M. Ender Öndeş
İyi mi ettiler kötü mü ettiler emin değilim ama Kürt demokratik hareketi batıyla olan uzun temas yıları boyunca birçok şey öğrendi; pankartın önüne dizilip basın açıklaması yapmak, sempozyum, çalıştay düzenlemek filan… Bütün bu yılların en güzel yanı ise, Kürtlerin şu ‘kortej’ denilen şeyi bir türlü öğrenmemiş olmalarıydı. Dümdüz geliyorlar öyle, çoluk çocuk, yaşlı genç kara düzen, dümdüz! Evlerden, sokaklardan bitmez tükenmez karınca kervanları gibi yollara dökülüp geliyorlar.
Cizre burası! Herhangi bir yer değil! Daha geceden başlıyor hareket. Kaldığım ev Cudi Mahallesi’nde ve gece geç saatlere kadar havai fişek sesleri ve “Biji Serok Apo” sesleri kesilmiyor. Belli bir saatten sonra duruyorlar, herhalde “yarına da bir şeyler kalsın” diyorlardır!
Sabah erken mahalle aralarından kalkan parti minibüslerine biniyoruz. Yok artık! Silopi gençti diyordum da hani, ben ve birkaç yaşlı amca olmasak minibüsün yaş ortalaması ilkokul servisi seviyesinde! Üstü üste yığılıyorlar içeriye, yolda başkaları da binince tam olarak Allaha emanet oluyoruz.
Alan şehrin dışında, duvar gibi dikilmiş TOKİ’lerin önünde ve daha biz geldiğimizde bile kitlenin sabrı arama noktalarını zorlamaya başlamış. İlginç bir şekilde alanın dolma hızı da -başka yerlere göre- yüksek oluyor. Kutlamaların resmi başlama/bitme saatleri kimsenin umurunda değil buralarda; binlerce kişi hızla dolduruyor alanı ve gelenlerin arkası hiç ama hiç kesilmiyor. Belli bir noktada alan tamamen doluyor artık. Durum böyle olunca da kürsü yetmiyor, ‘sivil inisiyatifler’ beliriyor. Arkalarda bir “davul zurna fraksiyonu” var mesela ve diğer küçük gruplar, onlar kürsüde ne olup bittiğiyle ilgili değiller, özerk alanlar yaratmışlar kendilerine.
Tam olarak şöyle anlatabilirim manzarayı: Bir baştan bir başa genç bir enerji alanda adeta bir elektrik akımı gibi dolanıyor. Tam olarak bu: Elektik enerjisi! Daha doğrusu, alanda çok yaşlılar ve çok gençler var aslında. Aradaki bir yaş kuşağı kayıp sanki. Özellikle savaş sürecinde bir kırım gerçekleşmiş. Bazıları kentte değil artık, bazıları kendisine başka mücadele alanları seçmişler. Böylece alanın sağ köşesinde yaşlıların kümelendiği, geri kalan bölgenin ise kaynaşıp duran gençler tarafından işgal edildiği bir durum oluşmuş.
Ama ne gençlik! Kimse bir durup dinleneyim demiyor. Sahnenin önü zaten habire piramit yapmayı deneyen, kimi zaman başarısız olsalar da her ihtimalde çok eğlenen ve yeniden yeniden deneyen bir Z kuşağı ile kaplı. 10 yaştan başlayıp 16-17’de bitiyor; o kadar!
İşi orada bıraksalar iyi! Yükseklik tutkusu sarmış hepsini, sahne platformuna girmenin bin tane yolunu deniyorlar görevlileri canından bezdirerek; sonunda bariyerlerde tırmanıp içeri atlayarak beceriyorlar bunu. Ama daha önemlisi ses kabinlerinin asılı olduğu vinçler. Sahnedeki sunucunun çaresiz Kürtçesini ben bile anlıyorum; yalvarıyor adam, kurban olayım diyor ama ne çare, vinçlerin ta tepesine kadar salkım saçak gençler dolu!
Arada bir de tuhaf “İç göçler” oluyor! Mesela birden üç yüz dört yüz kişilik bir topluluk arkalarda bir yerde kavilleşip bir yarma harekâtıyla bir yerlere doğru hamle yapıyor. Görevliler koşuyor peşlerinden; soruyorum bir görevliye, “Napıyor bunlar” diye, “Vallahi ben de bilmiyorum ki” diyor çaresizce. Ateş meselesi de öyle. Normalde o iş annelerin işi ama ateşin yakılacağı kule gibi şeyin çevresini öyle bir kuşatmışlar ki. Sonunda muratlarına eriyorlar tabii, biri kuleye çıkıyor, çılgınlık diye yüreği ağzına geliyor insanın ama kendini yakmadan ateşi tutuşturup atlıyor aşağıya.
Bu kadar enerjinin Newroz’un dağılma faslında elektrik kontakları oluşturacağını söylüyorum bir arkadaşa; Bazen oluyor böyle şeyler; dün Silopi’deki Newroz sakin bitince gençler epey bir hayal kırıklığına uğramıştı!
Çok yaşlı bir amcayla konuşuyorum alanın bir köşesinde. 92 Newrozunu görmüş. Şimdi 76 yaşında, o zamanlar genç tabii. Yürürken taradılar bizi, çok insan öldü o zaman diyor. Sonra yasakları anlatıyor; şimdiki manzaradan ise çok mutlu. Gençler var ve çok kalabalık diyor, gözleri parlıyor..
Arada, büyük bir fırsatı yaptığım bir hatayla harcıyorum. Tahir Elçi’nin abisi, Ahmet Amca’yla karşılaşıyoruz. Newrozları sormak istiyorum ona ama lafa Tahir Elçi’den bahsederek girince, kilitlenip kalıyor. Gözleri doluyor, uzaklara çakılıp kalıyor bakışları. Yine de alana bakıp gençlerle ilgili sorumu yanıtlıyor. Üstüne basa basa ve içten gelen bir inançla, “Gelecekler” diyor, “Gelecekler! Daha çok ama çok gelecekler!” Kalabalığa karışıp gidiyor sonra.
“Gelecekler” diyor Ahmet Amca ve geliyorlar! Dört bir yandan karınca orduları gibi geliyorlar ve bir saniye bile yerlerinde durmadan halaylar çekip en çok da “Biji Serok Apo”, Biji Berxwedana Zindana” sloganları atıyorlar.
Son olarak Bişeng geliyor aklıma… Lise öğrencisiyken 1992’de katledilen Bişeng Anık!
Şimdi onun akranları yeniden alanlarda. Böylece bir kez daha hiçbir şeyin boşa gitmediği, her emeğin birbirine eklendiğini hissediyorum.
Ahmet Amca’nın dediği gibi… Geliyorlar… Daha çok gelecekler!