“Atacaklarmış bizi Meclis’ten, buyurun atın. Siz vurdunuz da biz ölmedik mi? En iyi bildiğimiz yer kabristanlar, hapishaneler ama bize diz çöktüremezsiniz, aman diletemezsiniz, tırşıkçılık ettiremezsiniz…” S. Süreyya Önder dokunulmazlık kaldırma saldırısından hemen önce bu konuşmayı yapmıştı. Onlar vurdular biz öldük, mezarları yıktılar, insan kemiklerini mezardan çıkartıp kaldırımlara gömdüler, hapishaneleri mesken eyledik, mitinglerimize bombalı saldırılarda bulundular. Gayrı Nizami Harp adını verdikleri kontrgerilla yöntemlerini tepemizden boca ettiler. Çok canımız yandı, çocuklarımızı, analarımızı ağlatmaktan öteye geçerek onları katlettiler. Tüm bunları yaparken “azılı terörist” olan biz olduk. Yapamadıkları, başaramadıkları tek şey kaldı geriye: Diz çöktürmek, teslim almak. Olmadı, yapamadılar. Güçleri yetmedi. On binlerce insan toplama kampına doldurulurcasına esir alındı.
Tam “yendik, bitirdik” diye düşündükleri anda HDP kongresine on binlerce insan sel gibi aktı geldi. Silahla gasp ettikleri halkın iradesini asla ele geçiremediler. Kayyumlarla kıydılar ama kayyumları halka onaylatamadılar. Silahlarının zoru dışında söyleyecekleri, yüreklere dokunacak tek sözcükleri olmadı. Diyarbakır zindanlarında faşizme karşı boy veren direniş nasıl halk bedeninde vücut bulduysa, AKP-MHP faşist saldırısı karşısında direniş geleneği de aynı şekilde devam ediyor.
IŞİD barbarlığına karşı Kobanê halkının destansı direnişi, IŞİD için sonun başlangıcı oldu. Kobanê halkına destek vermek için kitlesel olarak sokağa çıkanların karşısına faşist çeteler sürüldü. Kobanê için sokakta olan onlarca insan, faşistler ve kolluk güçleri tarafından katledildi. Kobanê’yi kitlesel tepkinin bir daha ortaya çıkmaması için baskıcı her türlü tedbiri almanın ötesinde siyasetçileri esir almanın aracı haline getirdiler. HDP’ye yönelik çökertme operasyonunun bahanesi Kobanê direnişi oldu. HDP saldırılar karşısında çökmeyince “Kobanê Davası” çöktü. Tam altı yıl sonra AKP, müflis tüccarların yaptığı gibi eski defterleri karıştırarak yeni dava açma telaşına düştü.
Ekonomik, siyasi hayatın her alanında yenilgiler alan AKP, HDP üzerinden aşırtma vuruş yaparak muhalefetin tamamını esir almayı hedefliyor. Faşizmin barajını aşan ve faşizme karşı baraj olan HDP eğer çökertilirse AKP için bütün engeller aşılmış olacak. Bu bakımdan, HDP, faşizmin önünde baraj olmaktan öte demokrasi mücadelesinin nirengi noktası durumuna geldi. HDP’nin çökertilmesi asla sadece HDP’nin, devrimcilerin sorunu değil. Saray Rejimi’nin “devletin Bekası” dediği şey boş bir söylem ama HDP’nin varlığı demokrasinin bekası için olmazsa olmaz bir durum. Saray Rejimi bunun farkında. Bütün gücüyle saldırmasının nedeni bu. Bu durumun farkında olup, korkusundan hareket edemeyenler kısa zaman içinde korkunun ecele faydası olmadığını görecekler.
Kobanê gözaltıları haberiyle birçok insan üzüntü duydu, sonra üzgün olmanın yerine öfkeli ve kararlı olmak gerektiği duygusu hâkim oldu. İtirazlar başladı. Söylem eyleme dönüştü, HDP dışındaki siyasi aktörlerin her zamankinden farklı olarak yüksek sesle itiraz etmeleri öfkeyi umutla birleştirdi. Korku duvarları yıkılmaya başlıyor.
Saray Rejimi’nin elindeki “terör sopası” etkisini yitiriyor. Korku köşeye çekilirken cesaret hızla yayılıyor. Topluma dayatılan korku imparatorluğunun zemininde büyük çatlaklar oluşuyor. HDP’ye karşı başlatılan büyük saldırı ters teperek herkesin itiraz ettiği hoşnutsuzluğa evriliyor.
Mesele artık HDP’nin diz çökmeme durumundan çıkmıştır. HDP dışındaki muhalif kesimlerin HDP çöktüğünde faşist tsunami dalgaları altında kalacağının farkına varma zamanı gelmiş ve geçmektedir. Gözaltıların serbest bırakılması ve mahkemelerin Saray vesayetinden çıkarılması için herkesin konuşması gereken zaman gelmiştir.
Yetersiz olmakla birlikte ortaya çıkan tepkiler umut vericidir. Çeşitli sebeplerle HDP dışında kalan dostların HDP’ye omuz vermesi gerektiği özel zamanlardan geçiyoruz. Bugün HDP’yi savunmak, HDP programından, politik çizgisinden öte demokrasiyi savunmaktır. “Susmak yok” diyerek “tek ses” isteyen Saray Rejimi’ne inat “hep birlikte” demokrasi mücadelesini ileri taşımak için bir adım öne çıkma zamanı geldi. Ulucanlar Cezaevi Katliamı’ndan Roboski’ye, Suruç’a, 10 Ekim Gar Katliamı ve onlarcasına “unutursak kalbimiz kurusun” dedik.
Umudu ve direnişi yaşatmak ve sol mememizin altındaki cevahiri soldurmamak için bugün değilse ne zaman direneceğiz?