Kapitalizmin son krizi olması için tüm sistem sermaye için seferber olmuş durumdadır. Kapitalist anlayışa göre bu küresel krizden çıkış daha güçlü bir liberalizmle olacaktır. Liberalizm; J.M.Keynes isimli iktisatçının; kıt kaynaklar ve sonsuz ihtiyaçlar dengesi üzerine kurulu teorisini esas alan bir anlayıştır. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” de liberal duayen Adam Smith’ten günümüzde etkin bir demokrasi anlayışı olarak sömürüye hizmet ettiğinden bihaber kullanılan bir cümlesidir. Liberalizm son elli yılda kabulü ve çalışmaları yapılan bir yaklaşımdır. Dünya Bankası, Dünya Para Fonu, Birleşmiş Milletler ve muadili küresel kuruluşlar Keynes teorisi üzerine kurulmuştur. Temel çıkış nedeni ise insan ve doğa metalaştırılmasında sınıra dayanıldığı ve daha fazla sömürü için kaynaklarda devamlılık gerekiyordu. Liberalizm sihirli kelimeyi bularak sömürüyü güncelledi. Kelime sürdürülebilirlik… Nerede sürdürülebilir kelimesi varsa sömürü, talan vardır. Hal böyleyken; sermayenin ve sömürüyü esas alan politikalar ülkelerce birbiri ardına açıklanmaktadır. İnsan ya da insan dışı canlı yaşamı sadece meta olarak gören bu anlayış er geç yenilecektir. Türkiye de çok farklı değil; Doğal ya da suni krizleri fırsata çeviren bir iktidar ve onu besleyen bir muhalefet var.
Tüm kapitalist ülkeler bu krizi fırsata çevirmek üzerine kaldıkları mutabakatı işletiyorlar. En nihayetinde Türkiye de sermayenin sömürüsünü bu kriz döneminde artırmak için yoğun gündemler arasından gereken yasa ve yönetmelikleri çıkarmak için seferberlik halindedir. Sermaye için aktarılan para bu krizden daha az etkilenmeleri ve daha güçlü sömürü için yapılmış bir plandır. İlk açıklanan paket tamamen sermayeyi destekleyen bir paketti. Madencilik sektörünün desteklenmesi, Kanal İstanbul projesinin ilk etap ihaleleri ve daha bir sürü destekleme. Bunun devamı olarak söyleyebileceğimiz koruma altındaki doğal ve sit alanlarının sermayeye açılması da tam da bu döneme denk düşmesi tesadüfî değildir.
Koronavirüs gibi kapitalizmden kaynaklı insan yaşamını tehdit ederken bunu iktidar fırsata çevirmeye çalışmaktadır. 16 Mart 2020 tarihli Resmi Gazete’de çıkan yönetmeliğe göre, “Korunan alanların tespit, tescil ve onayına ilişkin usul ve esaslara dair yönetmelikte değişiklik yapılmasına dair yönetmelik yürürlüğe girmiştir.” Söz konusu yönetmelik; milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı, anıt ağaç, tabiatı koruma alanı, sulak alanların tanımında yenilemeye gitmiş ve buralara sanayinin girmesinin önünü açmıştır. Bugüne kadar uygulanmayan Çevre Etki Değerleme (ÇED) raporu ve korumakla görevli kurumların basiretsizliği talana neden olmuşken bu yönetmelikle meşrulaşmıştır.
Sürdürülebilir koruma ve kulanım alanları belirlenecek ve entegre tesis ile maden işletmeleri dahi yapılabilecek. Rantsal değeri yüksek alanlar yapılaşmaya kimi tanımlar değiştirilerek açılacaktır. Maden, turizm ve inşaat gibi motorize olan sektörlerin sermayesini beslemek adına yapılmış olan bu yönetmelik değişimleri sadece talan-tahribat ve sömürüyü artıracaktır. Birçok endemik tür yok olma ile karşı karşıya kalacaktır. Korunması gereken endemik türler, biyoçeşitlilik ve yaban hayatı yok olacaktır. Daha önceki süreçlerde ormanlara zeytinliklerin kamusal kıyıların sermayenin sömürüsüne hizmet eden noktaya taşıyan yasa ve yönetmelikler yapıldı. Bugün ise bu işin son noktası konmaktadır. Tartışmasız tek kelimeyle tüm doğal yaşam alanlarının talana açılabilmesi için çıkarılmış bir yasadır.
Elbette kanserleşen kentler bunun yayılmasında en önemli etkendir. Bağışıklık sistemini zayıflatan imar politikaları ile tıka basa kalabalıkların bir arada yaşamasına sebep olan Avm, toplu-çok katlı yapılar vb. Her tarafın endüstriyel tarım alanı olması, ormanların yok edilmesi, su varlıklarının kirletilmesi, endüstriyel enerji politikaları, beton ve asfalta gömülmesi nedeniyle yaşam alanları ellerinden alına bu canlılar da bizlerle birlikte yaşamak durumunda kalmıştır. Böylelikle hayvanların taşıdığı hastalıklar insanların da bulaşabileceği bir yakınlık sağlanmış oluyor. İnsanı, yarasayı suçlayanların geneli sürece hâkim olup sorunu tespit edebilen kişiliklerdir, Sorunun etrafından dolaşmayı tercih eden sözüm ona bir aydın kitlesidir. Bilinmelidir ki sorun tamamen kapitalist modernist sistemdir. Sorun politiktir. İnsan ve insan dışı tüm canlılar on binlerce yıl birlikte-barışık bir şekilde yaşamıştır. Son süreçte kapitalist sistem talan ve tahribatlarını insan eliyle yapıyor olsa da hakim sistem ve onun yürütücüsü iktidarlar asıl suçlulardır.