PKK Lideri Öcalan’ın avukatlarından Emran Emekçi, 9 Ekim komplosunun yıl dönümünde komployu ve muhataplık meselesini gazetemize değerlendirdi:
Hüseyin Kalkan
Türkiye’de şimdiye kadar kim Kürt sorununda bir adım atmak istediyse doğallıkla PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı muhatap aldı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Kürt sorununun şiddetle çözülmeyeceğine karar verince, Öcalan’a arabulucular gönderdi. Celal Talabani (Mam Celal) ve gazeteci Cengiz Çandar, o zaman Öcalan’ın bulunduğu Beka Vadisi’ne birkaç kez gidip geldiler. Sonunda ateşkes ilan edildi. Daha sonra Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz, Öcalan’a arabulucular gönderdiler. Ateşkesler yapıldı, ilkeler tartışıldı. R. Tayyip Erdoğan da çözüm sürecine başlarken Öcalan’a arabulucular değil, heyetler gönderdi. Bu süreçler Kürtlerin hafızasında yazılıdır. Öcalan şimdiye kadar yaptıkları ile ettikleri ile Kürt sorununun doğal muhatabı. Bu durum sorunun Meclis’te tartışılmasına ve yasal bir zemine oturtulmasıyla çelişen bir durum değil. Öcalan’ın Asrın Hukuk Bürosu’ndan avukatı Emran Emekçi, Öcalan’ın Kürtler nezdindeki konumunu, 9 Ekim uluslararası komplonun 23. yılını, muhataplık meselesini, tarihi arka planı ile birlikte gazetemize değerlendirdi. Emekçi’nin sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
PKK Lideri Öcalan’a yönelik komplo nasıl bir siyasi atmosferde gerçekleşti?
Komplo, Öcalan’ın 1 Eylül 1998 ateşkesiyle sorunu Türkiye ile demokratik siyasi yoldan çözme girişiminde bulunduğu dönemde gerçekleşti. Dolayısıyla aynı zamanda çözüme karşı bir komploydu ki kökeni İngiltere’nin başını çektiği 1921 Kahire Konferansı’nda kararlaştırılan çözümsüzlük politikasına dayanmaktadır. O dönem İngiltere’nin öncülük ettiği bu konferansta Kürt meselesinin çözümsüz bırakılarak dört ulus-devlete (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) karşı devamlı bir sorun ve terbiye sopası olarak kullanılması kararlaştırılır. Yine o dönem Suriye ve Irak Kürtleri de Misak-ı Milli’ye dâhildi. Ancak İngiltere politikaları nedeniyle Misak-ı Milli’den verilen tavizlerle Türkiye Lozan sürecinde “Al Musul-Kerkük’ü ver Kürtleri” gizli anlaşmasına razı edilir. Yani Cumhuriyet, etkileri günümüze kadar süren Kürt meselesinin çözümsüzlüğü temelinde tanınır. Amaç Cumhuriyet’i sürekli Kürt sorunuyla bir kriz halinde tutarak kendilerine sıkıca bağlamaktı. 1945’lerden itibaren de ABD bu politikayı devralarak sürdürdü. 1990’lara gelindiğinde Kürt hareketinin kitleselleşmesi, bu statükoyu zorluyor ve demokratik yönde değişimi dayatıyordu. Ancak kendi kurdukları yüz yıllık çözümsüzlük statükosunda ısrar eden İngiltere, ABD, İsrail devletleri ile onların Türkiye uzantısı Gladio unsurları eliyle demokratik siyasi çözüme karşı postmodern Güreş-Çiller darbesi veya komplosu devreye konularak sorunu Öcalan ile diyalog halinde demokratik siyasi yoldan çözmek isteyen Özal ve ekibi (Eşref Bitlis, Adnan Kahveci ve diğerleri) tasfiye edildi. Böylece Öcalan çözüm muhatabını yitirmişti ama demokratik siyasi çözüm arayışları broşür haline getirilen ‘Bir Muhatap Arıyorum’ ile devam etti. 1995 ateşkesiyle bu arayışını somutlaştırmak istediği biliniyor. Ancak uluslararası komploda rol alan çözüm karşıtı uluslararası güçler ve yerel Gladio uzantıları bu süreci de bu sefer demokratik çözüm ve barışın asıl muhatabı Öcalan’a yönelik suikast girişimi (6 Mayıs 1996) ile sabote ettiler. Bu sürecin ardından ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile Öcalan birinci hedefi konumundaydı. Önce Öcalan’ı diplomatik yoldan bu projeye çekmek istediler. Ancak Öcalan “Ben halklar lehine çizgi sahibi bir özgürlük savaşçısıyım başkasının savaşçısı olmam” dediği için başını ABD’nin çektiği, Clinton koordinatörlüğünde İngiltere, İsrail, Mısır, İran, Yunanistan, Rusya, İtalya, Fransa, Almanya ve diğer Avrupa devletlerinin, en son Kenya ve Türkiye’nin de dâhil edildiği uluslararası komplo devreye konuldu.
