80’lerin başından itibaren neoliberal dönüşüm sürecinin devleti sosyal işlevlerinden uzaklaştırması, devletin yurttaşlar için bir sosyal güvence mekanizması olma halini de sona erdirdi. Bu dönüşümde rol alan siyasi partiler, 90’lı yıllarda ardı ardına gelen ekonomik ve siyasi krizleri aşarak istikrarı sağlama becerisini gösteremedi. 1999 depremleri, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin yarattığı istikrarsızlık, toplumda siyaset kurumuna olan öfke ile birlikte devlete yönelik güvensizliği daha da artırdı.
İşte AKP, 20 yıldır sürdürdüğü iktidarını, halkın bu süreçte devlete güvenini tamamen yitirmesi ve mevcut siyaset kurumuna duyduğu öfkenin üzerine inşa etti. 2002 seçimlerinde neoliberal dönüşüm sürecinin yarattığı tahribattan ve istikrarsızlıktan sorumlu tutulan siyasi partilere ve devlete yönelik tepkiler AKP’yi iktidara taşıdı. Bunda AKP’nin içinden geldiği Milli Görüş hareketinin başını çektiği din temelli örgütlerin (tarikat ve cemaatlere bağlı dernekler, vakıflar vs), devletin boşalttığı sosyal güvenlik alanını doldurulmaya başlamasının önemli etkisi vardı. Ayrıca Erdoğan ve diğer parti kurucularından bir kısmının 1994 sonrasında yerel yöneticisi oldukları İstanbul, Ankara gibi büyük ve önemli kentlerde uyguladığı “sosyal yardım programları” ile neoliberal politikaların yarattığı sosyal tahribat karşısında güvencesiz kalan yoksul kesimlerle arasında güçlü bir bağ oluşmuştu.
AKP, iktidarı boyunca emekçi kesimleri işsizleştiren, iş güvencesini ortadan kaldırıp yoksullaştıran, sosyal haklarından mahrum bırakarak muhtaç hale düşüren ekonomi politikalarını sadakatle uygularken diğer taraftan muhtaç hale getirdiklerine güvence sağlamak üzere din referanslı sosyal yardım mekanizmaları kurmayı başardı. Ancak uyguladığı politikaların tahribatı öylesine ağır oldu ki artık din temelli sosyal yardımlar da bu tahribatın açtığı yaraya merhem olmakta yetersiz kaldı. Öte yandan “tek adam” rejimiyle birlikte merkezileşen ve denge-denetleme düzeneği ortadan kalkan devlet kurumları tamamen dejenere oldu ve topluma hizmet anlayışından uzaklaştı.
Önce pandemi, ardından Maraş depremleri, devlet kurumlarının toplumun yaşam güvenliği sağlamaktaki acizliğini tüm açıklığıyla ortaya sermeye yetti. Siyaset kurumuna ve devlete yönelik öfke ve güvensizlik bugün AKP’nin iktidara geldiği dönemden çok daha fazla. Yurttaşlar, görevi olağanüstü durumlara müdahale etmek ve yardıma ihtiyacı olanlara yardım götürmek olan, milyarlarca lira bütçeli AFAD, Kızılay gibi devlet kurumlarına güvenmedikleri için muhalif parti, vakıf, dernek gibi örgütlenmelere ve AHBAP ya da benzeri organizasyonlara bağış yapmayı tercih ediyor. Yani bir zamanlar devletin sosyal güvence mekanizması olmaktan uzaklaşmasını ve toplumda itibar kaybetmesini iktidar olmak için kullanan AKP’nin mutlak egemenliği altında bulunan devlet bugün çok daha vahim durumda.
AKP ve ortağı MHP’nin depremzedelerle dayanışma gösteren, devletten daha fazla güven duyulan kurumlara yönelik öfkesi, tarihin yeniden tekerrür ederek iktidarı kaybedecekleri korkusunun açık bir ifadesidir. Peki “Korkunun ecele faydası olacak mıdır?” Muktedir bu korkuyla iktidarı elinden bırakmamak için -seçimleri ertelemek dahil- yasal ya da ahlaki olup olmadığına bakmaksızın her yolu deneyecektir. Ama nihai olarak sonucu toplumun depremde gösterdiği dayanışmayla birlikte mücadeleyi de örgütleyip örgütleyemeyeceği belirleyecektir.