Koronavirüsün insan bedenine küresel saldırısı sürüyor. Pandeminin ne zaman duracağı, durdurulacağı belirsiz. Konunun uzmanı bilim dünyasından insanlar, virüse karşı aşının geliştirilmesinin ve üretilmesinin en az 1 yılı bulacağını söylüyor.
Bu, felaketin daha başında olduğumuzu haber veren yönüyle uyarıcı ve yararlı bir bilgi. Ama aynı zamanda felakete karşı beklenti ve avuntu algısı örgütleyen yönüyle de, zararlı bir yanı var bu bilginin: çözüm aşıyla gelecek!
Aşı bulunana kadar, her yerde karantina, sokağa çıkma yasağı uygulansın; insanlar evine çekilsin, hijyen ve fiziksel mesafe kurallarına uysun; devletler yardım ve önlem paketleri devreye soksun vs. Ölenler ölecek nasılsa, kalanlar aşıyla kurtulsun!
Öyle mi olacak gerçekten?
Üç ayda dünyanın geldiği hal ortada. Dünya, en az 12 ay daha bekleyebilir mi, dayanabilir mi, katlanabilir mi, içine atıldığı can pazarına? Beklemeli ya da dayanmalı mı, katlanmalı mı?
Umutlar aşıya bağlanabilir mi, bağlanmalı mı?
Dünya, tifosundan kolerasına, vebasından ebolasına, İspanyol gribinden domuz gribine kaç büyük ve ölümcül salgın, pandemi yaşadı şimdiye kadar? Kaç milyon cana mal oldu bunlar? Ve kaç aşı geliştirildi bunlara karşı? Biliniyor hepsi.
Ne dünyanın, toplumların yaşadığı büyük acılar, kayıplar ve yıkım önemsizleştirilebilir, ne bilimin çare arayışları küçümsenebilir kuşkusuz. Ama biliyoruz ki, aşılar, salgınları yavaşlatıyor, etki alanını daraltıyor ya da durduruyor; tek tek insanları koruyor, iyileştiriyor, yaşamını kurtarıyor. Toplumsal sistemleri değiştirmiyor ama aşılar, dünyayı değiştirmiyor ya da kurtarmıyor! Bunun aşısı yok çünkü. Başka tür çözüm arayışları ve mücadeleleri gerekiyor bunun için.
Genel olarak hastalıkları, ya da tipik örnekleri salgınlar, kanser, kalp, akciğer, vb hastalıkları
gibi sorunları da dünyanın başına bela haline getiren koşulları yaratan ve onları üreten ekonomik-toplumsal sistemleri değiştiren bir mücadele!
Kapitalizm, tarihteki, sömürüye dayalı ekonomik üretim tarzları içinde emeğe, doğaya ve topluma en yabancılaşmış ve bunu genelleştirmiş olan sistemdir. Kapitalizm kâr için üretim demektir. Sermayenin durmaksızın büyütülmesi, yeniden ve yeniden üretilmesi, artı değer sömürüsünün kesintisiz sürdürülmesidir. Emek-işçi-insan (toplum) ve doğa (çevre) kapitalizm için sömürü ve pazar ‘meta’sıdır, ‘şey’dir yalnızca. Bunların yıkımı, kıyımı, talanı, yağması ve yok edilmesi kapitalistler için, ‘insanlık durumu’ açısından ölçü değeri taşımaz. Kârlılık durumu açısından bir ölçü değeri taşır. O kadar. Kapitalizmin sınıflı dünyası ve onun üzerine inşa edilmiş toplumsal ilişkiler sisteminin bizzat kendisi temelden insan ve doğa için sağlıksızdır, hastalıklıdır. İnsanı insan yapan, insanla insan arasındaki ilişkilerin ortak emek dayanışmasına ve ortak ürün paylaşımına dayandığı, ondan ürediği toplumsal varoluşun doğal temellerini yok eder. Toplumsal ilişkilerin çürümesinin; insanın kendine, insanın insana ve insanın doğaya yabancılaşmasının yeniden ve yeniden üretilmesinin en yüksek aşamasıdır kapitalist üretim ilişkileri ve sistemi.
Bu temel üzerinde kapitalizmin yarattığı toplumsal hastalıklar durmadan üretilir ve sistemin devamının içsel bir parçası haline gelir. Kölecilik, milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, dincilik, savaş, vb. olgular özel mülkiyet egemenliğine dayalı kapitalist üretim sistemin ideolojik ve siyasal görünümlü toplumsal hastalıklardan başka nedir ki? Devlet denilen, hiyerarşileşme, iktidarlaşma ve egemenlikleşme aracı olan aygıt ve yapı, toplumsal yabancılaşmanın üzerine inşa edilmiş bir hastalıktan başka nedir?
