Korku güçlü bir duygudur insanlarda. Baskıcı-otoriter rejimler bundan hareketle toplumu zapturapt altına alma ve yine bu yolla muhaliflerini susturmaya ve sindirmeye çalışırlar. İktidarın bu seçim sürecinde kullanmaya çalıştığı bir alan da bu minval üzerine devam ediyor.
HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar yıllar önce yazdığı bir yazısında bu siyaseti güdenlerin unutkanlığımıza güvenerek yürüttüklerini belirtir: “Şimdi bizde de malum odaklar çok yönlü bir korku siyasetiyle toplumu sindirmek istiyorlar. İktidarlarını kaybetme korkularını kendi korkularımız olarak görmemizi; tek çaremizin arkalarına takılmak olduğunu telkin ediyorlar; özgürlüklerimizden ve iradelerimizden vazgeçmemizi istiyorlar.” (Birikim Dergisi-10 Mayıs 2007)
Bu seçim sürecinde iktidarın söylemini ve argümanlarını düşündüğümüzde bu tespitin tümüyle güncelliğini koruduğunu görmek zor olmasa gerek.
Sancar, bu konuda Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder’in ‘Korku Ruhları Bitirir’ adlı filminden örnekleyerek korkunun insanın ruhunu nasıl kemirdiğini, kendi olmaktan çıkarıp başka güçlerin oyuncağı haline getirdiğini ve derin bir mutsuzluğa sürüklediğini anlatır.Konuyla ilgili son derece çarpıcı bir film olan ‘İyi Geceler İyi Şanslar’ adlı filmi de es geçmemek gerek. Yönetmen George Clooney bu filmiyle 1950’de yaşanan ABD tarihinin en utanılan dönemlerinden McCarthy dönemine ışık tutarak hem siyasete, hem topluma hem de babasından dolayı çok saygı duyduğu bir meslek olan haberciliğe güncel eleştiriler yöneltiyor.
Bu film, o dönemi anlatan belgesel havasıyla günümüze dair gerçekler konusunda da bir ayna işlevi görüyor.
***
Bilindiği üzre siyaset bilimciler korku siyasetine ve bu siyasetin şekillenmesi ve yaygınlık kazanmasına örnek olarak çoğunlukla McCarthy dönemi Amerikası’nı gösterirler.
1947-1957 yıllarında Cumhuriyetçi Parti senatörü olan Joseph McCarthy rakiplerini ve muhalifleri (o zamanlar komünistler) casusluk, hainlik gibi düzmece suçlamalarla hapsettiren, işinden eden ve itibarsızlaştıran “kızıl korku” akımının baş kişisidir.
McCarthy, saldırganlıkta, şarlatanlıkta öylesine azıttı ki, McCarthy’cilik diye anılan bir iftira mesleğinin doğmasına yol açtı.
Bu dönemin kara listesinde Arthur Miller, Langston Hughes, Paul Robeson, Charlie Chaplin, Elia Kazan, Lili Helmann, Bertolt Brecht gibi birçok yazar ve sanatçı da yer almıştır.
Bu cadı avı döneminde Bertolt Brecht komisyona ifade vermeyi reddetmiş ve ülkeyi terk etmiş, Charlie Chaplin, komünist olmadığı halde komisyonda bunu söylemeyi gururuna yediremeyecek ve “Komünist olmak en doğal hakkımdır” diyecekti. Sonra da ABD’yi terk ederek İsviçre’ye yerleşecekti.
Bazıları ise bu cadı avı döneminde arkadaşlarının adını komisyona vererek kendilerini kurtarmaya çalıştılar. Bunlar içinde en ünlüsü hiç kuşkusuz yönetmen Elia Kazan idi. Elia Kazan, baskılara dayanamayınca sekiz arkadaşının adını komisyona verecek, yıllar boyunca bunun etkisinden kurtulamayacaktı. Kazan, 1999 yılında Oscar ödülünü kazandığında geçmişi peşini bırakmamış; Nick Nolte, Ed Haris, Tim Robins, Susan Sarandon, Jesica Lange gibi birçok ünlü oyuncu ve yönetmen durumu protesto ederek ödül töreni sırasında salonu terk etmişti. Elia Kazan ödülünü alırken ağzından bir tek söz dökülmüştü: “Utanıyorum.”
***
Geçmiş peşini bırakmaz insanın, yapılacak bir yanlış ya da sonrasında pişmanlık duyacağımız, yüzümüzü kızartacak, utanılacak bir davranışa maruz kalmamak için duruşumuza, davranışlarımıza dikkat etmek gerekecektir elbet. Unutmayalım ki aynı şey oy kullanım süreçlerindeki kararlarımız için de geçerli olacaktır.
Konfüçyüs’ün sözüdür: “Bir şeyin haklı olduğunu bildiğin halde, o şeyden yana çıkmazsan, korkaksın demektir.”