Koronavirüs salgını neo-liberalizmin iflasını sergilerken, kapitalist sistemin kriz dinamiklerini ve çelişkilerini de açığa çıkartarak dünyayı derin bir ekonomik ve finansal krize doğru sürüklüyor.
Bir yandan bazı devletler gümrüklerinde birbirlerinin maskelerine, solunum cihazlarına ve tıbbi malzemelerine el koyuyor, diğer yandan da yaygın bir biçimde böyle bir küresel salgınla ancak küresel çapta alınabilecek önlemlerle ve uluslar arası kuruluşların koordinasyonu ile baş edilebileceği ileri sürülüyor.
Bu söylemde kast edilen Dünya Sağlık Örgütü gibi örgütler değil. Çünkü bu örgüte yapılan eleştirilerin ve ABD’nin bu örgüte yaptığı yardımı kesmesinin ardından salgınla mücadelenin adeta “benden sonrası tufan” mantığıyla yürütülmekte olduğu anlaşılıyor.
Nitekim sınırlarını diğer ülkelerin insanlarına kapatan her ülke kendi önlemlerini almaya çalışıyor. Uluslar arası dayanışma örnekleri ise Küba’nın bazı ülkelere gönderdiği sağlık personeli ve sağlık hizmeti desteği ya da sembolik maske vs sunumuyla sınırlı kalıyor. Bireyciliğin ve piyasacılığın bilinçli bir biçimde bu denli yaygınlaştırıldığı, toplum olma fikrinin bu denli aşağılandığı bir dünyada bu sonuçlar sürpriz olmamalı. Ektiğimizi biçiyoruz.
IMF tekrar devrede
Kapitalistlerin aklı, önce insan ya da halk sağlığı korunmalı ve bu yönde uluslararası bir dayanışma yapılmalı şeklinde düşünmüyor. Tersine, öncelikle üretimin, ticaretin, kârların, sermayenin, servetin korunması hedefleniyor.
Bunun için de Mayıs ortalarından itibaren başta Avrupa olmak üzere dünyada Korona karantinası ya da kapanmaları gevşetilecek, aşamalı bir biçimde üretime, ticarete ve sermaye birikimine kaldığı yerden devam edilecek. Üstelik bunun ikinci bir salgın dalgasını tetiklemesi bir hayli muhtemel olsa da bu yapılacak.
Ancak, ülkelerin bir başına bu çapta bir ekonomik kriz ile baş edebilmeleri mümkün değil. Çünkü kapitalist küreselleşmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak her ekonomi artık birbirine 100 yıl öncesinden çok daha fazla bağımlı. Birinde olan diğerlerini de etkiliyor. 1929 Büyük Depresyonunun ancak üç yılda tüm dünyaya yayılırken, 2008 finansal krizinin yayılmasının sadece üç hafta aldığını unutmamak gerekiyor.
Bu kriz daha derin, daha hızlı
Yani bu kez ekonomik kriz çok daha hızlı ve çok daha derin ilerliyor, yayılıyor. Belki de kapitalizmin tarihinde ilk kez hem talep, hem de arz, her ikisi de deyim yerindeyse çöktü. Üstelik dünya böyle bir krize devletlerin, ama asıl olarak da özel şirketlerin çok yüksek borçlarıyla yakalandı. Yani küresel bir finansal kriz de sırasını bekliyor.
Türkiye başta olmak üzere “Yükselen Ekonomiler” diye adlandırılarak gönülleri alınan geri bıraktırılmış ülkeler ise bu krizi yüksek işsizlik ve yoksulluğun yanı sıra, ülkelerinden yüksek sermaye çıkışları, hızla yükselen döviz kurları, yüksek dış borç stoklarıyla ve daha da artmış olan gelir eşitsizlikleriyle ve devasa işsizlikle karşılamak zorundalar.
Fed ABD finans kapitali için çalışıyor
Finansal bir çöküş tehlikesini önlemek gerekçesiyle ABD merkez bankası FED, yaptığı devasa miktarsal kolaylaştırma ve faiz indiriminin yanı sıra, swap ve repo hatlarını açtı. Ancak aralarında Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın da bulunduğu bazı merkez bankalarına kullandırılan ulusal para / döviz swap ya da reposu ile sağlanan böyle bir döviz likiditesi beklendiği gibi kullanan ülkelerin derdine deva olmadı.
