Egemenler teslim alamadıkları toplumları kadın bedeni üzerinden yürüttükleri politikalarla teslim almaya çalışmıştır. En temel araç ise tecavüz. Tarihten bu yana egemen kolonyalist, sömürmek ve köleleştirmek istedikleri toplumlara karşı, tecavüzü bir ‘soykırım silahı’ olarak kullanmıştır.
Heval Arslan*
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde maalesef barışı değil savaşı konuşuyoruz. AKP-MHP iktidarı 2015’te çözüm masasından vazgeçerek ülkeyi sürüklediği savaş her gün biraz daha yakıcı oluyor. Can kayıpları artarken, savaşın siyasete, hukuka, ekonomiye ve doğaya yansıması ise giderek daha faşizan bir hal alan bir yönetim, rafa kaldırılan bir hukuk istemi, açlık ile yüz yüze kalmış bir toplum ve her gün biraz daha talan edilen bir doğa şeklini alıyor. Kürdistan’da savaşın yakıcılığına bir de özel savaş politikaları eşlik ediyor. Fuhuş, tecavüz, kadın katliamları, uyuşturucu… Türk devleti, Kürt kadınlarına savaş açmış bulunuyor. Özellikle Ekim 2014’te Kobanê eylemlerinin ardından yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısıyla devreye konulan çöktürme planı her ne kadar deşifre olmuşsa da hala devrede, hatta kültürel, ekonomik ve ahlaki başta olmak üzere çok yönlü özel savaş politikaları olarak sürdürülüyor.
Egemenler teslim alamadıkları toplumları kadın bedeni üzerinden yürüttükleri politikalarla teslim almaya çalışmıştır. En temel araç ise tecavüz. Tarihten bu yana egemen kolonyalist, sömürmek ve köleleştirmek istedikleri toplumlara karşı, tecavüzü bir “soykırım silahı” olarak kullanmıştır. Belki de en bilinen örnekleri 1994’teki Ruanda Soykırımı’dır. Ruanda’da tecavüzün Tutsilerin topyekûn imha edilmesinde nasıl silah olarak kullanıldığını gösteriyor. Verilere göre 3 ay içinde yüz binlerce kadın ve çocuğa tecavüz edildi, katledildi. Bu tecavüzler sonucu 2 bin ila 10 bin arası çocuk dünyaya geldi. Bazı verilere göre 12 yaşın üzerindeki neredeyse her Tutsi kadın ve çocuk tecavüze uğradı. Diğer bir örnek ise Bosna. Burada da 1992-1995 sürecinde 50 bin Bosnalı kadın tecavüze uğradı. Cezayir’de ise tecavüze uğrayan kadınlara dönük net veriler olmasa da, buradaki tecavüzlere genital organların kesilmesi gibi kadınların ayrıca işkenceye maruz bırakıldığını biliyoruz.
Ruanda, Gürcistan, Afganistan, Angola, Mozambik, Kamboçya, Peru, Cibuti, Doğu Timor, Türkiye, Sri Lanka, Burma, Kaşmir, Kuveyt, Liberya, Papua Yeni Gine, Somali, Sudan, Bosna, Haiti, Meksika ve Kosova. Yedi ay süren Irak’ın Kuveyt’i işgali sırasında 500’den fazla kadın tecavüze uğradı.
Türk devleti ise 90’lı yıllardan bu yana Kürdistan’da bu politikaları sistematik bir şekilde uyguluyor. 1990’lı yıllardaki köy yakmaları sırasında çok sayıda kadının tecavüz hatta toplu tecavüze maruz kaldığını biliyoruz. En bilinen örnek, Şükran Aydın. 16 yaşındaki Şükran Aydın’ın 29 Haziran 1993’te gözaltında tecavüze uğraması Pazartesi Dergisi’ne verdiği röportaj ile kamuoyuna yansımıştı. Kürt özgürlük hareketi dünya çapında meşruluk kazandıkça Türk devleti bir devlet politikası olarak Kürdistan’da askerleri eliyle taciz ve tecavüzleri yaygınlaştırdı. Amaç, kadın ve çocuklar üzerinden toplum iradesini kırmak, saldırttığı erkeklere ise güç kazandırmak. Tecavüz kültürü olarak adlandırdığımız bu politika fiziki olduğu kadar ideolojik bir saldırıdır. Hedefte ise Kürt kadınlarının öncülük ettiği kadın özgürlük mücadelesi var.
Kadın ve çocuklara yönelik tecavüz saldırılarının toprak işgaliyle direkt ilintili, savaşın bir üst aşamaya çıkarıldığı 2015’ten bu yana neredeyse tüm kadın kurumlarının kapatılması, kadın özgürlük mücadelesi yürüten kadınların rehin alınmasına paralel bir şekilde Türk devleti uyuşturucu ve fuhuşu yaygınlaştırdığı gibi tecavüz ve kadın katliamlarının da önünü açıyor.
Özellikle de genç kadınlar hedefte. İpek Er ve Gülistan Doku olaylarına eklenecek yüzlerce örnek var. Devlet tüm güçleriyle planlı bir şekilde tecavüz politikalarını gerçekleştiriyor. Kürt kadınlarına karşı tecavüz politikası devlet tarafından yürütülüyor. Uzman çavuşlar, devletin çeşitli yetkilileri bu konuda görevlendirilerek, özel savaş politikalarını uyguluyorlar. Bir yandan fuhuş ve uyuşturucu, diğer yandan tecavüz, şiddet politikaları ile Kürt kadınların, gençlerin iradesini kırmak ve tümüyle toplumu teslim almak istiyorlar. Kürt kadınlarının özgürlük tutkularını yok ederek, Kürt kadınını köleleştirerek, aslında köleleştirilmiş bir toplum yaratılmak isteniyor. Buna karşı ise toplumdaki sessizlik dikkat çekici. Toplum, tecavüzler ve kadın katliamları karşısında geçmişe oranla daha sessiz. Bu saldırılara sessiz kalmamak gerekir, çünkü toplum sessiz kaldıkça bu uygulamalar daha yaygın hale geliyor. Bu konuda Kızıltepe’de uyuşturucunun yaygınlaştırılmasına karşı halkın gerçekleştirdiği nöbet eylemi oldukça önemli, bu tür toplumsal tepkiler arttıkça bu saldırıların önü alınabilir, özcesi Türk devletinin Kürt soykırım konseptinin bir parçası olarak geliştirdiği tecavüz saldırılarına karşı topyekûn bir duruş sergilenmesi önemli. Kürt kadınları, ötekileştirilen, katliama uğrayan tüm halklar ve inançlarla birlikte tecavüzcü Türk egemen erkek zihniyetine karşı direnişe öncülük etmeli. Onurlu, kendine ait, kendi hayatı hakkında kendisi karar alan kadınlar, halklar, inançlar hakikatini yaratmalı.
Bu yazı Yeni Yaşam Kadın Eki’nden alınmıştır*