Çin’in Aralık 2019 tarihinde duyurusunu yaptığı coronavirüs gündeminden beri dünya, tuhaf bir biçimde tek gündemle yaşıyor. Hatta sıcak savaş ortamında olan halklar bile bu tek gündemliliğin peşine takılmış görünüyor. Sıcak savaş ortamında yaşanan göçler, sığınmalar, mültecileşmeler bile coronavirüs karşısında anlamlarını yitirdiler. Coronavürüs, herkesi kendinde eşitledi. Ve şimdiye kadar hali hazırda üretilen korunma, kurtulma sonuçları bakımından da coronavirüs karşısında toplumların, toplulukların, sınıf ve katmanların kendinden başka sığınılacak bir yerlerinin olmadığı da görüldü.
İnanıyoruz ki bilim bu büyük salgına neden olan virüsü tanımlayacak, nereden üretildiğini bulacak. Ama bulduğu sonuçları tıpkı diğer örneklerinde olduğu gibi insanlığın öğrenmesini ve bilmesini engelleyecek, kapitalizmin sermaye alanına dönüştürecektir. Bu, işin daha başından bilinen ve görünen yanıdır. Çünkü hastalık, kapitalizmin öz be öz kendi üretimidir. Onun içindir ki kapitalizm kendi ömrünü uzatabilmek için, olumsuz yaratımlarını da gizleme ihtiyacı duyacaktır.
Salgının Çin’den başlayarak yayılması ve ona karşı yürütülen mücadelelere bakınca bize bazı ana fikirleri verir. Dolayısıyla bu fikirler bile salgının esas üreticisinin kapitalizm olduğunu ispatlar. Bu anlamda tanımı doğru yapmak gerekir. Adı başka zamanlarda başka salgınlar olabilir. Farklı farklı biyolojik görüntülerde kendisini dışa vurabilir ama virüsün esas adı, kapitalizmin kendisidir.
Dolayısıyla coronavirüs gibi salgınla mücadeleyi kapitalizmden bağımsız düşünmemek gerekmektedir. Kapitalizme karşı yürütülen mücadele aynı zamanda kapitalizmin ürettiği salgına karşı da mücadeledir. Ya da tersinden söylersek; bu tür salgın hastalıklarla mücadele de aynı zamanda kapitalizme karşı mücadeleye dönüşmüyorsa, o da sonuçsuz bir mücadele biçimi olmaktan kendini kurtaramayacaktır. Nitekim son yaşadığımız salgınla mücadele eden topluluklar ya da devletler bunun böyle olduğunu daha şimdiden göstermiştir. Bu anlamda coronayla mücadele eden ülkelerin ya da devletlerin bu kısa sürede yakaladığı sonuçlara bakmak bile bize ana fikirleri verir.
Virüsün kendini ilk gösterdiği Çin, nüfus yoğunluğu da dikkate alındığında salgından en az kayıpla çıkan ülke olmayı başarmıştır. Dünyanın diğer bütün ülkeleri Çin kadar bilinemez bir algı içerisinde olmamıştır. En azından ilk belirtileri veya semptomlarını bilir halde olmuşlardır. Ama birçok “büyük” devlet Çin’in başardığını başaramamıştır. Bunun temel bir nedeni vardır. O da; toplumun karakteriyle ilgili bir sonuçtur. Çin’in üretimi son tahlilde kapitalizmi üretiyor olmasına rağmen sonuçta toplumda bir ruhsal şekillenme yaratmıştır. Üretim toplumu aynı zamanda disiplin toplumudur. Coronaya karşı mücadelede Çin, toplumun disiplinine dayanarak şimdilik az zayiatla mücadeleyi karşılamasını sağlamıştır. Ardından ise aynı ruhsal şekillenme içinde olan Japonya ve Almanya gelmektedir. Diğer devlet teşvikli tüketim toplumları ise salgın karşısında kendilerini devletlere bırakmışlardır.
Bu minvalden değerlendirince de devletin karakteri, coronavirüs gibi salgınla mücadele sonuçlarına doğrudan yansımaktadır. Kapitalist tüketim kültürüne alıştırılmış toplumlar bir türlü disipline edilemediklerinden mücadelede daha fazla zayiat vermektedirler ve vereceklerdir de. Çünkü kapitalizm, toplumun temel disiplin formlarını parçalamış, yok etmiştir.
Tüm haber kaynaklı iletişim araçları at yarışı sunar gibi coronavirüs sonuçları sunmaktadırlar. Ülke ülke sıralayıp ölüm ve vaka sayıları yarıştırmaktalar. At sırtındaki jokeyin özellik ve meziyetlerini tarif eder gibi Çin-İtalya, Çin-ABD, İtalya-Türkiye, Türkiye-Fransa vb. gibi hükümetleri kıyaslamakta, birbirleriyle yarıştırmaktadırlar. Oysa Çin, Japonya ve Almanya gibi coronavirüs vakalarıyla mücadele eden bir başka dikkat çekici kategori daha var. Coronavirüsün oralara uğramadığını kimse iddia edemez. Kaldı ki coronavirüs, yaratıcısı olan kapitalizm kadar “adaletsiz” değildir. Herkese eşit mesafede durmaktadır. Kendisiyle kim yakın temas kurarsa orada yuvalanmaktadır. Şimdiye kadarki deney bunu göstermiştir.
Haber kaynakları yaptıkları yarıştırmada eski reel sosyalist ülkeleri sunmamaktadırlar. Çünkü reel sosyalist ülkeler esas olarak bürokratik kapitalizm biçiminde şekillenmiş olsalar da son tahlilde eskiden kalma insana dair öncelikleri ve yatırımları sayesinde esas kapitalist merkezler gibi mücadelede zayıf ve yetersiz olmadıklarını bu süreçte de göstermişlerdir. Yani, devletin topluma duyarlı geçmişinin nimetlerinden yararlanmaktadırlar. Bu da gösteriyor ki, kapitalizmden kurtuluşun tek yolu yine sosyalizmdir. Sayın Öcalan’ın da reel sosyalist çözülüş karşısında “sosyalizm de ısrar, insan olmakta ısrardır” sözü bin kat daha kendisini doğrulamaktadır.
Türkiye toplumsallığı ve Türkiyeli emekçiler coronavirüs karşısında devletin bu kirli karakterine paralel olarak salgın karşısında bedel ödeyecektir. Ne kadar gerçekleri gizlemeye çalışırlarsa çalışsınlar, ne kadar kimlerle kendilerini yarıştırırsa yarıştırsınlar verdikleri rakamların hiçbir inandırıcı değeri kalmamıştır. Çünkü AKP-MHP bloku emekçilerin, çalışanların “savaşa değil sağlığa bütçe”, “savaşa değil eğitime bütçe” feryatlarına kulaklarını tıkamışlardır.
Dolayısıyla Türkiyeli emekçilerin, toplulukların, halkların devletten bekleyecekleri hiçbir sağlık önlemi kalmamıştır. Halkların, toplulukların, emekçilerin oluşturacakları komünler, kendilerinin de kurtuluş zemini olacaktır. Coronavirüs karşısında bile “komünü olmayanın özgürlüğü olmaz” şiarında olduğu gibi “KOMÜNÜ OLMAYANIN SAĞLIĞI DA OLMAZ.”