Ergin Doğru*
Koronavirüsü neredeyse dünyanın en önemli gündemi. Doğaya karşı acımasız olan kapitalizme karşı doğa intikamını alıyor. Kapitalist modernitenin tüm kirliliğini, maskelerini düşüren korona virüsü aynı zamanda yaşamın yeni rotasının da eskisi gibi olmayacağını gösteriyor.
Korona günlerinde tüm dünyada yaşanan acı, korku, kaygı azalmadan sürüyor. İnsana, doğaya önem vermeyen talancı kapitalizm her geçen gün daha acizleşiyor. Egemen sistem tüm acizliğine karşın korona karşısında yaşadığı başarısızlığını ve çöküşü fırsata çevirmek istiyor. Anti demokratik, baskıcı, diktatoryal yaklaşımlar artıyor.
Türkiye de dünyada yaşanan bu süreçten azade değil. Egemenlerin halkı unutup sermayenin derdine düştüğü, her gün yeni paketlerle sermayeyi beslerken emekçiler, yoksullar yine sistemin ezdikleri oldu. Sermayeyi besleyen iktidar korona kısıtlamalarında dahi emekçileri çalışmaya zorladı. En önemlisi bu süreç şeffaf değil ve kimse hastalığın boyutlarını, etkisini, sonuçlarını gerçek anlamda bilmiyor.
Türkiye’de tamamen algı, baskı, kurgu, yönlendirme ile yönetilen güvensiz bilgilerle dolu koruna sürecinde emekçiler, yoksullar ezilerlerle birlikte unutulan ve adeta ölüme mahkum edilen zindandaki mahpuslar ise hiç konuşulmadı.
Egemenlerin adaletsiz ve insafsız infaz yasası (özel af) öle yandaş mafya, hırsız, katil dışarı çıkarılırken, başta siyasi mahpuslar olmak üzere zindanlarda onbinler ölüme terk edildi. Yasanın gerekçelerinden biri koronaydı ama zindanlardaki yüzlerce ağır hasta mahsup bırakılmadı. Halen zindanlarda koronadan kaç kişinin yaşamını yitirdiği, kaç kişinin hasta olduğu ya da kaç kişinin farkında olmadan hastalığı geçirdiği dahi bilinmiyor.
Tabi zindanların yaşadığı sıkıntı sadece korona sürecinde yaşanan kapalılık, bilgi eksikliği, alınmayan tedbirler değil. Zindanlar zaten uzun süredir birçok hak kısıtlamasına, anti-demokratik, baskıcı, sıkıntıların yaşandığı bir süreçten geçiyordu. Yaşamın dar alanda sürdüğü zindanlarda mekansal darlaştırıcılığın yanı sıra egemenlerin bilinçli baskıcı kısıtlamaları birçok kez kamuoyuna yansıdı. Tüm bu sıkıntıların üzerine gelen korona tedbirleri ile sıkıntılar katmerleşmiş durumda…
Korona sürece zindanda zaten sınırlı olan sosyal yaşam ve yeni konulan kurallar ile daha da zorlayıcı hale geldi. Kısıtlı sağlık tedavileri, beslenme, dezenfekte imkanlarının yanında kargo yasağı, ortak sosyal yaşamın iptali vb. uygulamalarla dar mekanlarda ağır bir tecrit süreci yaşadı.
Aylardır 20 dakikalık telefonla görüş hakkı dışında odalarımızdan çıkmış değiliz. Başlangıçta tedbir amaçlı bu uygulamalar gerekli gözükse de alınan tedbirlerin kalıcılaştırılması kaygısı hızla gelişiyor. Zira Türkiye normalleşti iddiasıyla AVM dahil her yer açılırken, biz mahpuslar hala tecrit altındayız.
Haziran ayında bir kez kapalı görüş yaptırıldı ama onun dışında değişen bir şey yok. Oysa geniş top sahasında en azından tedbirlerle ve sosyal mesafe korunarak sohbet hakkı verilebilir. Anti-demokratik kitap sınırlaması, kargo yasağı kaldırılabilir. En azından ailelerimizle telefon hakkı da artırılabilir.
Velhasıl, sözün özü korona günlerinde biz mahpuslara düşen ağır bir tecrit oldu; ve bizler bunun kalıcı hale getirilmek istendiği kaygısındayız.
Biz mahpusları, maruz kaldığımız tecrit kadar üzen bir diğer nokta ise kamuoyunun zindanlara dönük süren sessizliğidir. Oysa zindanların tecriti toplumun tecrididir. Zindanlar topluma yaklaşımın turnusoludur. Adaletsiz, insafsız, infaz yasası (özel af) çıktı ama kamuoyu bunun haksız, adaletsiz, eşitliğe aykırı oluğunu güçlü haykıramadı. Adeta zindanlar yalnız bırakıldı. Şimdilerde tecrit giderek derinleşiyor. Böyle giderse de kalıcılaştırılacak ve yeni hak gasplarıyla sürecek gibiyken, demokratik kamuoyu yine sessiz.
Zindanlarda yüzlerce ağır hasta ölümle yüz yüze ve baskılar derinleşiyor.
Bu Türkiye’nin kapanmayan, bitmeyen düşmanlık hukuk ile yaklaştığı zindanlarda yeni acıların yaşanacağı anlamına geliyor.
Dışarıda yaşamın zorluklarını biliyoruz ama unutmayın ki, zindanlar toplumun vicdanıdır. Zindanların unutulması, toplumsal vicdanın yaralanmasıdır. O yüzden zindanlarda yükselen çığlığın duyulması ve zindanların sahiplenilmesi elzemdir. Her musibetten “Allah’ın lütfu” diyerek çıkar devşirmeye çalışanların var olduğu bir ülkede toplum kendine dayatılan köleliğe karış çıkmalı ve zindanlara ses olmalıdır. Zindanlarda yaşam hep zor olmuştur. Ama emin olun ki Korona günlerinde mahpus olmak yeni zorluklara ve ağır tecride yol açtı. Mahpusların bu zorlukları aşması ise ancak demokratik kamuoyunun güçlü sahiplenmesi ile mümkün olur.
(*) Dersim Gazetesi Eski Genel Yayın Yönetmeni.
2 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi/Elazığ