Neyzen Tevfik ve Sair Esref gibi hiciv ustaları iyi ki yasamıyor; yoksa ikisi de gün yüzü göremezdi! ‘Cumhurbaskanı’na hakaret’ten sayısı su anda belirsiz sayıda insan içeride, binlerce dava sürüyor
M. Ender Öndes-Çagdas Kaplan/Istanbul
Boğazdan geçerken sarhoş kafayla saçmalayan bir gemi kaptanı ile 13 yaşındaki bir çocuk ve huysuz eşine yemek beğendiremeyen bir ev kadınını, bir karakolun nezaretinde kim buluşturabilir? Bu postmodern bilmecenin cevabını artık Türkiye’de yaşayan herkes biliyor: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan! Uzun süredir, bu saydıklarımızın üçü, hatta yüzlercesi, aynı ‘suç’tan soruşturmaya uğrayıp tutuklanabiliyor: Cumhurbaşkanı’na hakaret… ‘Eski Türkiye’nin cezaevlerinde ‘suç’ türlerine göre ayrılan koğuşlar bir gelenekti. Siyasi koğuşlar, hırsız koğuşları, tecavüz sanıklarının kaldığı koğuşlar, trafik koğuşları… Şimdilerde artık koğuş sistemi büyük ölçüde yok edildi ama bu arada mahpus kategorilerine bir yenisi eklendi: Hakaretçiler! İktidar, Türk Ceza Kanunu’nda var olan maddelerle yetinmeyip “Cumhurbaşkanı’na hakaret” maddesini “şahsı da kapsayacak şekilde” düzenleyince olanlar oldu. İfade özgürlüğünü korumak bakımından zaten sorunlu olan Türk hukuk sistemi, bireylerin siyasi eleştirilerinin de önünü kesen bir noktaya ulaştı. Son birkaç yılda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ‘hakaret’ suçundan binlerce dava açıldı, tutuklamalar ise günlük vakalar haline dönüştü. En son karikatürist Nuri Kurtcebe’nin tutuklanması, bu zincirin son halkasıydı.
Dosyalar yığılıyor
Cumhurbaşkanı’na hakaret davalarıyla ilgili asıl zirve yılları olan 2017 ve 2018’i kapsayan veriler henüz yok. Ama 2016 verileri tek başına durumun ciddiyetini gösteriyor. 2016’da genel olarak “Devletin Egemenliğine ve Organların Saygınlığına Karşı İşlenen Suçlar” kapsamında 46 binden fazla işlem yapılmış, bunların 3 bin 658’i ise doğrudan “Cumhurbaşkanına hakaret” i içeriyor. Bu toplam içindeki kişilerden 102’si 12-15 yaş arası, 138’i 15-18 yaş arası çocuklardan oluşuyor. 2016 yılı içinde karar verilen 3 bin 165 dava dosyasından 1080 mahkumiyet çıktı. Dosyaların 679’unda ise beraat kararı verildi. 867 dosya hakkında da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildi.
Erdoğan farkı
Hakaret davalarında Erdoğan dönemi ile Abdullah Gül ve Ahmet Necdet Sezer dönemleri arasında ciddi bir fark var. Ahmet Necdet Sezer’in yurttaşlara dava açma gibi bir alışkanlığı pek yok. Bazı kaynaklara göre, 2000 ile 2006 arasında, toplam dava sayısı yüzü bile bulmuyor; başka kaynaklar ise Sezer döneminde doğru dürüst hiç dava olmadığını belirtiyor. Gül’ün döneminde ise sayı biraz daha artıyor; ancak 750’yi aşmıyor. Onlardan önceki cumhurbaşkanları olan Demirel, Özal ve daha eskiler hakkında somut veriler yok. Ancak toplumsal belleğe başvurduğumuzda, (Evren’in darbe dönemi ayrı değerlendirilebilir) yurttaşlar hakkında açılan davaların çok yoğun olmadığını görüyoruz. Durum böyle olunca Erdoğan dönemi, ciddi bir rekor anlamına geliyor.
Gazeteciler asıl hedef
Bütün bunlar değerlendirilirken 15 Temmuz sonrasına ait toplu verilerin olmadığı da düşünülmeli. Bu sürece ait daha çok gazetecilere ait parça parça veriler var. Örneğin, Ocak-Şubat-Mart 2017 döneminde, ikisi gazeteci 10 kişi, 8 yıldan fazla ceza almış görünüyor. Aynı yılın Nisan-Mayıs-Haziran döneminde de, 18 gazeteci, toplam 90 yıl hapis istemiyle yargılandı. Temmuz-Ağustos- Eylül döneminde bir gazeteci 11 ay 20 gün hapse mahkum edilirken, Ekim- Kasım-Aralık’ta 5 gazeteci TCK’nın 299. Maddesi’nden ve “Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten toplam ertelemeli 1 yıl 11 ay 10 gün hapse ve 42 bin TL de adli para cezasına mahkum edildi.
Yasa değiştirilince…
Siyasi atmosfer ve işgüzarlığın ötesinde, davaların bu kadar çok artmasının sebeplerinden biri de, konuyla ilgili yapılan yasal düzenleme. Türk Ceza Kanunu’nda zaten öteden beri md. 300, md. 301, md. 125 gibi “devet koruyucu” maddeler vardı. Eldeki maddeler devlet yöneticilerinin onurunu koruma amacı açısından yeterli olduğu halde özel olarak getirilen 299. madde hukukçular açısından çok tartışmalı. Çünkü 299. madde, doğrudan Cumhurbaşkanına hakareti esas alıyor ve “hakaret” kararını tanımlamıyor, son derece yoruma açık bırakıyor. Cumhurbaşkanının bu sıfatından kaynaklanmayıp da, sırf şahsına hakaret edilse de, bu fiil TCK m.125 kapsamında değil, yine m. 299’a göre değerlendiriliyor ve böylece, cumhurbaşkanına ek olarak ayrı bir zırh getirilmiş oluyor.
