Koronavirüs sebebiyle Türkiye’de müesses nizamın hali pür melali, bir kez daha gözler önüne serildi. 2019’un son günlerinde Çin’de ortaya çıkan virüsün hızla yayıldığı haberlerine karşın Türkiye bu salgını uzun süre görmezden geldi, umursamadı. Salgın haberleri çoğalınca ve komşular dahil, onlarca ülkede virüsün tespit edilmesiyle kaygılar da artmaya başladı. Ancak hükümet birçok konuda yaptığı gibi “inkar” yoluna gitti. Hatta, gerçekleri çarpıtıp toplumdan saklama alışkanlığıyla olsa gerek, Emniyet Müdürlüğü “koronavirüsün Türkiye’de görüldüğü ile ilgili haber paylaşanlar” hakkında işlem başlatılacağını bile duyurdu.
Emniyet Müdürlüğü’nün bu duyurusunun ardından İstanbul Tabip Odası’nın yaptığı “Yoksa Koronavirüsleri de mi Tutuklayacaksınız?” başlıklı bildirisinde belirttiği gibi hükümet, tüm dünyayı saran salgın bir hastalıkla mücadeleyi Sağlık Bakanlığı yerine İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne havale edecek kadar akıl tutulması yaşıyordu. Neticede baskılar ve tehditler virüs haberlerinin paylaşılmasını engellese de, virüsün Türkiye’ye girmesini engelleyemedi. Hükümetin hak, hukuk, adalet arayışında olan herkesi susturmak için kullandığı yöntem, koronavirüse işlemedi. Görmezden gelme, inkar, baskı, tehdit sonuç vermeyince ansızın (nedense bir gece yarısı) Sağlık Bakanı, virüsün Türkiye’de de görüldüğünü resmen kabul etti.
Bu açıklamanın ardından Erdoğan, “Hiçbir virüs bizim tedbirlerimizden güçlü değildir!!” dediyse de, diğer birçok ülkede haftalar önce başlayan kimi önlemlerin alınmasına ancak devlet katındaki bu resmi kabullenmenin ardından başlanabildi. Bu çerçevede konferanslar, fuarlar, kongreler ardı ardına iptal edilirken, başta kamu çalışanları için olmak üzere yurt dışına çıkışlara ve yurt dışından gelişlere birtakım tahditler konuldu. Nihayet MEB ve YÖK de okullarda ve üniversitelerde eğitime ara verme kararı aldı.
Sağlık Bakanı’nın açıklamasına göre 85 milyonluk Türkiye’de sadece bir kişide (hangi ilde olduğu bilgisi verilmedi) koronavirüs belirlenmişti. Toplumda infial yaratmaması için kamu görevlilerinin kimi konularda temkinli beyan vermesi ve belki bazı bilgileri açıklamaması doğal görülebilir. Ancak gerçekleri gizlemekle, “temkinli ve sınırlı açıklamalarda bulunma”yı birbirine karıştırmamak gerekir. Zira toplum gerçeklerin kendisinden gizlendiğini düşünürse infial çok daha büyük olur. Hele söz konusu olan, hızla yayılan ölümcül bir virüs ise.
Hükümetin virüs salgını konusunda güven vermeyen tavrı, toplumun bir kesimini gereksiz yere paniğe sürüklerken, diğer kesimin ise tehlikeli bir rehavet haline bürünmesine neden oldu. Umalım bu durum toplum sağlığı için sonuçları ağır olacak bir tabloyu ortaya çıkarmasın.
Koranavirüs Türkiye’de sadece hükümetin zaafiyetini açığa çıkarmadı; yanı sıra 1980’lerden bu yana uygulanan AKP’nin de benimsediği ve gerçekleşmesinde önemli rol oynadığı sağlıkta piyasalaşma politikalarının sonuçlarını da ortaya döktü. Devlet, toplum sağlığını tehdit eden tehlikeli bir salgın durumunda bile yapması gerekenleri artık yapmıyor/yapamıyor.
Uzmanlara göre virüsün yayılmasını engellemek için en etkili önlem: HİJYEN. Bunun için de sabun, kolonya, maske, dezenfektan gibi maliyeti düşük sayılabilecek bir takım gereksinmeler yeterli. Bu durumda devlete ve yerel yönetimlere düşen, “kamusal alanda gerekli hijyenin sağlanması, kişisel hijyen için toplumun bilinçlendirilmesi ve gerekli ürünlerin bunlara ulaşamayacak kesimlere devlet eliyle ulaştırılması”dır. Gelin görün ki sağlık, piyasanın kâr alanı haline öylesine dönüşmüş ki devletin gerekli ürünleri topluma kamusal görevi icabı ulaştırması bir tarafa; kimi “girişimci”ler, savaşı, depremi ve tüm doğal afetleri fırsata çevirdikleri gibi virüs salgınını da fırsata çevirmeye çalışıyor. Salgının önlenmesi için gereken ürünler karaborsaya düşüyor, fiyatları 8-10 kat artıyor. Böylece kimileri, geliri bu ürünleri almaya yeterli olduğu halde bulamadıkları için alamıyor, kimileriyse fahiş fiyatlarından dolayı bunlardan yoksun kalıyor. Daha da vahimi, sağlık sigortası olmayan ya da ödeyeceği katkı payının getireceği yükten kaçınan pek çok kişinin, rahatsız olduğu halde sağlık kurumlarına başvuramaması hali.
Sonuç olarak karaborsaya düşmüş hijyen ürünlerini satın alabilen kullanıyor; alamayan kullanamıyor. Sağlık güvencesi olana teşhis konuyor, tedavisi yapılıyor; olmayan taşıdığı virüsten habersiz toplum içine karışıyor. İşte bu noktada doğanın ilahi adaleti(!) devreye giriyor. Zira kişisel olarak ne kadar önlem alınırsa alınsın, koronavirüsten sakınacak önlemleri alamayan, hastalığı olup teşhis ve tedavi için bir sağlık kurumuna gidemeyenlerin taşıdığı virüs, zengin-fakir ayrımı yapmadan tüm toplumu zehirli bir sarmaşık gibi sarmaya başlıyor.