Çünkü öncelikle bu operasyon Amerikan ekonomisinin ve finans kapitalinin çıkarlarını korumaya dönük olarak işletiliyor. (1) İkinci olarak bu imkândan yararlanabilmek için ülkelerin elinde teminat olarak gösterebileceği ABD devlet tahvilinin olması gerekiyor. Bu nedenle de örneğin Türkiye elindeki ABD devlet tahvili kadar, yani en fazla 2,8 -3 milyar dolar civarında bir döviz likiditesi sağlayabiliyor. (2)
Oysa ülkede, çok kısa vadede kapanması gereken onlarca milyar dolarlık bir döviz açığı var. Buna karşılık turizm ve ihracat gibi döviz sağlayan sektörler krizde. Üstelik de Merkez Bankası’nın net gerçek rezervleri 1 milyar doların altına inmiş. Böyle olunca 2-3 milyar dolarlık bir kredi ihtiyacın onda birini bile karşılamaya yetmiyor.
IMF imaj yeniliyor
Tam da bu ihtiyaçtan dolayı, IMF bugünlerde, tekrardan yıldızı parlayan, en son başvurulacak bir kurum ya da merci haline gelmeye başladı. Bir süredir, küresel çaptaki gelir bölüşümü adaletsizliğini, kayıtdışı istihdam ve kötü çalışma koşullarını ve kadınlara karşı ayrımcılığı eleştiren kadın başkanıyla imajı da tazelenince, sağdan sola ana akım politikacılar IMF’ye yardım için başvurmanın haklı gerekçelerini oluşturmaya ve bu konuda toplumu ikna etme çabalarına girişmeye başladılar.
Örgütün yayınladığı raporlar da IMF’ye başvurmanın kaçınılmaz hale geldiği fikrini güçlendirmeye yarıyor. Öyle ki son raporu sermayedarların ve politikacıların gelecek ile ilgili endişelenmeleri için yeterli. Böyle bir endişe ve korku da hükümetleri (yerli sermaye gruplarının da teşvikleri ve baskılarıyla) örgüte başvurmaya yöneltiyor.
Raporlar IMF’ye yönelimi teşvik ediyor
Bu raporlardan birine göre (3); 2020 yılında dünya ekonomisi yüzde -3 oranında daralacak (diğer taraftan örgüt 2021 yılında yüzde 5,8’lik bir pozitif bir büyüme bekliyor). Merkez Ekonomiler adı da verilen gelişkin ekonomilerde bu daralma yüzde – 6,1 olacak. Örgüt aynı zamanda karantina süresinin uzaması ya da ikinci bir salgın dalgasının ortaya çıkması halinde 2020 daralmasının daha da şiddetli olabileceğini de öngörüyor.
Örgüt ayrıca 2020 yılında görülecek olan resesyonun 1929 Büyük Depresyonundan bu yana görülen en derin (2008 Büyük Resesyonundan daha şiddetli) olacağını ve küresel ekonomideki toplam kaybın 9 trilyon doları bulacağını (mevcudun yaklaşık onda biri, Japonya ve Almanya’nın milli gelirlerinin toplamı) öngörüyor.
ABD’de ekonomik genişlemenin sonu
Böylece dünya ekonomisinin en önemli sürükleyicilerinden biri olan ve bu yıl yüzde – 5,9 küçülmesi beklenen ABD ekonomisindeki uzunca bir süredir yaşanmakta olan genişlemenin sonuna gelindiği de anlaşılıyor. Sadece 4 haftada işsizlik başvurusunda bulunanların sayısının 22 milyonu bulduğu bu ülkede (4) İkinci Dünya Savaşından bu yana en büyük daralmanın yaşanması öngörülüyor. (5)
IMF, salgının olumsuz ekonomik etkilerinin Yükselen Ekonomilerde çok daha fazla olacağını ve bu ekonomilerin bazılarında (örneğin Meksika’da ) küçülmenin yüzde – 7’ye yaklaşacağını ileri sürüyor. Türkiye ekonomisinin ise 2020 yılında yüzde – 5 küçülmesini bekliyor.
