Geleneksel müziği elektro müzikle harmanlayan ve yeni bir tat veren Cem Yıldız ile konuştuk:
Nezahat Doğan
Kimliklerin taşıdığı kültürel kodlar sanatta da ifadesini buluyor. Alevilik felsefesi, deyişlerde, derlemelerde, Âşıkların dilinde ve sözlerinde de yer ediniyor. Müzik, kültürel bellekten vazgeçmeden ve o köklerden beslenerek günümüze aktarılan bir misyona da sahip. “Sanat ne toplumdan, ne kültürden, ne de yaşananlardan bağımsız. Kendi köklerimle doğup büyüdüm, oradan bağımsız ben ben olamam” diyor sanatçı Cem Yıldız. Deyişler ve şarkıları kendi köklerinden ve kültüründen besleyerek özgünleştiriyor ve elektronik müzikle yeniden genç kuşaklara ulaştırıyor. Birçok başarılı çalışmaya imza atan Yıldız, Orient Expressions Grubu’nun Divan albümünde Alevi deyişini Sabahat Akkiraz’ın, Kürtçe şarkıları Dera Sor ve Ehmedo’yu Aynur Doğan’ın yorumuyla elektronik soundla dinleyiciyle buluşturdu. Doğu-Batı sentezinde bütün karma tınıları harmanlarken müziğin evrenselliğinden bakmak gerektiğini belirtiyor. Özellikle Alevi deyişlerindeki sözlerin çok derin ve iç sızlattığına ve bugünün de bir yansıması olduğuna dikkat çekiyor. “Çünkü o zamanki ezilmiş, yok sayılmış, bastırılmış, zulüm görmüş insanın duygusuyla, bu zamanki duygu aynı” diyor. Cem Yıldız ile yeni projelerini, müziği ve ülkenin halini konuştuk…
Doğu-Batı sentezi ile Alevi deyişlerini elektro müzikle nasıl harmanladın, bu çıkış nasıl oldu?
Aslında biraz kişisel merakım, biraz da konservatuar yıllarına dayanan bir dönem. Deneysel ve elektronik müziğe ilgim o yıllarda vardı hatta örnek aldığım, özendiğim -ben de böyle işler yapmak istiyorum- dediğim isimler vardı. Mesela Adil Aslan’ın Doğu-Batı Divanı albümü çok dikkatimi çekmişti. Bir taraftan geleneksel müzik hep ilgi alanımdaydı. Neşet Ertaş, Arif Sağ ve sonra Hasret Gültekin’in flütle olan farklı çalışmaları beni çok etkilemişti. 90’ların sonunda Amerikalı saksafoncu Richard Hamer ile tanıştım; bu arkadaşlık sonra stüdyoda beraber takılıp müzik yaptığımız bir sürece evrildi. DJ Yakuza ve Murat Uncuoğlu’nun katılımıyla stüdyo çalışmalarımız ardından Orient Expressions grubunun kurulması ve albüm, konserler olarak devam etti. Elektronik müzik ile türküleri buluşturduğumuz ilk profesyonel adım oldu.
Alevi deyişleri, şarkılar, derlemeler, düzenlemeler yapıyorsun ama elektronik müzik ve akustik müzikle de geleneksel halini bozmadan harmanlıyorsun. Şarkıların geleneksel halini buraya evriltmen nasıl kabul gördü? Beğenildi mi?
Aslında Divan albümünden sonra arşivlerde yerini güzel bir şekilde almış Sabahat Akkiraz ile -Külliyat- albümünü yaptık. O dönemde açıkçası biraz daha genç kuşaklara türküleri sevdirmek ve duyurmaktı amaç! Gelenekselcilerden eleştiri alacağımızı biliyorduk ama yine de çok ağır şeylerle karşılaşmadık, tabi bunda Sabahat ablanın isminin önemi büyük. Bu tarz yeni şeylerin o dönem hemen kabul görmemesi de çok doğal. Bir taraftan hep şuna inandım yaptığımız şeyi dinlemeyen veya beğenmeyenlerin öze dönüp orjinalini dinlemesi ve araştırması bile benim buna vesile olduğumu gösterir ki bu da beni memnun eder.
