Berthol Brecht, ‘3. Reich’in Korku ve Sefaleti’ adlı tiyatro oyununda Hitler’in Almanya’yı bir korku ülkesi haline getirerek hakim kıldığı faşizmi anlatmaktadır. Brecht oyunlarında insanlık tarihinin en sefil dönemi olan 2. Dünya Savaşı sürecinde halkların baskılar ve korkular karşısında dik durmasını ve erdemin mutlak gerekliliğine vurgu yapar. Sefaletler içinden çıkan kahramanlıkları ortaya koyarak yaşamın diyalektik bir süreç izlediğini ve her türlü baskının kendi karşıtını da ortaya çıkardığını gösterir.
Ulus devletlerin yerle bir olacağı bir sürece doğru ilerlenirken emperyalist kapitalist sistemin insan ve diğer canlı yaşam üzerinde kurduğu yok edici hakimiyetine karşı başkaldırılar ortaya çıkmaktadır. Dünya halklarına yoksulluğu, sefaleti, açlığı ve ölümü kader olarak sunan kapitalizmin yolun sonuna geldiğini açıkça söylemek gerekiyor. Ancak bunun yerine neyin idame edileceğinin de aynı açıklıkla belirtilmesi şart. Kapitalizmin mezar kazıcısı olarak nitelenen işçi sınıfı ve yoksul halklar, soyut demokrasi kavramlarına değil somut olarak gelecekte nasıl bir yaşamın kurulması gerektiğini duymak ve bilmek istiyor.
Türkiye’de yüksek işsizlik oranına paralel olarak süren, TÜİK’in değil gerçek verilerin gösterdiği enflasyon artışı yüzde 60’lara ulaşmış durumda. Türkiye’de yaşam sefalet noktasına hızla giderken, her geçen gün bir önceki günü aratıyor. Halkın mevcut sistemden beklentisi bugüne kadar milli-yerli-dini vb. söylemlerle ayakta tutulabilirken, bugün bu söylemlerin etkisi ciddi anlamda azalmaya başlamış durumda.
ABD’nin 19. yüzyılda ortaya koyduğu felsefe olan ‘kaçınılmaz alınyazısı’ ile genişlemek ve ‘demokrasi’ ihracı ile kapitalizmi tüm Kuzey Amerika’ya yayarak, tanrı tarafından tayin edildikleri yalanları ile tüm kıtayı abluka altına alıp yoğun bir sömürüye tabi tutmuştu. K. Amerika halkları için ortaya konan ‘alınyazısı felsefesi’ ile halkların yoksulluğu ve her türden kötülük bir kader olarak halklara dayatıldı. Benzer süreçler Türkiye coğrafyasında da uzun yıllar yaşandı. Ancak yaratılan bu hipnoz durumu giderek çözülmeye başladı.
Kapitalizm, günümüzde ortaya çıkan aşırı sermaye birikiminin yeniden değerlenmesi sürecinde ciddi bir tıkanma içinde. Bu tıkanmanın tüm dünyada üstü örtük olan fakat artık açıkça görülmeye başlanan savaşları veya savaş tehditlerini ortaya çıkardığı görülüyor. Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz yeni bir evreye sıçrarken, mevcut iktidarın bu süreci yönetmesi ise artık olanaksız. Benzer koşullar dünyanın diğer ulus devletlerinde de yaşanırken, Türkiye’de AKP iktidarının Meclis’ten geçirmeyi başardığı tezkerelerle savaşlar üzerinden iktidara tutunma gayreti içinde olduğu ise net olarak görülmektedir.
AKP iktidarının Türkiye halklarının gözünde değeri yerle bir olmaktadır. Kapitalizmin yarattığı ve hizmetine koştuğu ‘sağ’ veya ‘sol’ iktidarların halklara verebileceği hiçbir şey yok. Bu bağlamda 3. yolu yani halkların, emekçilerin bir araya gelerek sermaye çıkarlarına eklenmeden emeğin ve doğanın çıkarlarını içerecek yeni bir yolun açılması bir zorunluluk.
Her olumsuzluğu sürekli görüştükleri ve birlikte yağmanın programlarını yaptıkları ‘dış güçlere’ bağlama çabası artık mevcut iktidar için yeterli seviyede bir desteği ortaya çıkaramamaktadır.
Tüm bu nedenler nüveleri oluşmuş olan kapitalizm karşıtı örgütlenmenin büyütülmesini ve halk iktidarını kurmak hedefiyle hareket edilmesini gerektiriyor.