüğüne rağmen sonuç alamadığına dikkat çeken Azizoğlu, “Güney Kürdistan’a 1992’de yapılan saldırıda da KDP bu desteğini zirveye çıkardı. Türkiye ile ortak saldırı yaptı. Bunu 1997’de sürdürdü. Şimdi ise askeri saldırılarla birlikte gerillayı kuşatma altına almaya yönelik hamleler içerisine girerek, aynı zamanda Xelîfan’daki gibi zaman zaman saldırdı. Operasyona destek veriyor. Tabi bütün bunları bir araya getirdiğimizde, NATO, KDP desteğinin yanı sıra teknik üstünlük yine de gerillayı dağlardan sökemedi ve atamadı. Bunun tam tersi gerilla biraz daha dağların derinliklerine yerleşti ve şu anda hemen hemen saldırıların olduğu her yerde gerilla varlığını sürdürüyor.
İşbirliğine rağmen sonuç yok
Türkiye’nin yayılma durumundan ziyade kendini savunma pozisyonuna girdiğini söyleyen Azizoğlu, “Uygun yerde ve zamanda ise karşı saldırılar yapılarak, Türkiye’ye darbeler vuruyor. Yine Türkiye’nin keşif ve benzeri silahlarına karşı ise teknik oluşturuyor. Bu da esas olarak Türkiye’nin NATO-KDP iş birliğine rağmen sonuç alamamasını beraberinde getiriyor. Türkiye birçok yerden sonbaharın sonlarına doğru çekilmek zorunda kaldı. Mevcut durumda herhangi bir ilerleme ya da herhangi bir yayılma durumunda değil, daha çok girdiği yerde kendini savunma pozisyonuna girmiş durumda. Bu da gerillanın esas başarı noktalarından bir tanesidir diye düşünüyorum” ifadelerinin kullandı.
Konjektör etkileri
Türkiye’nin sonuç alamamasının bölgesel ve uluslararası konjektör üzerindeki etkilerine ilişkin ise şunları söyleyen Azizoğlu, “Türkiye konjektörel durumları iyi hesaplayan ve bu konjektörel durumlara göre kendini uyarlayan bir pozisyonda. Özellikle AKP-MHP iktidarı mevcut ilkelerden daha ziyade tamamen konjektörel ve pragmatist bir politika uyguluyor. Ortaya çıkan her durumu ‘Kürtlere karşı nasıl kullanabilirim’ üzerinden değerlendirmek istiyor. En son Ukrayna-Rusya çatışmalarını bu bağlamda değerlendirmek ve özellikle 2014 yılından bu yana batıyla olan çelişki ve çatışma durumunu iyileştirmeye yönelik bir hamleye dönüştürmek istiyor. ABD ile buzları biraz eritmek istiyor. Ama tabi gerillanın burada ki direnişi bu durumu da ciddi anlamda zorluyor. Türkiye’nin mevcut politikalarını zorluyor. Türkiye’nin başarısız olması sadece bugünle alakalı değil. Türkiye’nin başarısızlığı uzun süreli bir başarısızlıktır. Şimdiye kadar Türkiye PKK’ye ve Kürt halkına karşı denenmemiş bir yöntem bırakmadı. Bütün yöntemleri denedi. Ancak hiçbiri sonuç vermedi. Türkiye, Kürtleri imha etme ve asimilasyondan geçirme politikası izliyor. Asimilasyon ve imhaya dayalı politikalar da Kürtlerin direnciyle karşılaşıyor. Bu direnç uluslararası alanda ve halklar nezdinde devletleri zorlayacak şekilde ciddi sonuçlar veriyor. Özellikle bu son dönemde PKK’nin yasaklı örgütler listesinde çıkarılmasına yönelik yapılan çalışmalar ve yine dünyanın birçok yerinde bu kampanyaya destek verilmesi bu direniş ve mücadeleyle alakalıdır” dedi.
