Salih Yılmaz
Yeni yıl vesilesiyle nerelerde hata yaptığımız üzerinde durulması gerektiğini söylüyoruz. Fakat genel söylemle kalmayıp bunların neler olduğunu ortaya koymamız gerekiyor. Gerekiyor çünkü bu durum bir tercihten değil, bir zorunluluktan kaynaklıyor. Dile getirme konusunda bayramlar vesile, bizler vasi oluruz. Esas ise tüm bunların nedenidir. O halde esas olanı ortaya koymalıyız. Bunu yaparsak kendimizi de vasi olmaktan kurtarmış oluruz. Aksi halde sadece düşünmekle ya da dile getirmekle sınırlı kalmış oluruz ki, bu da bir değişime yol açmadığı için anlamsız olur. Hepimiz yaşamı değiştirmek için yola koyulduğumuzu söylüyoruz. Eğer gerçekten böyleyse temel değer ve ölçümüz bu olmalıdır.
Peki bizim temel değerimiz ve ölçümüz nedir veya ne olabilir? Bu, gün gibi ortada ve açıktır aslında. On yıllardır Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele veriliyor. Bu uğurda her türlü bedel verildi. Yakın süreçte Deniz Poyraz bu uğurda sembol olan isimlerden biri oldu. Deniz Poyraz gibi niceleri vardır. İşte bu kadar değer ve bedel gereği doğru yerde keskin olunmalıdır. İnsanı ve onun yürüyüşünü en genel özelliklerini dikkate alarak değerlendirmeliyiz. Herkesin her şeyine doğru diyemeyiz. İnsanı doğruya da yanlışa da sürükleyen birçok neden vardır. Yanlış yapma konusunda insan kişiliğine ve zihniyetine yerleşmiş anlayışlar, alışkanlıklar vardır. Her şeyden önce mülkiyet düzeninde yaşıyoruz. Bir de kapitalist modernite insanlığı tüketim toplumu aşamasına getirmiş. Maddi yaşantı ve ona bağımlılık çok gelişmiş. Tüm bunlar kişiliğimizi ve yürüyüşümüzü çok etkiliyor. Bunlardan kurtulmak öyle kolay değildir. Buna karşı olduğumuzu söylerken ve karşı olurken bile böyledir. Böylesi bir ortamda bizden istenen toplumsal düşünce ve yaşamdır. Yani uzun, sürekli ve zor bir mücadele içerisinde olmaktır. Bunun için iyi ve derinleşmiş; özgürlük ve toplumsallıkla bütünleşmiş duygulara sahip olmak gerekiyor. Böyle bilinçle yoğrulmuş ve kişiliğe dönüşmüş duygular gerekiyor. İşte tüm bu karşıt durumları bilerek kendimize ve dışımıza yaklaşmalıyız. Böyle yaklaşırsak yanlış olanı bulur, yerine doğruyu ikame edebiliriz. Aksi halde yanlışlıklar kendini gizler, doğruymuş gibi sunar ve sürer gider.
Kürt sorununun çözümünün kolay yollardan olabileceği düşüncesi yapılan temel hataların başında gelmektedir. Bu diğer birçok yanlışın yapılmasına da yol açmaktadır. Kürt sorunu çok zor ve karmaşık bir sorundur. Yakın geçmişte bunun böyle olmadığını düşünen, Kürt sorununun kolaydan çözülebileceğini sanan yaklaşımlar ortaya çıktı. Maalesef bu yaklaşım özellikle demokratik legal siyaset alanında hakim oldu ve bu anlayış ve mücadele tarzı Kürtlere, Türkiye halklarına ve demokrasi mücadelesine pahalıya mal oldu. Eğer Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi gerçekleşmediyse, AKP-MHP varlığını sürdürdüyse bunun temel nedeni bu yaklaşımdır. Kürt sorununun kolay yollardan çözülebileceği ve Türkiye’nin de bu şekilde demokratikleşebileceği yaklaşımı AKP-MHP iktidarına karşı radikal tavır almayı ve faşizme karşı devrimci demokratik bir direnişin gelişmesini engelledi. Faşizmin yok sayan ve bastıran yaklaşımına karşı halkı ayağa kaldıran ve çözümü halkın mücadelesiyle sağlayan bir duruş esas alınmadı. Bunun yerine pasif bir duruş sergilendi. Halbuki AKP-MHP’nin yaptıkları açıktı ve neler yapacakları anlaşılmaktaydı. Fakat bu durum görülmedi ve buna göre hareket edilmedi. Bu duruşu değiştirmeye dönük ortaya konan çaba yetersiz kaldı. Pasif mücadele anlayışı zamanında aşılmadı. Neler yapıldığı görülmekteydi aslında ama işte insanı kör eden gözler değil, insanın bilincidir. Zihin köreldiğinde gerçek anlamda o zaman kör olunur. Şairler insanı kör edenin gönül gözü olduğunu söylerler. Şair için gönül gözü açıksa hakikat hissedebilir ve doğru yaşanabilir. Demek ki diğer gözlerimizin açık olması ve bakması yeterli değildir.
Kürt sorununun çözümünü zorlaştıran ve benzerlerinden ayıran temel nedenler vardır. Bunlardan biri ve başat olanı Türkiye’de resmi ideoloji, zihniyet ve sistemin Kürt soykırımı temelinde oluşturulmuş olmasıdır. Devletin inşası bu temel üzerinde olmuştur. Bundan dolayı devlet kişilerden bağımsız olarak Kürt düşmanıdır. Kürtlük yok edilmesi gereken bir olgu olarak görülmektedir. Bunun dışında bir Kürt varlığı tanınmamaktadır. Devlet yönetimine gelen, yani iktidar ve hükümet olanların önceki fikirleri ne olursa olsun kısa süre sonra Kürt düşmanı olmaları bundan dolayıdır. Bu durum Kürt sorununu benzerlerinden ayırmaktadır. Kürt sorunu bir inkar sorunudur. Onun çözümünü zorlaştıran bu inkar zihniyeti ve yaklaşımıdır. Çünkü Kürt sorununun çözümü yüz yıllık devlet sisteminin çözülmesini ve toplumda demokratik bir dönüşümün sağlanmasını gerektirmektedir. Kürt sorununun çözümü siyasi ve diğer taleplerin az veya çok olmasıyla ilgili değil, inkarla ilgidir. İnkar kırılırsa Kürt sorunu çözülür. Bu gerçeklik yeterince kavranmadığında yumuşak veya makul olunarak sonuç alınabileceği sanılmaktadır. Fakat bu sanı çözümü değil çözümsüzlüğü derinleştirmektedir. İşte birkaç yıldır böyle bir türbülans içerinde bulunuyoruz. Şimdi bu türbülanstan çıkmak isteniyor ama bu da bir mücadele gerektiriyor. Çünkü ortam çok liberalize edildi. Kürt sorununun kolay yollardan çözülebileceği düşüncesi mücadelede keskinliği, ısrarı törpüledi.
Sonuç olarak evvela kendimizi düzeltmemiz gerekiyor. Toplumun çözümleyici gücü önünde engel olan bizlerin duruşu dışında ne olabilir? Enes Kara’nın katledilmesi karşısında gençlerin öfkesini hepimiz gördük. Gel gör ki kendilerini şöyle militan, böyle öncü olarak görenler “orta yerde” durmaktadırlar. Değişmesi gereken işte bu duruştur.