Kapitalizmin gelişiminin, tekelci emperyalist küreselleşme evresine vardığı çağsal koşullar altında bütün bunlar, en yüksek aşamada etkiler ve sonuçlar yaratıyor. Kapitalizmin toplumsal açıdan hastalıklı ekonomik temelinin dolaysız ürünü olan ve baştan beri ona eşlik eden kriz dediğimiz gelişmeler, günümüzde, insanlığın varoluşunu tehdit eden, onun temellerini yok eden bir saldırganlık düzeyine ulaşmış bulunuyor. Hastalık, ona ait olan ve onu üreten ekonomik-toplumsal bedene yok edici bir saldırıya girişmiş bulunuyor. Sistem krizi, yapısal kriz, varoluşsal kriz dediğimiz ve gözümüzün önünde sistemin çürüyüşü ve çöküşünün alametleri olarak gerçekleşen şeyler yaşanıyor.
Koronavirüs, evet, insan bedenine saldırıyor, biyolojik açıdan doğru bu. Ama gerçek bundan çok daha fazlasıdır. Korona, onu yaratan ve üreten ekonomik-toplumsal bedene ve ilişkilere, kapitalizme saldırıyor gerçekte. Tarihsel bakımdan gerçekleşen ve olan budur. Salgının, kapitalizm-kâr-sağlık arasındaki dolaysız ilişkiyi apaçık ettiği küresel gerçek ve durum budur. Korona pandemisi, kapitalizmin küresel iflas bayrağını çektiğinin en somut ve aktüel kanıtı olmuştur. Pandemi, sağlığın toplumsal, dolayısıyla ekonomik, siyasal ve ideolojik boyutuyla bir bütünlük hali, bir sistem sorunu olduğunu ortaya koymuştur yeniden. Aşının bulunması, salgının ve hastalığın kontrol altına alınması, tam da bu nedenle, toplumun sağlığa kavuştuğu anlamına gelmeyecektir. Koronaya karşı elde edilecek “zafer”, ne toplumu ne de dünyayı kurtaracaktır.
Çözüm, koronavirüsün biyolojik, yani bilinçsiz, amaçtan yoksun olarak yaptığı şeyi, toplumsal olarak, bilinçli ortaklıkla, örgütlülükle, amaçlı eylem gücü ve politik haraketiyle yapmak çabasından çıkacaktır. Korona salgını, sağlığın somutunda, “toplumsal olanın politik, politik olanın da toplumsal olduğunu” gerçeğini doğrulamıştır. Dolayıyla, toplumsal sağlığın kazanılması ve korunması mücadelesi, korona salgını somutunda hastalığı yenme mücadelesi, sistemi ve onun iktidarlarını yenilgiye uğratma, sistemsel değişimi yaratma mücadelesinden bağımsız düşünülemez.
Ve kuşkusuz bu, geleceğe ait bir toplumsal tahayyül, teorik bir belirleme olarak bırakılacak bir şey olamaz. Bugünden yarına örgütlenmesi gereken, sistem karşıtı mücadelenin kendi alternatifini, “yeni yaşam”ın dünyasını ve ilişkilerini, eski dünyanın bağrında ve her yerde yarattığı, inşa ettiği kurucu, kurtuluşçu bir mücadele olacaktır.
Peki, toplumu örgütlemesi gereken güçler, “biz”ler, amaçlı eylem ortaklığı bilincine yeteri kadar sahip miyiz, güçlerimizi bir araya getiriyor muyuz, birleştiriyor muyuz, yeterli hazırlığa sahip miyiz? Korona salgını, tüm bunları da yanıtladı ve gösterdi nesnel açıdan: hayır!
Toplumsal temelde örgütlülüğümüz daha ileri bir düzeyde olsaydı, bugün “dayanışma ağları” kurma girişimlerimiz toplumda daha etkili bir karşılık bulabilir, daha yaygın ve güçlü haraketler açığa çıkarabilirdi. Korona günleri, toplumun sokaklarda, mahallelerde, iş yerlerinde, ilçe ve illerde komünler, meclisler temelli kurulacak toplumsal özörgütlenmelerin ne kadar hayati önemde olduğunu da gösterdi. Toplumun, korona nezdinde sisteme karşı özsavunmasını araçları ve mevzileri olan komün ve meclisler ağının, kapitalizme ve faşizme karşı geleceğin toplumunun ve insan ilişkilerinin nüvelerinin inşası bakımından ne kadar gerekli olduğu görüldü.
O zaman, buradan yola devam. Sistemin aklına, yapısına, ilişkilerine, yasaklarına, yasalarına saldıra saldıra, yıka yıka yola devam. Yerine, örgütlü, özgür ve sağlıklı toplumun insani aklını, dayanışmacı ilişkilerini, özgürleştirici mevzileri inşa ede ede yola devam.