Erdoğan-Barzani aile şirketi
Azizoğlu, Erdoğan-Barzani ailesi arasında ekonomik ilişkiler şirket ortaklığı olduğunu ifade etti. Azizoğlu, her iki ailenin Federe Kürdistan’da milyarlarca dolar kazandığını söyleyerek söyle devam etti: “AKP-KDP ilişkileri sadece görünen şekilde değil. Bunun ekonomik ve siyasi yanları da var. Yine kader birliği anlamında da değerlendirilebilecek yanları var. KDP 2017 referandumundan sonra büyük bir darbe aldı. KDP tamamen AKP-MHP faşist iktidara dayalı bir politika içerisinde. Kürt karşıtlığı temelinde böylesi bir politika içerisinde yer alıyor. Bu politikanın tabi ideolojik yönü de var. KDP kendini Nakşibendi tarikatının öncülerinden öncüsü olarak değerlendiriyor. Kendini biraz da böyle tanımlıyorlar” dedi.
Fikir bütünlüğü
AKP ile KDP’nin fikirsel bütünlüklerini olduğuna dikkat çeken Azizoğlu, “Yine AKP’de kendini Nakşibendi olarak tanımlıyor. Bu anlamda fikirsel bütünlükte var. Erdoğan-Barzani ailesi arasında ekonomik ilişkiler şirket ortaklığıdır. Yani aynı şirketin ortağıdırlar. Her iki aile Güney Kürdistan’da milyarlarca dolar kazanıyor. Bu anlamda da ortaktırlar. Bu ortaklık kendini politikaya da yansıtıyor. Politikaya yansıması da Kürtlere yönelik yapılan askeri, siyasi tüm hamlelerde AKP-KDP ortaklığına dönüşüyor. Hatta Kürt hareketinin uluslararası alanda bastırılmasında veya yasaklı örgütler arasında yer almasına Türkiye’den daha çok KDP’nin rolü var. KDP bu anlamda daha aktif bir rol oynuyor. Yine Türkiye’nin Kürtlere karşı yürüttüğü imha ve inkâr politikasına meşruiyet kazanıyor. Bu da ilişkilerinin ayrı bir boyutu. Bütün bu ilişkileri bir araya getirdiğimizde şu anda KDP-AKP bir kader birliği içerisindedir” diye konuştu.
Birlik değil KDP sorunu
Kürtlerin birlik sorunu olmadığının atını çizen Azizoğlu, sözlerini söyle sonlandırdı: “Yalnız Kürt birliğini istemeyen KDP çizgisi var. Bu çizginin de Kürt birliğine karşı bir çizgi olduğuna dikkat çeken Azizoğlu, “Kürt birliği denince herkesin aklına ‘Kürtler niye birlik olmuyor’ sorusu geliyor. Bence Kürtler birlik olmuş durumda. Kürtlerin birlik sorunu yok. Yalnız Kürt birliğini istemeyen KDP çizgisi var. Bu çizgi de Kürt birliğine karşı bir çizgidir. Esas olarak egemen ve sömürgeci devletlerle ortaklaşma üzerine şekillenmiş ve Kürtleri parçalamaya yönelik oluşturulmuş bir çizgidir. Bu çizgi zamanında İran rejimiyle ortaklaşmış, Kürt örgütlerine karşı tasfiye operasyonlarında en ön cephede askeri olarak yer almıştır. Yine KDP ve onun çizgisi, Güney Kürdistan’da kardeş kavgası olarak tanımlanan savaşın nedenidir. Bunu da Saddam Hüseyin -ki Saddam Hüseyin aynı zamanda Kürt soykırımının sorumlusudur- onunla ortaklaşarak, bunu yapmış bir çizgi. Bakûrê Kürdistan’da Türkiye’yle ortaklaşarak, Kürt hareketinin tasfiyesine yönelik 1982’den beridir yoğun bir çalışma içinde. Yine Rojava da özellikle 2012 sonrasında çetelerle, selefi örgütlerle DAİŞ ve El-Nusra ile Özgür Suriye Ordusu’yla da ortaklaşmıştır. ENKS adı altında bir yapılanma oluşturarak, Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik ciddi saldırılar içerisine girdi. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, Kürtler halk olarak ulusal birliğini oluşturmuştur. Bu ulusal birliğinin önündeki engel, KDP çizgisidir. KDP’nin Türkiye’nin saldırı konseptine desteği, bu çizgiyi daha fazla derinleştirecektir.”