Muhalefet yasak mı?
Ancak bu zırh, pratikte çoğu zaman her türlü muhalif söylemin bastırılması anlamına geliyor. ‘Hakaret’, ‘sövme’ gibi kavramların muğlaklığı açısından düşünüldüğünde, madde, cumhurbaşkanının onurundan çok iktidarını korumayı hedefleyen bir hale geliyor. 7 Haziran, 1 Kasım seçimleri ve 16 Nisan referandumu süreçlerinde kendisine oy vermeyenlerin tümünü ‘terörist’ ve ‘vatan haini’ ilan eden bir cumhurbaşkanının varlığı koşullarında, yargı çoğu kez iktidara yönelik her söylemi ‘darbe’ ve ‘rejim düşmanlığı’ olarak görüyor ve böylece ipin ucu iyice kaçıyor. Bütün bu sakıncaları gündeme getiren Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi de (AKPM), geçtiğimiz yıllarda yayınladığı raporda, söz konusu maddelerin ve uygulanışının Avrupa normlarıyla bağdaşmadığı görüşüne yer verilmiş, ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçunun kaldırılması istenmişti. Ancak görüldüğü kadarıyla, mevcut iktidarın böyle bir değişiklik yapma niyeti yok. Yeni cumhurbaşkanının bu konuda nasıl davranacağı ise merak ediliyor.
Av. Ramazan Demir: Eşitlik ilkesine aykırı
Görüşlerine başvurduğumuz avukat Ramazan Demir şunları belirtti: “TCK 299. maddenin tek bir anlamı var, her ne kadar Anayasa’nın 10. maddesine göre kanun önünde herkes eşittir denilmiş olsa da, aslında değildir, Tayyip Erdoğan’a karşı hiç değildir. Burada aslında kanun önünde eşitlik ilkesi ortadan kaldırılmış oluyor. Çünkü TCK 299. maddesi cumhurbaşkanının şahsına ve makamına özel düzenlenmiş bir kanun maddesi. Oysa sıradan bir vatandaşa göre cumhurbaşkanının daha fazla koruma görmesinin demokratik bir sistemde yeri yoktur. Nitekim Colombani kararında AİHS’e aykırı gören AİHM, ifade özgürlüğünün o devletin kendi başkanını korumasından çok daha güçlü bir şekilde geçerli olduğunu belirtmiştir. Artun ve Güvener /Türkiye kararında ise AİHM, “İfade özgürlüğü karşısında devlet başkanının ayrıcalıklı statüsü kabul göremez” demiştir. Bu içtihatlardan çıkan özet, demokratik, eşitlikçi, bir hukuk devletinde, egemenliğin millete ait olduğu düzeninde, hiçbir makama özel bir suç tipi oluşturulmamasının gerekli olduğudur. Türkiye’deki 299. madde uygulamalarına bakıldığında AİHM’in olamaz dediği herşeyin adliyelerin günlük rutini haline geldiği görülmektedir. İçişleri Bakanlığı ve Emniyet bünyesinde sosyal medya taramaları için özel birimler kurulduğunu duyuyoruz. Siyasi eleştiri bir yana bunun imasının dahi yapıldığı örneklerde mahkemelerin tereddüt etmeden ceza verdiğini görüyoruz. Hatta sosyal medyada cumhurbaşkanının aleyhine olan hashtagler paylaşmak bile cezalandırılıyor. Misal bana bu yüzden 11 ay 20 gün hapis cezası verildi. O yüzden cumhurbaşkanlığı makamını ve kişisini olağanüstü bir korumaya almış, dokunulamaz, sorgulanamaz bir yerde tutan mevcut hukuk düzeni, zaten dezavantajlı durumda olan sıradan vatandaşlar için ancak yeni mağduriyet alanları üretebiliyor.
Seçilmişler dayanıklı olmak zorunda
Konuyla ilgili sorumuzu tutuklu bulundugu Edirne F Tipi Cezaevi’nden yanıtlayan HDP’nin Cumhurbaskanı Adayı Selahattin Demirtas, seçilirse ne yapacagını aslında henüz seçimler ortada yokken de pratikte gösterdigini belirterek, bir belgeyi bizimle paylastı. Facebook hesabında Cumhurbaskanına, Basbakana, muhalefet liderlerine, milletvekillerine hakaret ettigi iddiasıyla yargılanan bir yurttasın davasında “müdahil olmak isteyip istemedigi” sorusuna yanıt olarak gönderdigi dilekçede Demirtas, “Yasama ve yürütme organlarında seçimle isbasına gelen kisiler en agır elestirileri gögüslemeyi, yurttasların her türlü hosnutsuzlugunu saygıyla karsılamayı pesinen kabul etmis sayılmalıdır” dedi. Demirtas, dilekçesinde, “Kamu görevlisi olmak seref ve onur açısından bizlere yurttaslarımızdan daha fazla üstünlük saglamaz. Her insan, onur ve serefinin korunması hakkı açısından esittir” vurgusu yaparak, “Bu türden cinsiyetçi ve sinkaf imalı söylemler, kisinin ahlaki problemine isaret etmekle birlikte, suç konusu edilmemelidir” dedi. “Bu türden meseleler, ceza hukukunun degil ahlakın konusu olmalıdır” diyen Demirtas, sikâyetçi olmadıgını belirtti.