Günlük yaşama dair rutinin bozulduğu, güvence olarak görülen yapıların sarsıntıya uğradığı doğal afet, savaş, ekonomik kriz, salgın hastalık gibi olağan dışı durumlarda insanlar, içinde oldukları sistemin çelişkilerini görmeye, algılamaya ve sistemi sorgulamaya başlar. Tarihsel süreç gösterir ki bir sistem sorgulanmaya başlandığında, toplum kendisini daha güvencede hissedebileceği yeni bir sistem arayışına girer. Egemenlerin bunu engellemek için ilk yaptığı, gerçekleri toplumdan gizlemek olur; yanı sıra toplumu, ırk, din, cinsiyet vb üzerinden ‘öteki’ler ve ‘ayrıcalıklı’lar olarak ayrıştırır. Olağan dışı durumlarda ‘ayrıcalıklı’lara, mevcut durumun sorumlusunun ‘öteki’ler olduğu, bu durumun olumsuz sonuçlarından ‘öteki’lere göre daha az etkilenecekleri ve hatta bunun üzerinden birtakım çıkarlar sağlayacaklarını bile düşündürtürler. Yaratılan bu kutuplaşma ortamında sistem sorgulanmaktan kurutulur; egemenler ve iktidar sahipleri de varlıklarını sürdürürler.
Koronavirüs, küresel düzeyde yaşanan, milyarlarca insanın yaşamını tehdit eden ve günlük yaşam rutinini bozan bir salgın. Pek çok ülkede kapitalizmin salgın karşısındaki acizliği sorgulanmakta bugün. Sorgulamaya ister sağlık sisteminden ister devlet ya da siyasi iktidardan başlansın ortaya çıkan gerçek değişmiyor: Gelişmişlik, kalkınma, teknolojik devrim, sanayi ötesi bilgi toplumu gibi masallarla kapitalizmin, insanlığı ve doğayı kaosa sürükleyen koca bir balon olduğu gerçeği… Tüm çabalara rağmen ne iktidar sahiplerinin beyanları ne yandaş medyanın çarpıtmaları bu tablonun görülmesini engelleyemiyor.
Ancak kapitalizmle birlikte iktidarları da sorgulananlar, alışageldikleri yöntemleri kullanmaya devam ediyor. İnsanlık için facia halini alan salgın, fırsata çevrilmek isteniyor ve bu süreç yaratılan “ayrımcılık” üzerinden yönetilmeye çalışılıyor.
Koronavirüs, savaşlar ve doğal afetlerden farklı olarak sınıf, ırk ve inanca bakmadan toplumun tümünü tehdit ediyor. Fakat sistemin dayandığı ayrımcılıkla yaratılan ekonomik ve sosyal eşitsizlikler, virüs tehdidinden korunma konusunda da hem ayrımcılığı derinleştiriyor hem de eşitsizlikleri arttırıyor. Örneğin servet sahipleri, ekonomik güçleri sayesinde kendi önlemlerini alırken, “kimsenin evinden çıkmaması gerektiği” cami hoparlörlerinden bile haykırılırken emekçiler, ölümüne çalışmaya zorlanıyor.
Tablo çok karanlık: Kapatılan iş yerleri, çalışanların beş parasız kapı önüne konmaları… Devletin kayıt dışı çalışan milyonlarca emekçinin yaşamını nasıl sürdüreceği konusunda bir önerisi yok. Erdoğan, 2 milyon aileye bin TL destek verileceğini söylüyor ama destek alacakların nasıl belirleneceği belli değil (Bin TL’nin bu ailelerin hangi yarasına merhem olacağı da ayrı bir muamma!). Sigortalı çalışanların durumu da farklı sayılmaz: İşsizlik sigortası ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanma koşulları öylesine ağır ki, koşullar değişmedikçe emekçilerin büyük bölümünün yararlanabilmesi mümkün değil. Hiçbir güvencesi olmayan, son derece sağlıksız koşullarda yaşama tutunmaya çalışan sığınmacıların salgından korunması ise, hükümetin gündeminde bile değil.
Korona günlerinde göz ardı edilemeyecek bir ayrımcılık da cezaevlerinde yaşanıyor. Mahkumların kendilerini salgından koruma olanağı yok, yaşamları hükümetin insafına bağlı. İktidarın ülkede salgına karşı süreci yönetmedeki zafiyeti düşünüldüğünde cezaevlerindeki durumun vahameti daha iyi anlaşılıyor. Onlar da bunun farkında olmalı ki, uzun süredir gündemde olan infaz yasası genişletilerek gündeme getirildi. Ancak düzenlemenin salgın gerekçesiyle genişletilen kısmında “uyuşturucu madde üreticileri, satıcıları; tacizciler, tecavüzcüler” de yer aldığı halde “siyasi tutuklular” bunun dışında tutuldu. Bu haliyle yasalaşırsa AKP, kendisi gibi düşünmeyenleri, bir başka ifadeyle siyasi rakiplerini koronavirüsün tehdidi altındaki cezaevlerinde adeta ölüme terk edecek. Şüphe o ki, bu durumda korkulan sonuçlar ortaya çıkacak, cezaevleri virüs nedeniyle ölüm evlerine dönüşecek! Dedik ya, şüphe!!
Korona günlerinde ayrımcılığa uğrayan başka bir kesimse yaşlılar. Yaşlılara yönelik ayrımcılık literatürde yer almakla birlikte pratikte nadiren gündeme gelir. Ama AKP, salgında aldığı pek çok akıl dışı karar yanında, 65 yaşın altı ve üstü sınırıyla, yeni bir ayrışma yaratmayı da başardı! “Sokağa çıkma yasağının bu sınırla belirlenmesi ve koronavirüsün yarattığı sonuçlar açıklanırken ölenlerin ‘yaşlı’ olduğunun özellikle vurgulanması”, 65 yaş altındakilere kendilerini ayrıcalıklı hissettirip, “ölen yaşlıların çok da problem edilmemesi gerektiği algısı”nı yarattı. Bu da “AKP salgın yönetimi zafiyetlerinden doğan ölümlerin, hiç olmazsa 65 yaş üzerindeki kısmının sorumluğundan kurtulmaya mı çalışıyor?” sorusunu akıllara getirdi elbette.
Korona günlerinin ayrımcılıklarından biri de, salgının yarattığı kaosu fırsata dönüştürüp toplumun geniş kesimlerinin ödediği vergilerle oluşan kaynakların ve kamuya ait alanların aktarıldığı bir avuç sermayedardır. Salgın nedeniyle sosyal yaşamın durma noktasına geldiği, sokağa çıkma yasaklarının konuşulduğu bir ortamda Erdoğan’ın açıklamalarının her biri, infial yaratacak önemdedir: “Ekonomik İstikrar Kalkanı” paketinde yer alan teşvikler, maden sahalarının ihale edilerek doğanın sermaye talanına açılması ve nihayet Kanal İstanbul ihalesi…
Dünyada bir sistem sorgulamasına neden olan koronavirüs; Türkiye’de, iktidarın süreçteki akıl ve bilimden uzak yaklaşımı nedeniyle, bu sorgulamanın çok daha keskin bir biçimde yapılmasına ortam hazırlamaktadır. Bu sorgulamanın sağlıklı yapılabilmesinde ve etkili bir sonuç ortaya konabilmesinde “özellikle yaratılan ayrımcılığa karşı ne kadar ve nasıl bir arada durulabileceği”, belirleyici olacaktır.