Bu komplo Türkiye ve Kürt sorununu nereye taşıdı?
Komplo, Kürt meselesinin sadece Türkiye’nin meselesi olmadığını, Ortadoğu ve dünya meselesi olduğunu net bir şekilde ortaya çıkardı. Öcalan’ın 1 Eylül 1998 ateşkesiyle gerçekleştirmek istediği Türkiye ile demokratik siyasi çözüm deneyimini boşa çıkaran komployu düzenleyenler, 20. yüzyılın başlarında Ortadoğu haritalarını cetvelle çizip Kürt meselesinin çözümsüz bırakılmasını kararlaştıranlardı. Bunlar 20. yüzyıl politikalarını Öcalan’a yönelik komployla 21. yüzyılın başlarında da güncellemek istediler. O dönem bu oyunun farkında olan tek kişi Öcalan’dı. Ki 25 Şubat 1999 tarihli ilk avukat görüşmesinde 1 Eylül 1998 ateşkesinin devam ettiğini açıkladı. “Ben Türkiye’nin değil, uluslararası komplonun mahkûmuyum” diyerek savunmalarını da kapitalist dünya sistemine karşı geliştirdi. Kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite sistemiyle alternatifini yaratarak başta Kürtler olmak üzere tüm ezilen halkları daha güçlü ideolojik ve politik donanıma kavuşturdu. Kendi İmralı konumunu da uluslararası komployu boşa çıkarma ve Türkiye ile demokratik çözüm ve barışı sağlama olarak belirledi. Yirmi iki yılını bulan İmralı duruşu, bu temelde gelişti. Öcalan en son avukat görüşmesinde de yine devletin ve hükümetin çözüm niyeti varsa ben burada hazırım demiştir. Amacının İmralı’yı bir barış adası haline getirmek olduğunu söylemiştir. İmralı’dan çıkacak bir demokratik çözüm ve barışın halkların bayramı anlamına geleceğini vurgulamıştır. Ancak ne yazık ki bugüne kadar devlet ve hükümet nezdinde bu yönlü ciddi ve inandırıcı bir siyasi irade ortaya çıkmamıştır, çıkanlar ise bir şekilde ya tasfiye edilmiş ya da geri adım atarak uluslararası güçlerin çözümsüzlükten rant sağlama politikalarına tamamen teslim olmuştur.
Bugünlerde Kürt sorununda muhataplık meselesi tartışılmaya başlandı. Öcalan’ın muhatap durumu üzerine neler söylersiniz?
