Cumhurbaşkanının eşi Emine Erdoğan’ın köylü kadınlara tohum seferberliği çağrıları yapmasıyla toplanan tohumlar sertifikalandı. Sertifikalanan tohumda, sıra tohumun sermayenin eline verilmesinde
2017 yılında başlatılan, Tarım ve Orman Bakanlığınca yürütülen “Ata Tohumu Projesi” kapsamında toplantılara katılan Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan yaptığı bir konuşmada, “Ata tohumu seferberliğimizde kadınlarımızdan destek istiyorum. Yerli tohumun peşine düşelim ve bu alanda devletimizin milli tarım seferberliğine katkı sağlayalım” diye belirttiği süreç hızla ilerliyor. TİGEM Polatlı İşletme Müdürü Ünal Kılıç, “Yerel tohum buluşmaları” kapsamında üreticilerden toplanan tohumların TİGEM, Tarımsal Araştırmalar ve Projeler Genel Müdürlüğü ve Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü uzmanlarınca tasnif edilerek kayıt altına alındığını açıkladı.
Toplanan tohum sertifikalandı
Çiftçilerden toplanarak tasnif edilen sebze meyve tohumların, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün (TİGEM) Karacabey işletmesinde fide haline getirildiği ve ardından Polatlı işletmesinde toprakla buluşturulmasıyla ilgili yapılan açıklamada, “2017, 2018 ve 2019 yıllarında genel müdürlüğümüze teslim edilen tohumların, tanımlama ve kayıt altına alınma çalışmaları TİGEM, TAGEM ve BÜGEM uzmanlarınca yapılmaya başlanmıştır. Yapılan tanımlama ve tohumluk üretimi çalışmalarına 2020 yılında da devam edilecektir. Bu amaçla Karacabey işletmemizde yetiştirilen domates, biber, patlıcan, hıyar, kavun ve karpuz fidelerinin tanımlama ve üretimi amacıyla Polatlı işletmemizde dikimleri gerçekleştirilmiştir” denildi.
Sertifikalama sermaye hizmetidir
Emine Erdoğan’ın katıldığı toplantılarda bazı sözleri dikkat çekiciydi: “2002’de 145 bin ton sertifikalı tohumluk üretimimiz 15 yılda 7 kat arttı. İhracatımız ise 8 kat artarak ülkemizi 79 ülkeye tohum ihracatı yapan bir noktaya getirdi. 2023’te hedefimiz 2 milyon ton üretim ve 500 milyon dolarlık .” Bu sözler tohumun sertifikalanarak sermaye eline verilme sürecinin giderek büyüdüğünü göstermekte. 2006’da tohumculuk alanında yapılan düzenlemeler ile başlayan tohumun metalaşma süreci, Tohumculuk Kanunu ile sertifikasız tohumların ticari amaçla satışı yasaklanmış ve yalnızca çiftçiler arasındaki tohum takaslarına izin verilirken, 2018 itibariyle sertifikalı tohum kullanmayan çiftçilere destek verilmemesi sonrası bu tohumlarla ticari olarak üretim yapılıp pazara sunulması da yasaklandı.
Tohum tekellerin emrinde
Türkiye coğrafyası hem tarımın ilk yapıldığı yerlerden biri olması hem de iklim özellikleri ve coğrafi konumu nedeniyle biyolojik çeşitlilik bakımından zengin bir tohum üretimi ve birikimi alanı olarak bilinmektedir. 2002 yılında 19.227 ton olarak gerçekleştirilen tohumluk ithalatı, 2011 yılında yüzde 91 oranında artarak 36.754 tona yükselmiştir. Bu tohumlar da büyük oranda tohum pazarında önemli bir yere sahip olan ülkelerde faaliyet gösteren sermaye gruplarından satın alınmaktadır. Türkiye’de üretilen tohumlar büyük oranda bu sermaye grupları tarafından doğrudan ya da ortaklıklar biçimde üretilmektedir. Pamuğun yüzde 67.9’u, ayçiçeği, mısır, soya ve patates tohumluklarının ise yüzde 100’nün tohum tekelerince üretilip pazarlandığı ve özellikle hibrit ayçiçeği tohum üretim ve dolaşımının tümü 2006 yılından itibaren sermayeye devredilmiştir. Söz konusu sermayeler ise Monsanto, Syngenta ve Pioneer’dan başkası değildir.
Tarım kanunu
Tohumlar üzerindeki patentlerin özel mülkiyet biçimindeki bir hak olarak tanınması ile birlikte sermaye, değerlenme sürecinin ürünü olacak tohumun hem üretiminde hem de diğer aşamalarında sınırsız haklara kavuşmuştur. Bu haklar özünde doğrudan üreticilerin tohumlarını ellerinden alma; onları mülksüzleştirmek demek olan fikri mülkiyet şeklindedir. Bu durum 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu’nun 10. maddesinde, “Bakanlık, biyolojik çeşitliliğin, genetik kaynakların ve ekosistemlerin korunması ve geliştirilmesine ilişkin araştırmalar yapar veya yaptırır. Biyoteknolojik yollarla ve/veya çeşitli ıslah metotları kullanılarak elde edilen ürünlerin fikrî mülkiyet hakları kapsamında korunması, kaydı, tescili, üretimi, tüketimi, gıda olarak kullanımı, ihracatı ve ithalatı hakkında ilgili kurum ve kuruluşların görüşü alınmak suretiyle gerekli düzenlemeleri yapar” ibareleriyle açıkça anlaşılabilmektedir.
UPOV sözleşmesi
2006’da çıkarılan Tohumculuk Kanunu sonrası, 2007’de UPOV sözleşmesinin imzalanması ile tohum tamamen uluslararası sermeyenin boyunduruğuna terk edilmiştir. Prof. Dr. Tayfun Özkaya UPOV sözleşmesine yönelik olarak, “Bu sözleşmelerin uygulandığı yaklaşık 30 yılda gelişmiş ülkelerde bitki çeşitlerinin çoğu kayboldu. FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) dünya biyoçeşitliliğindeki kaybı yüzde 75 olarak açıklamıştır. Kısacası gelişmiş ülkelerde çiftçi tohum firmalarının hegemonyasına girerken tüketiciler besin değeri düşük, ancak tarım ilaçları ve kimyasal gübrelerle yetiştirilebilen tatsız ürünleri yemek zorunda bırakıldılar” sözleri yaşanan süreci özetlemektedir.
Biyoçeşitlilik Tabiatı ve Biyoçeşitliliği
Koruma adı altında, tüm koruma alanları üstündeki koruma statülerinin kaldırılıp değiştirilmesi ile birlikte biyoçeşitliliğin ticarileştirme süreci de kesintisiz devam ediyor. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan ve Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından sürdürülen ‘biyolojik çeşitliliğin kayıt altına alınarak bu bilgilere erişimin düzenlenmesi’ amacıyla yürütülen çalışma tüm Türkiye coğrafyasında neredeyse tamamlandı. Yürütülen çalışmanın, ‘uluslararası patent uzmanlarına’ açılacak olması biyoçeşitliliğin şirketlerin emrine verilme sürecinin işlediğinin açık ikrarıydı. 2006 tohum yasası ve 2007 UPOV sözleşmesi ile biyoçeşitliliğin kayıt altına alınması ve Emine Erdoğan’ın desteklediği tohumların kayıt altına alınma süreçleri birbirinden koparılamayacak yağma süreçlerinin birer parçalarıdır.
EKOLOJİ SERVİSİ