Yerel seçimler başta iktidar ve ana muhalefet partisi olmak üzere kimsenin beklemediği sonuçlar doğurdu.
Evet; ekonomik sıkıntıların, yoksulluğun özellikle emeklilerin tepkilerinin iktidara oy kaybettireceği; İsrail’le sürdürülen ticaretin görünür kıldığı ikiyüzlülüğün YRP’ye oy kaydıracağı; Kürdistan’da Newroz’da görülen kitlesel sahiplenişin sandıkta DEM Parti’yi yeniden ve artarak yerel yönetimlere taşıyacağı; Meral Akşener’in partisinin tükeneceği, Hatay başta olmak üzere TİP’in başını çektiği ve Maçoğlu gibi “Taş yerinde ağırdır!” sözünü hatırlatan popülizmin iflası öngörülebilirdi. Ancak Erdoğan’ın sıkı bir tokat yiyeceği, CHP’nin hem de 2.5 gibi net bir farkla birinci parti olacağını sanırım kimse beklemiyordu.
Öngörülen diğer bir konu ise iktidarın devlet olanaklarını sonuna kadar kullanarak özellikle Kürdistan’da her türlü usulsüzlüğü yapacağıydı. Yine de askerin bu denli seçim malzemesi yapılacağı ve “bindirilmiş kıtalar” halinde taşınarak oy kullandırılabileceği beklenmiyordu. Daha öncekilerde olduğu gibi, oy kullanmaya giden halka tehditler, hatta yaylım ateşi açılması gibi saldırılar olmadı diye şükredip “demokratik bir seçim” yaşandı demek mümkün değil elbet!
Tespit edilebildiği kadarıyla kaydırılan toplam 46 bin 901 asker ve polisi bir günde oy verecekleri yere taşımak ve geri götürmek için orta boyda 300 uçak veya 1000’e yakın otobüs gerektiğini düşünürsek ulaştırma harekatının boyutları daha iyi anlaşılır. İlçeler bazında bakıldığında, sayıların pek de sonucu tayin edecek miktarda olmadığı sanılabilir, ancak örneğin Diyarbakır Hazro’da AKP adayının sadece 371 oy farkla DEM Parti’nin önüne geçtiği düşünülürse, buraya taşınan 797 seçmenin nasıl bir işlev gördüğünü anlamak mümkün.
Tek cümleyle ifade edersek iktidar, asker ve polisi kullanarak Kürdün iradesini çalmaya çalışmıştır. Tek başına bu bir skandaldır ve nasıl bir YSK ile seçimlerin yönetildiğini ortaya sermeye yeter. Bu nedenle 2024 Yerel Seçimleri, oy kullanmak için kuyrukta bekleyen askerlere yerel halkın sorduğu “Konuş, sen nerelisin?” sorusuyla anılacaktır.
Askerin siyasete karıştırılması konusunda mangalda kül bırakmayanların, söz konusu hırsızlık Kürdün iradesine yöneldiğinde sessiz kalması da iktidar açısından bir sonraki hamleleri kolaylaştırdı. CB’nın “Halkın iradesine saygı duyacağız!” açıklamasının da ne kadar samimi ve (Kürtler hariç) paranteziyle olduğu anlaşıldı! Diktatörlüklerde demokrasi çiçeklerinin ömrü de bu kadar oluyor işte…
Bu yazı yazıldığı sıralarda Van Büyükşehir Belediye Başkanlığını %55 gibi bir oranla, en yakın rakibinin iki katından fazla oy alarak ve 14 ilçenin tamamını kazanan DEM Parti adayı Abdullah Zeydan yerine, ikinci olan AKP adayına mazbata sunulmuştu. İki gün içinde Van halkı, iradesine sahip çıkmanın, direnmenin örneğini sergileyerek YSK’ya geri adım attırdı ve Abdullah Zeydan’a hakkının iade edilmesi kararı geldi. Bu kararda şimdiye kadar göremediğimiz ölçüde, CHP dahil diğer partilerin de aldığı tavır etkili oldu kuşkusuz. Ancak oyunlar bitmedi. İktidarın yeni tertiplerle başka irade gasplarına girişmeyeceğinin garantisi yok.
Seçmenin verdiği mesajı ise herkes işine geldiği gibi okuyor. Tek adam rejimi sıkı bir tokat yemiş, Kürt halkı kayyumları yıkacak bir iradeyi ortaya koymuş, halkların nefes alacağı görece demokratik bir kapının aralanma umudu doğmuştur. Kuşkusuz bu olumlu hava yeterli olmadığı gibi baki de değildir. Halkın, özellikle Kürdün iradesini hiçe sayan iktidar, insan hakları konusunda ve emekçilerin taleplerine karşı daha da sertleşecek ve baskılarını artırarak sürdürecektir. Erdoğan’ın seçim sonrası ilk iftarda tümüyle güvenlik güçleriyle buluşması ve yaptığı konuşma bunun işaretini fazlasıyla veriyor. Yani bu iktidarla geçecek ve hiç de kolay olmayacak zorlu bir 4 yıl var önümüzde…
Artık neredeyse resmen ilan edilen Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik büyük askeri harekatta ise uygun zaman kollandığı anlaşılıyor. Erdoğan’ın Amerika ziyaretinin de bununla ilgili olacağı kesindir. YSK’nın Van seçimlerine dair verdiği kararın ardından Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar bu niyeti daha da belirgin hale getirdi. Bu konuyu “siyaset üstü” gördüğünü ifade eden Erdoğan, geçmişte Yenikapı’da olduğu gibi bütün siyasi partileri ardında görmek istiyor. Bu açıdan Van’da DEM Parti etrafındaki kenetlenme ve halkın kararlı direnişi Erdoğan için ikinci hüsran olmuş ve olası harekatlara karşı da engelleyici bir etki yaratmıştır.
İktidarın hamasetle milliyetçi-faşist odakları yeniden etrafına toplayarak seçimlerin ortaya çıkardığı umudu tersine çevirmek isteyeceği açık. Erdoğan’ın beslendiği bu muhafazakâr-milliyetçi zemini zayıflatmak, barış ve kardeşliğin getirilerini topluma anlatmakla mümkün. Bu açıdan ana muhalefetin hayat pahalılığı üzerinden yaptığı propaganda seçimlerde etkili olsa da asıl nedenleri topluma anlatmakta çok eksiktir. Ekonomik çöküşün ve yoksulluğun asıl nedeninin iktidarın saldırgan, savaşçı politikaları olduğu ve barışın getireceği kazanımları sabır ve cesaretle halka anlatmak gerekiyor.
Yerel seçimler, ülkenin temel sorunu olan Kürt meselesinde çözüm ve barış için yeni olanaklar, umutlar da doğurdu. Bu umudu büyütüp, ezilen halklar açısından kalıcı kazanımlara kavuşturmak mümkündür. Erdoğan’ı muhatap alarak girişilecek pazarlıklar yerine, bence hiç vakit geçirmeden, barış ve demokrasiden yana bütün siyasi aktörlerle çözümün yolu için görüşmelere başlamalı ve birlikte oluşturulacak net bir programı Türk ve Kürt halklarının önüne koymalıdır. Şeffaf, samimi, sağlam ittifakların önünü de açacak bu program etrafında, tabanda güç ve eylem birliğinin örgütlenmesi hayal değildir. Bu sorumluluk başta DEM Parti olmak üzere kendini solda ve demokrat olarak tanımlayan herkesin omuzlarındadır.