Sorun Öcalan’ın muhataplığı değil, Türkiye’de devlet ve hükümet düzeyinde demokratik çözüme karar veren bir siyasi iradenin neden ortaya çıkmadığı veya çıkanların neden tasfiye edildiği veya darbe ve komplolarla geri adım attırılarak çözümsüzlük politikasının yürütücüsü hegemonik güçlere neden teslim olduğudur. Bu bağlamda Türkiye’de yaşanan bir liderlik krizidir, Kürt sorununu demokratik zeminde çözebilecek bir liderlikten yoksunluktur. Sorunu demokratik temelde çözecek bir lider ortaya çıktığında ve doğru yöntem belirlendiğinde Öcalan, çözüm için kolaylaştırıcı rolünü oynamaya zaten hazırdır; yirmi iki yıllık İmralı pratiği, demokratik çözüm ve barış için gösterdiği çabalar ortadadır. Hâlâ demokratik çözüm ve barış konumunda olduğunu son avukat görüşmesinde (7 Ağustos 2019) bir kez daha tekrar etmiştir. Yoksa Öcalan’ın muhataplığı, demokratik çözüm ve barış muhataplığıdır. Reel politika açısından bakıldığında da Öcalan’ın muhataplığında sorunu çözmenin en akıllı ve en kestirme yol olduğu bir gerçektir. Öcalan’ın söyledikleri ve makul çözüm önerileri bellidir, yirmi iki yıllık İmralı konumu bellidir, yeter ki demokratik çözüm ve barış için rolünü oynamasına olanak tanınsın. Yeter ki gerçekten demokrasiye, demokratik çözüme inanan bir siyasi irade olsun. Bunun için parti ayrımı da yapmamaktadır. “Kim demokratik çözüme gelirse onunla görüşülür” demektedir.
Öcalan’ın muhataplık meselesi hangi evrelerden geçerek günümüze geldi?
Öcalan’ın 1993, 95, 98, 99, 2006 ateşkesine kadar muhataplığı hep dolaylıydı, yani aracılar üzerinden gelişen süreçlerdi. Öcalan bu süreçleri ‘Dolaylı Diyalog’ veya ‘Dolaylı Barış’ diye tanımlamış, ancak bu yöntemlerle sonuca gidilemeyeceği deneyimle ortaya çıkmıştı. Bu nedenle sonraki, yani 2008-11 ve 2013-15 süreçleri ise devlet heyetiyle doğrudan diyalog ve müzakere süreçleridir. Bu süreçlerde de çözüm için pratik adımlar (İki Protokol ve sonrası Dolmabahçe Mutabakatı) aşamasındayken her seferinde AKP hükümetinin çark etmesi, çözüme gelmemesi, oyalama ve tasfiyeci politikalar yürütmesi nedeniyle sonuca gidilemedi. 2015’ten bu yana da uygulanan Öcalan’ın devre dışı bırakıldığı mutlak tecrit politikasıdır. Fakat bu politikanın Türkiye’yi getirdiği durum ve sonuç tam bir yönetememe, kriz ve kaos hali olmuştur. Öcalan daha 1999’larda uyarmıştı, demokratik çözüm ve barışa gelinirse herkes kazanır, gelinmezse sonuç kriz ve kaos olur. Ne olursa olsun er ya da geç gelinecek nokta yine demokratik çözüm ve barış olacaktır. Çünkü demokratik çözüm evrensel çözümdür, bundan kaçış olmaz. Demokratik çözüm ve barış nasıl halklar lehine kazan-kazan politikasıysa, buna gelmeyen her politika ve özelde Öcalan’a yönelik uygulamaya konulan mutlak tecrit politikası da aynı şekilde kaybet-kaybet politikasıdır. Mutlak tecrit politikasıyla derinleştirilen Türk-Kürt savaşının kaybedenleri Kürtler kadar Türkiye halkları, kazananları ise hep anılan hegemon devletlerdir. Doğrusu Kürtlere, Türklere, devlete ve herkese kaybettiren bu anlamsız savaşı durdurmanın yoludur; bu yol da İmralı’dan geçmektedir.
Halihazırda devam eden tecridin muhataplık rolü ile bağlantısı kurulabilir mi?
