Mutlak Monarşi’lerin gücü, feodal soylular ile burjuvazi arasındaki güç dengesine dayanıyordu. Feodal soylulukla burjuvazi arasındaki ilişki her yerde aynı olmadı. Burjuva demokratik devrimlerin her biri her ülkenin kendi özgünlükleri içerisinde gerçekleşti. Feodalizmden kapitalizme geçiş süreciyle birlikte devlet bir yandan bürokratik ve parlamenter bir nitelik kazanırken, aynı zamanda kendisine yasal bir biçim veren hukuksal bir nitelik de kazandı. Ticaretin ve sanayinin gelişmesiyle başlayan kentlerin özgürleşme sürecinde siyasal, toplumsal bir kavram ve sosyal-idari bir kurum olarak yerel yönetimler ortaya çıktı.
Kapitalist toplumda hukuksal ve siyasal haklar, devletin bürokratik niteliğinden dolayı her zaman eksik ve sınırlı bir şekilde kullanıldı. Demokrasinin olmazsa olmazı olan eşit ve özgür ilişkiler burjuvazinin çıkarlarını zedelediği her konuda engellendi. Burjuvazi kendi egemenliğini pekiştirdikçe parlamentoları asli işlevlerinden arındırarak, kendi sınıf çıkarlarının korunması temelinde siyasal ve ideolojik egemenliğini yasal biçimlere sokmanın bir aracı haline getirdi. Bu nedenle tarihsel olarak burjuvaziyle özdeşleyen/özdeşleştirilen parlamento, kapitalist devletin zorunlu bir parçası ve tek demokratik biçimi gibi algılandı.
1871’de Fransa’da ortaya çıkan Paris Komünü, doğrudan/dolaysız demokrasinin tarihsel bir biçimi olarak ortaya çıktı. Yeni tipte bir devlet biçimi olan Komün, aynı zamanda devrimci, demokratik halk iktidarının kuruluşunun tarihsel bir adımıydı. Belirli bir geçiş dönemine denk düşen bu devlet biçimi, kapitalist devletin sömürücü, baskıcı ve bürokratik baskı aygıtını ortadan kaldırıp, onun yerine toplumun eşit ve özgür gelişmesinin yolunu açan ve doğrudan demokrasinin gelişmesinin önkoşullarını yaratan demokratik bir mekanizma koymuştu.
Paris Belediye Meclisi ve Kurucu Meclis seçimlerini erteleyen hükümete karşı ayaklanan Paris halkı hem Paris’in düşmana (Alman işgaline) karşı savunulmasını ve hem de kent yönetimini üstlenen Konsey eski hükümetin yerine geçti. Yeni yönetim, genel ve eşit oya dayanan bir seçim yoluyla Paris Belediye Meclisi’nin seçimlerini yaparak, kenti yönetecek Paris Komünü’nün oluşmasını sağladı.
Komün, eski devletin egemenleri dışında kalan tüm toplamsal sınıfların ve katmanların güçleri oranında temsilcilerinden oluşarak, daha o zamandan bir devletin nasıl bir demokratik niteliğe kavuşabileceğini gösterdi. Komün sadece askeri, idari, mali, eğitim, siyaset vb. alanlarda ortaya çıkan bürokrasiyi yok etmekle kalmadı, yargıçları da seçimle gelip seçimle giden ve topluma karşı sorumlu olan kişiler haline dönüştürdü. Komün, sadece büyük kentlere yönelik bir yerel örgütlenme biçimi değil, kır ile kent arasındaki birliği içererek ve tüm ülkede yaygınlaşacak şekilde bir ulusal örgütlenme biçimiydi. Marks, “Komün en küçük bir köyün bile politik biçimi olacaktı” diyordu.
Komün doğrudan demokrasinin tarihsel biçimi olarak sadece parlamenter bir organ değil, aynı zamanda hem yürütmeci ve hem de yasamacı olan hareketli bir yeni yapılanmaydı. Kapitalist devletin bürokratik merkeziyetçi karakterine karşın, demokratik devrimini yapmış her ülkede, her biri belirli bir devlet biçimine tekabül eden genel ve yerel yönetimler ortaya çıktı. Fransız Devrimi’nin ardından kurulan belediyeler Komün adını aldı ve 36 binden fazla yerel yönetim oluştu. İsviçre, 26 kanton ve yarı kantona bölünmüş bir kantonlar federasyonudur. Finlandiya idari olarak 6 il, 446 belediye veya yerel idareye ayrılmıştır. ABD’de belediyeler, şehir, kasaba veya köylerde bulunan belediye başkanı ve meclis üyelerinin seçimiyle oluşan yönetim birimlerdir.
Komün tipi örgütlenmede, kapitalist toplumda ortaya çıkan temsili kurumların tümü yok edilmeden önemli bir kısmı sınıfsal içerikten ve işlevlikten arındırıldıkları oranda Komün’ün ilişki ve işleyiş biçimine uyarlanıp sürdürüldü. Seçimli demokrasiye göre içselleştirilmiş temsili kurumlar; temsilcilerin eşit ve genel oyla seçilmesi, geri çağrılabilmesi ve her aşamada sorumlukların denetlenebilir bir mekanizmaya kavuşması ile daha etkin ve daha demokratik yerel yönetimlere işlerlik kazandırıldı.
Türkiye’de ise Cumhuriyet dönemi boyunca yerel yönetim politikaları, yerel olanı en sıkı bağlarla merkeze bağlamak ve denetlemek şeklinde oldu.