Yeni kuşak, kentli ve şehirliye de şarkıların sözlerindeki anlamlara, bilinmesine ve dinlenmesine dair bir misyonu üstlenmiş mi oluyorsun?
Kesinlikle, o misyonu istemesen de üstleniyorsun. Ben ne kadar zorlarsam zorlayayım özümden ve köklerimden bağımsız bir şey yapamam. Eşyanın tabiatına aykırı çünkü. “İmkansız Aşk” şarkısı sonrası bir arkadaş bana “Sen Alevi misin?” dedi. Nasıl anladın diye sordum. “Bu tarz melodileri Aleviler yapıyor” dedi. Anadolu dese, Doğu dese ayrı ama direk, Alevi misin, demesi enteresandı. Ben ne kadar farklı bir şey yapacağım desem de benim gırtlağım, bağlamanın tınısı, kendi kültürüm, duygusal ve yaşanmışlık olarak zaten bunu aktarmış oluyorum ve eserlerim genç kitleler tarafından bu samimiyetle değer buluyor diyebilirim.
O dönemlerde yazılmış sözler tam da bugünü anlatmıyor mu? Nasıl oluyor bu? Nasıl bir öngörüdür?
Aslında duygu olarak bana göre hiçbir şey değişmedi. Çünkü o zamanki ezilmiş, yok sayılmış, bastırılmış, zulüm görmüş insanın duygusuyla, bu zamanki duygu tamamen aynı. İnsanın kişi olarak bir bilinç dönüşümü yaşamadan bu duyguların geçmesi ve sistemle baş etmesi mümkün değil. İşte Aşık Veysel, “uzun ince bir yoldayım” diyor ve benim idolümdür. Görmeyen gözlerle dünyayı adeta okuyor ve yaşamı anlatıyor. Yunus Emre’nin mistik bir tarafı olduğu gibi, Pir Sultan, Mevlana ve hatta bana göre Aşık Veysel de öyle. Hepsi aydınlanmış!
Sistemler değişmediği sürece inançlar ve kimlikler üzerinden bir şeyler değişmiyor ve din kullanılıyor mu?
Din kendi başına çok naif aslında. Kimliği, inancı farketmeksizin herkes kendi ibadetini yapmalı bence. Yunus Emre’nin dediği gibi -yaradılanı severim, yaradandan ötürü- bana göre din böyle bir şey. Din ne zaman siyasete alet edildi, siyasetçilerin diline düştü işte o zaman kötüye kullanılmaya başladı. Siyasetçiler inananlar üzerinden tahakküm kuruyorlar. Kandırıyorlar, yalanlar söylüyorlar. Sistemlerin yürümesi için en temel taşlardan bir tanesi ve işlerine geliyor. Ayrıştırma ve kutuplaştırma!
Sanatın toplum sorunlarına bakışı ve ayna olması gerekiyor mu? Bu daha bireysel midir?
Gereklilik, bireylerin kendi vicdanları, fikirleri ve düşünceleri ile alakalı bir durum. Bir taraftan sanatla uğraşan insan toplumun bir adım önünde gibi bir şey söylemeyeceğim çünkü bana göre çok iddialı. Toplumsal meselelere elbette duyarsız kalamazsın.
Bireylerin kendi gelişimi ve dünyaya bakışı ve doğru okumaları önemli. Mesela ben şahsım adına şu var olan sistemi bana bıraksalar silip atarım. Çünkü insanların baskılanması, ayrıştırılması, etiketlenmesi bana yanlış geliyor. Ben kendimi dünya insanı olarak görüyorum. Hiçbir ırkı, hiçbir insanı ayrıştırmıyorum. Bütün canlıları seviyorum. Kimseyi de kimseden üstün görmüyorum. Bunlar sistemin bir oyunu.