Dünya ekonomisinin diğer büyük sürücüsü konumundaki Çin ise bu yılın ilk çeyreğinde yüzde – 6,8 küçüldü ve böylece 1992 yılından bu yana ilk ekonomik küçülmesini yaşadı. (6) IMF raporuna göre Çin ekonomisi bu yıl sadece yüzde 1,2 büyüyebilecek.
1 trilyon dolarlık yardım paketi
IMF Korona salgının ardından, öncelikli olarak uluslar arası bir işbirliği altında para politikası ve regülasyonların yanı sıra, koordineli ve senkronize olmuş küresel mali teşviklerin ve önlemlerin hayata geçirilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Ardından bu yönde alınacak mali önlemlerin uygulanabilmesi için de üye ülkeler tarafından kullanılmak üzere 1 trilyon dolarlık bir kredi programı hazırladı. Bu paranın 50 milyar dolarının Yükselen Ekonomilere ve 10 milyar dolarının çok düşük gelirli ülkelere; çok düşük faiz ve uygun ödeme koşullarına sahip krediler biçiminde verileceğini açıkladı. (7)
Ayrıca IMF’nin böyle zamanlarda devreye sokabileceği Hızlı Finansman Enstrümanı (RFI) adlı bir aracı da var. Bu aracı Korona salgınının yarattığı sorunları çözmek için biraz daha genişletmiş bir şekilde kullandırması bekleniyor.
Bu program altında üye ülkeler normal zamanlardan daha fazla miktarda kredi kullanabiliyorlar. Bu kredilerin koşullarının; hem ön ödemesiz dönemin ve geri ödeme vadelerinin uzunluğu, hem de IMF standby şartlarına uymayı gerektirmemesi nedeniyle, daha uygun bir finansman imkânı olduğu ileri sürülüyor.
IMF pratikte bu imkândan yararlanma limitini ülke kotasının yüzde 150’siyle sınırlamış bulunuyor. Bu anlamda Türkiye’nin 4.659 milyon SDR’lik kotasının 1,5 katı kadar yani 6.346 milyar SDR ( yaklaşık 9,5 milyar dolar) kullanabileceği ve bunun için başvurması öneriliyor. (8)
Özel Çekme Hakları (SDR)
Son olarak, IMF’nin finansal kaynakları 790 milyar dolar ile sınırlı olsa da, üye ülkelerin döviz rezervlerini artırabilecek Özel Çekme Hakları Hakları (SDR) gibi önemli bir aracı var. Bir tür IMF parası olan ve beş büyük ülke ulusal para birimlerinden oluşan bir sepete göre değer biçilen bu paranın büyük çapta artırılarak üye ülkelere kullandırılması söz konusu.
Bu yönde, önümüzdeki Mayıs ayı başında toplanacak olan G20 ülkelerinin liderlerinin, IMF’nin üye ülkelere 500 milyar SDR’lik (yaklaşık 683 milyar dolarlık) bir tahsis yapmasını sağlaması için öneride bulunması bekleniyor. Bu operasyondan bekleneninse üye ülkelerin yetersiz döviz rezervlerinin güçlendirilmesi ve ülke yönetimlerinin kendilerine olan güveninin artırılması olduğu ileri sürülüyor. (9)
IMF’ye biçilen “yeni” rol
Hintli iktisatçı Jayati Ghosh pandemi sonrası derinleşen ekonomik ve finansal krize karşı IMF’ye önemli görevler düştüğünü ileri sürüyor. Ona göre IMF kaynaklarının da kullanılarak onun koordinasyonu altında üç şey acilen hayata geçirilmeli (10):
(i) IMF üyelerine 1-2 trilyon SDR’lik (1,4 – 2,7 trilyon dolarlık) bir SDR tahsisatı yapmalı. Bu tahsisat her hangi bir şarta bağlanmamalı, ülkeler kotalarının büyüklüğüne göre bu döviz likiditesinden yararlanabilmeli (Ghosh bu çaptaki bir likiditenin küresel bir enflasyona yol açmayacağını, tersine küresel arz darboğazını genişleteceğini düşünüyor.
(ii) Dış borçlar yeniden yapılandırılmalı ve bazı azgelişmiş ülkelerin borçları silinmeli.