Öcalan, tecridi siyasi ve hukuki yolların kapatılması, askeri yolun tercih edilmesi olarak tanımlamıştı. Eğer tekrar siyasi ve hukuki yollara dönülecekse ve Meclis çözüm konusunda ortak bir politika ve karara giderse doğal olarak bu sürecin bir boyutu da Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve rolünü oynaması için gerekli araçların sunulması olacaktır. Zaten Öcalan da İmralı konumunu demokratik çözüm ve barışı sağlama olarak belirlemiştir. Eğer bu konuda bir irade ortaya çıkarsa rolünü oynamak için bunca tecrit olayına dayanmakta, bu amaç için direnmekte ve yaşamaktadır. Dolayısıyla çözüm niyetinin samimiyetinin test edildiği yer, İmralı kapılarının açılıp açılmaması hususudur. İmralı kapıları açılmadan demokratik çözüm ve barıştan bahsetmenin inandırıcılığı yoktur. Zaten yirmi iki yıllık İmralı gerçeği de bunu yeterince kanıtlamıştır. Ancak İmralı kapıları açıldığında demokratik çözüm ve barış gündeme gelmiş ve yol katedilebilmiştir. Ne zaman İmralı kapıları kapanmışsa çözüm çabaları da rafa kaldırılmış, “buzdolabına konulmuştur.” Sonuç itibariyle inandırıcı, gerçekçi ve hızlı bir demokratik çözüm ve barış isteniyorsa Öcalan buna her zaman hazırdı, halen de hazırdır. Yeter ki ciddi, samimi ve inandırıcı bir irade olsun. Sadece bu da yetmez, mutlaka Meclis kararının olması gerekir. Son tahlilde önemli olan demokratik çözüm ve barış söylemlerinin Meclis kararına dönüşebilmesi ve Öcalan’ın rolünü oynamasına fırsat tanınmasıdır. Bu olursa çözüm, Öcalan’ın deyimiyle ayları da bulmaz, haftalar işidir.
Meclis ve Kürt sorunuAvukat Emran Emekçi, Kürt sorununun Meclis’e taşınmasının çok önemli bir adım olacağını Cumhuriyet’in arka planına atıf yaparak açıklıyor. Emekçi bu konu ile ilgili şunları belirtiyor:
“Tarihin en temel sorunu olan Kürt sorununun Meclis’e taşınması çok önemlidir. Tarihin yüzyıllık sorununu ancak Meclis çözebilir. Geçmişte Koçgiri olayında da Meclis ortak karar aldı. Bir uzlaşma yolunu seçti. Çünkü ‘Bu sorunu tek başına ne hükümet ne Genelkurmay ne MİT, emniyet hiç kimse tek başına çözemez. Meclis kararı olmadan zor olur. Meclis karar almadan Kürt isyanı nasıl son bulacak? Kanun dışındakini kanun içine almadan nasıl yapacaksınız? Kürt realitesi parlamento tarafından kabul edilmeden nasıl yasa, anayasa yapacaksınız? Elbette Meclis bir yolunu bulmak zorundadır’ diyen Öcalan’ın Meclis’e çağrısı da nettir: ‘Meclis, bu sorunu derhal gündeme alıp çözmelidir. Bu siyasi tıkanmışlık aşılmalıdır. Buradan Meclis’e çağrı yapıyorum: Demokratik siyasi çözümün önünü açın. Demokratik siyasetin önünü açın. Barışın önünü açın. Demokratik müzakerenin önünü açın…’ demiş ve kendi rolüne de şöyle vurgu yapmıştır: ‘Benim rolüm yanlış anlaşılıyor ama benim içinde olmadığım bir sürecin başarı şansı yoktur, bu eşyanın tabiatı gereği böyledir. Öyle kendim için şarta falan da bağlamıyorum, kendimi düşündüğüm falan da yok. Fakat benim rolümü oynamam için Meclis’in önümü açması ve gerekli pratik araçlar sunması gerekir.’ Nihayetinde en son 14 Mart 2015 tarihli görüşmede ‘Meclis Komisyonu ve İzleme Heyeti kurulursa çatışmasızlıktan barış, demokrasi ve kardeşlik temelinde PKK’nin dönüşümüne hazırım. İsterlerse beni dinleyebilirler. Onların huzurunda bunları deklare de edebilirim. Tarihi uzlaşmaya da hazırım… Meclis’teki komisyon bir an önce kurulursa, İzleme Heyeti buraya gelirse yol alabiliriz…’ demiştir. Bu adımlar atılmadığı içindir ki süreç kesilmişti, dolayısıyla kaldığı yerden devam etmesi de yine Meclis’e ve alacağı karara bağlıdır.”