Kendi kodların, kültürün ve yaşanmışlığınla, kendine müzik alanında idol biçtiklerinle, farklı bir tarz. Hem arabesk var, hem şarkı tınıları ve yorumu var. Çok karma işlerin var. Nedeni nedir? Hepsinden de olsun mu?
Müzik evrenseldir, ben hep bunu baz alarak tüm kainat için işler yapmaya adadım kendimi. Haliyle çok araştırıyorum, kendimi geliştiriyorum. Küçük bir çocuk gibi kendime sürekli yeni bir enstrüman, alet alıyorum. Biraz da modern çağa ayak uyduruyoruz, bu ayrıca konservatuvarlı olmak bilimsel açıdan tüm dönemleri incelememe, dinleyip araştırmama neden oldu. Neşet Ertaş, Muharrem Ertaş, Çekiç Ali, Arif Sağ, Aşık Veysel ve diğer tüm ozanları dinledim. Onun yanında Orhan Gencebay’ı da, Müslüm Gürses’i de dinledim. Ahmet Kaya örnek aldığım sanatçılardan. Zülfü Livaneli de öyle. Melodiler nasıl yazılmış, saz nasıl çalınmış vb. Böyle bir müzik cümbüşünün içinden gelince daha karma oluyor. Geleneğimizde müzik açısından çok zengin bir coğrafyayız. Pop, arabesk, türkü hepsi birbirine geçti.
E şimdi bir de rap var?
Evet son dönemde rap müzik baya popüler oldu. Ama bakınca yine hepsinin altyapısında arabesk nağmeler var.
Peki Kürt müziği?
90’lı yıllarda ben ilk İstanbul’a geldiğimde Kürtçe sözlü albüm yoktu. Şivan Perwer’in albümünü aldım, enstrümantal ve söz yoktu. Almanya’dan Kürtçe kasetler geliyordu el altından, biz onları dinliyorduk. Yaşadığımız toprakların dili, kültürü. Kürdüm demek Kürtçe söylemek niye anormalleştiriliyor? Bu hükümet çözüm süreci dönemine başlarken çok heyecanlandık. Kürt Açılımı, Alevi açılımı, Roman açılımı yapıldı. Bunlar önemliydi. Ama başka hesap kitaplarla o dönemi bitirdiler, şimdi yine başa dönüldü. Olan yine toplumdaki bireylere, bizlere oluyor. Sistemlere bir şey olmuyor.
Senin aynı zamanda bir Kürtçe beste çalışman da var değil mi?
Kürtçe beste daha öncesinden kendim yapmıştım. Zelal Gündüz isimli arkadaşa okutmuştum. Ama kendi söylememle ilgili dört sene önce yaptığım bir bestem var. Şimdi onu eylül gibi Kürtçe söyleyip yayınlayacağım.
Genç kuşak olarak kültürün yansıtmasını ve kendi kültürünü, Alevi deyişlerini yenilikçi vizyonel müzisyen olarak genç kuşaklara aktarmakta bir misyon mu biçtin kendine?
Misyon olarak sorarsan ben Aleviyim. O tınıları kullanıyorum bestelerimde ve melodileri de daha iyi bildiğim için kullanıyorum. Ama tamamen Alevilere yönelik diye değil benim yaptığım müzik, politik kimliğimle de ilgili. Oralara kimse girmesin. Müzik olarak dinlesinler. Çünkü ben insanlara ve dünyaya kesinlikle öyle bakmıyorum. Misyon olarak şunu üstlenirim: Elektro müzikle türküler, deyişler elbette ki dinlensin. Herkes dinlesin, farkında olsun istiyorum.
Müziğimi bütün evrene mi yapıyorum diyorsun?