(iii) Hükümetlerin daha sıkı sermaye kontrolleri yapabilmesine izin verilerek yükselen ekonomilerde bir finansal krizin çıkması önlenmeli.
Böyle bir imkânın rezervleri erimekte olan Türkiye ekonomisi ve Türkiye sermayesi açısından ne denli önemli olduğunu tahmin edebiliriz. Nitekim liberal iktisatçılar kadar, özel sektöre nakit akışı sağlanmasını ve desteklerin hayata geçmesini isteyen iş insanları da, giderek artan bir biçimde (kontrollü para basılmasının yanı sıra), IMF’den kredi kullanılmasının gerektiğini savunmaya başladılar.(11)
Türkiye IMF’ye gidecek kadar zorda mı?
Bir yandan kısa vadeli borç stoklarının yüksekliği, diğer yandan bu yıl için öngörülen 10 milyar dolar civarındaki cari açık; bir yandan ihracat, turizm ve yurt dışı müteahhitlik hizmetleri sektörleri gibi döviz yaratan sektörlerin ciddi krizde olması, diğer yandan özellikle de KOİ projeleri yüzünden büyük boyutlara ulaşan döviz cinsinden dış borçlar ve Hazine üstlenimlerinin varlığı; bir yandan yılbaşından 10 Nisan’a kadarki yaklaşık 3,5 aylık bir sürede ülkeden yabancıların portföy satışları biçiminde 7,5 milyar doların çıkmış olması, diğer yandan erime noktasına gelmiş olan Merkez Bankası’ndaki döviz rezervleri gibi gerçekler ülkeyi yönetenlerin ve finans kapitalin ve döviz cinsinden borcu olan irili ufaklı özel şirketlerin kabusunu oluşturuyor ve onların perspektifinden neden IMF’ye gidilmesi gerektiğinin yanıtını oluşturuyor.
Dış borç geri ödemelerinin hızlanacağı Mayıs ayı gelmeden dahi döviz kurundaki bu yükseliş de bu gerçekliği yansıtıyor.
170 milyar dolar dış borç ödenecek
Resmi veriler bu durumu net olarak gösteriyor: Merkez Bankası’nın (2020 Şubat sonu itibarıyla) kısa vadeli borç verilerine göre; 2020-2021 yılını kapsayan dönemde Türkiye’nin ödemesi gereken dış borç miktarı 168,5 milyarı doları aşıyor. Bunun yüzde 61’i yani 102,8 milyar dolarlık kısmı kısa vadeli borç niteliğinde. Toplam borçların yüzde 73,9’unun özel sektöre ait (12) olması dış borçlu şirketlerin ve bankaların karşı karşıya bulunduğu tehlikeye işaret ediyor.
30 milyar dolarlık döviz açığı
Net gerçek döviz rezervleri ise (net döviz rezervlerinden TL/döviz swapları düşüldükten sonra geriye kalan kısım) erimiş durumda. Öyle ki Şubat sonu itibariyle Merkez Bankası’nın net döviz rezervleri 38,7 milyar dolar, buna karşılık TL/döviz swapları 25,8 milyar dolar. Buna 1,1 milyar dolarlık TL/altın swapları da dâhil edildiğinde bu rakamdan indirilmesi gereken tutar 26,9 milyar doları buluyor. 10 Nisan itibarıyla net rezervlerinin 27 milyar dolara kadar düştüğü (13) dikkate alındığında elde gerçek anlamda döviz rezervi kalmadığı anlaşılıyor. Somut olarak, ülkenin 2020-2021 yılı için (borcu borçla çevirme imkânı da kullanılarak) ortalama 30 milyar dolara yakın bir döviz açığı olduğu görülüyor. (14)
Bu nedenlerle, Türkiye’de bugünlerde IMF’nin neredeyse sosyal demokrat bir örgüte dönüştüğünü ileri sürebilen ve buradan hareketle krizden kurtulabilmek için IMF’den yardım almaktan başka çare olmadığını ileri süren bazı liberal iktisatçılar ve siyasetçiler tekrar boy göstermeye başladılar.
Bu sadece Türkiye ile sınırlı değil. Örneğin yukarıda sözü edilen Ghosh da (15) IMF’nin “1945 yılındaki kuruluş amacına uygun işlevleri yerine getirmekte başarısız kaldığını, oysa bugün Covid-19 salgınına karşı yürütülecek uluslar arası koordineli bir mücadele programına ciddi katkı verebileceğini, böylece de bir kefaret ödeme şansının doğduğunu ileri sürüyor. Bunun için örgütün gereksiz kemer sıkma, sermaye akımlarının serbestleştirilmesi ve bazı ülkelere karşı taraflı tutum alınması gibi eski kötü fikirlerinden ve alışkanlıklarından vazgeçmesi gerektiğini” ileri sürüyor.
Venezüella’ya IMF engeli
Ghosh’un kast ettiği taraflı tutum örgütün Venezüella’ya karşı takındığı tutum. Zira geçen yıl örgüt Venezüella hükümetinin 400 milyon dolara denk düşen SDR kullanım hakkını engellemişti. (16)
IMF bu yıl da Venezüella Hükümetinin yardım talebini geri çevirdi. Ülkenin Korona pandemisi sırasında IMF’den 5 milyar dolarlık kredi almak için yaptığı başvuruyu (bu hükümeti meşru görmediği gerekçesiyle) (17) reddetti. Üstelik bu ülke binde 78’lik bir kotaya sahip IMF üyesi bir ülke (18) olmasına rağmen bunu yaptı.
Venezüella, tarihte Küba’dan sonra ABD’nin en ağır ekonomik ve politik yasaklamalarına uğrayan ikinci ülke konumunda. Ülkenin yurt dışındaki bankalardaki yaklaşık 7 milyar dolarlık bir dövizi uzunca bir süredir, ABD’nin koydurduğu blokaj nedeniyle kullanılamıyor. Ülke yıllardır gıda ve ilaç başta olmak üzere birçok temel malla ilgili olarak (bu ülkeye ihracatın yasaklanması nedeniyle) kıtlığa ve açlığa mahkûm edilmiş durumda.
Bu iki gerçek bir arada düşünüldüğünde IMF’nin uluslararası finansal istikrarı sağlamak görüntüsü altında sağladığı yardımların bazı ülkeleri hizaya sokmak ya da cezalandırmak için kullanıldığı görülüyor. Bu durum ortada iken IMF’nin değişmekte olduğunu ileri sürerek, ona hiçbir zaman sahip olmadığı ya da olamayacağı misyonlar yüklemek (iyi niyeti de olsa) dünya halklarını kandırmaya hizmet eder.
Ya da “IMF’nin Hızlı Finansman Aracı kapsamında bedavaya, hiçbir koşula bağlanmaksızın alınabilecek 6 milyar dolar anlamına geldiği için çok aptalca gözüküyor” (19) biçimindeki üstenci sözler emperyalist ikiyüzlülüğü yansıtıyor.
Koronavirüs ekonomik krizin nedeni değil
Burada öncelikli olarak açığa çıkartılması gereken şöyle bir gerçek var: Türkiye Korona salgını öncesinde hali hazırda çok ciddi bir dış borç krizi ve buradan hareketle artan döviz kurları yüzünden ciddi bir finansal kriz ile karşı karşıya idi.
17 yıldır izlenen neo-liberal birikim stratejisi ve buna uygun politikalar emperyalizme bağımlı Türkiye ekonomisinin kırılganlıklarını iyice ortaya çıkartmıştı. Son dönemlerde döviz kurunun daha fazla yükselmesi ise, hem uluslar arası TL/döviz swap piyasalarından kullanımlar, hem de Merkez Bankası’nın kamu bankaları ile arka kapıdan yaptığı döviz alış ve satışları ile önlenmeye çalışılıyor, bu da Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin erimesiyle sonuçlanıyordu.
Kısaca bugünkü ekonomik ve finansal krizin nedeni Koronavirüs değil. Bu gerçekle yüzleşmeden, ekonomik ve sosyal krizin gerçek sorumluları sorgulanmadan, sonuçlar üzerinden “IMF’ye gitmekten başka çarenin olmadığını” ileri sürmek ciddi bir yanlış.
IMF kimleri kurtaracak?