Tam da öyle. Benim köküm burada, dallarım dünyada. Geleneksel müziği saf haliyle bölge insanından daha fazla bir Avrupalıya dinletemezsin. Ona bir şeyler katmak gerekir. Ben de elektro müzikle bu katkıyı yapıyorum. Onların kulağına da değiyor. Kültür yansımalarını yeniliklerle aktarmak gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi sen aynı zamanda birçok dizide müzikler yaptın. İmkansız Aşk, Üflediler Söndü bunlardan bazıları ve komedi film müzikleri de yaptın…
Evet birçok film ve dizi müziği yaptım… Acid Arab ile ortak yaptığımız -Stil- şarkısı bazı yabancı filmlerde kullanıldı. Hırsız Polis, Karayılan, Küçük Kadınlar, Hükümet Kadın, Niyazi Gül Dört Nala yaptığım işlerden bazıları…
Üflediler Söndüm, İmkansız Aşk, Yarım Bıraktın dijital platformda en fazla indirilen eserlerimden. Fakat son birkaç yıldır ulusal kanallara dizi müziği yapmayı bıraktım. Daha çok jenerik veya sadece beste yapıyorum, fazlaca yorulduğum bir sektör kendi solo projelerime ve dijital işlerime daha ağırlık vermek istediğim bir dönemdeyim. En son Maraşlı dizisinde pandemi öncesi çıkan solo plağım -Kün-den Ahir Benem ve geçtiğimiz haftalarda dijital platformlarda yayınlanan Şah albümünden -Teslim- ve -Meltem Yılmazkaya ile düet yaptığımız -Geldim Şu Alemi Islah Edeyim- eseri kullanıldı.
Pandemi dijital alanı mı güçlendirdi?
Pandemi süreci benim için dijital platformu güçlendirdiğim ve ağırlık verdiğim bir dönem oldu. Tüm eski akustik eserlerimi yeniden canlı olarak kaydedip video çekerek youtube kanalıma yükledik. Ayrıca albüm olarak itunes ve spotify’da yayımlandı. Instagram’da 1 dakikalık ustalara saygı kapsamında eserler yapıp videolar yayınladım. Sevcan Orhan ile -bütün dünya senin olsun- türküsünü okuduk. -ŞAH- albümüm geçtiğimiz haftalarda yayımlandı. Yine nisan sonlarına doğru iki şarkı yayınlayacağız, biri Serpil Sarı ile birlikte seslendirdiğimiz elektronik altyapılarla düzenlediğim yeni bir beste. Eşim Zeynep Yıldız’ın sözlerini yazdığı “Gel Sevgili’yi” besteledim ve yayınlandı. Ayrıca Orient Expressions grubundan arkadaşım Richard Hamer ile yeni bir şarkı daha yapıyoruz. Sonrasında da Kürtçe ve iki tane de İngilizce şarkım var benim bestelediğim, onu yapacağım. Anlayacağın daha değişik kafalara da gidiyorum.
Şimdi bu ne karma denmeyecek mi?
Hah tabi onu söyleyecekler. Abinin kafası karışık diyecekler. Hatta “Kardeşim Kürt müziğini biliyorsun da niye İngilizce ne alaka” diyecekler? E var Amerikalı arkadaşım da var!
Bu müziğin her rengini kullanmak ve üretmek evrensel olmak mı?
Tam da öyle!
Cem Yıldız’ın derdi ne?
Aslında dert bana biraz ağır geliyor. Ama hissiyat olarak tamamen kendi içine dönmüş, iç yolculuğuna bakan, kendini geliştirmeyi düşünen, her anlamda müzik, hayat, dünya görüşüyle ilgili. Bu ara çok okumaya sardım. Bu hem kendim ve bütün bireyler için istediğim bir şey. Buna kaygı da diyebilirsin, dert de. İnsanların kendini geliştirmesi ve okuması için bir dileğim var. Kendimizi geliştirelim bu sevgiyle olsun. Şunu unutmayalım. Biz bu dünyada biriz! Herkes gibiyiz. Hepimiz aynıyız. Hepimizin insan olarak dertleri aynı. Empati kuralım. İnsanları kendimizden ayrı görmekten vazgeçelim. Derdim birlik bilinci. Hepimiz biriz.
Benim kızımın ismi Nisan ama aslında İnsan. İnsan ismini koymak istedim ama çok sorulacaktı, zorluk yaşayacaktı. N ve İ’nin yerini değiştireyim nisan olsun. Ama aslen insan ve dünyalı!