İkinci olarak IMF’ye giderek kimler kurtarılacak? IMF’den sağlanacak olan likidite ile kimlerin milyarlarca dolarlık dış borçları, hangi uluslararası bankalara ödenecek? Kurtarılacak olan ekonomide açlık sınırının altında ücretlerle işçiler işbaşı yapacaksa, bu işçiler kurtarılmış mı olacak? Kurtarılacak sektörler ya da şirketlerde açlık sınırının altında, ağır bir sömürüye tabi tutularak çalıştırılacak işçilere üzerinden yaratılacak kârlar ekonomiyi büyüttüğünde tüm toplumun refahı artmış mı olacak?
Bu soruları sormak sınıfsal bir perspektifi gerektiriyor. Bu perspektife sahip bulunmayanlar ve toptancı bir bakış altında “hepimizin aynı gemide olduğu” masalına inananlar; büyük çapta bir döviz likiditesi imkânından yararlanarak kendilerini kurtarırken, bunun bedelini emekçilere ödetmek isteyen büyük sermaye gruplarının sözcülüğünü yapmış olurlar.
20 inci kez IMF kapısına gidilir (2001 krizi sonrasında olduğu gibi) ve alınan yardımla bir kez daha krizden çıkılır ve yeni bir kriz patlayana kadar çark dönmeye devam eder. Sonra bir kriz daha çıkar, makara başa sarılır. Bu arada örgütsüz emekçiler, halklar, gençler, kadınlar, kısaca toplumun çok büyük bir kısmı bir kez daha bedel öder.
İstediğimiz bu mudur, yoksa krizsiz, sınıfsız, sömürüsüz, eşitlikçi ve adaletli bir ülke midir?
Dip notlar:
(1) Jayati Ghosh, “COVID-19 is the IMF’s Chance for Redemption”, https://www.project-syndicate.org/…/how-imf-can-lead-global… (9 April 2020).
(2) Hilal Sarı, “Swap, repo, o da olmadı IMF şart”, https://www.dunya.com (9 Nisan 2020).
(3) IMF, World Economic Outlook, The Great Lockdown (April 2020), https://www.imf.org/…/…/WEO/Issues/2020/04/14/weo-april-2020.
(4) “U.S. now has 22 million unemployed, wiping out a decade of job gains”, https://www.washingtonpost.com (17 April 2020).
(5) Bu konuda hem dünya ekonomisinde, hem de ABD ekonomisinde beklenen küçülme ile ilgili olarak ayrıntılı bir analiz için bak: Michael Roberts, “The post-pandemic slump”, https://thenextrecession.wordpress.com (13 April 2020).
(6) https://www.wsj.com/…/china-set-to-report-plunge-in-first-q… (17 April 2020).
(7) Kristalina Georgieva, “Policy Action for a Healthy Global Economy”, https://blogs.imf.org (16 March 2020).
(8) “Covid – 19, Para Basımı ve IMF’nin Yeni İmkânı”, mahfiegilmez.com/…/covid-19-para-basm-ve-imfnin-yeni-imkan.….
(9) Christopher G. Collins and Edwin M. Truman, “IMF’s special drawing rights to the rescue”, https://www.piie.com/…/r…/imfs-special-drawing-rights-rescue (10 April 2020).
(10) Ghosh, agm.
(11) https://www .dunya.com) / Haberler (https://www .dunya.com/ IMF alerjimizden vazgeçelim (10 Nisan 2020); https://www.dunya.com/…/mf-kaynag-ve-para-basma-seceneg-deg… (15 Nisan 2020).
(12) https://www.tcmb.gov .tr/wps/wcm (18 Nisan 2020).
(13) Alaattin Aktaş, ““IMF’ye ihtiyaç var mı?”, https://www.dunya.com (17 Nisan 2020).
(14) Agm.
(15) Ghosh, agm.
(16) https://www.bloomberg.com/…/imf-freezes-venezuela-funds-as-… (10 April 2019).
(17) Paul Dobson, “Venezuela announces 6-month rent suspension, guarantees workers’ wages, bans lay-offs”, https://www.globalresearch.ca (24 March 2020).
(18) IMF, “IMF Members’ Quotas and Voting Power, and IMF Board of Governors”, https://www.imf.org (15 April 2020).
(19) https://ahvalnews.com/…/unlu-ingiliz-ekonomistten-albayraka… (18 Nisan 2020).