En genel anlamıyla Türk sağı olarak tanımlanan siyaset tarzı hamaseti sever. Altı boş ve somut gerçeklilikle ilgisi bulunmayan bu ajitatif söylem, dışarıdan bakan biri için gülünç bile gelebilir. Ancak yıllardır bu söyleme muhatap olmak bu hamasi söylemi hiç de gülünç kılmamaktadır. Dahası bu söylemler eşliğinde coğrafyamızda katliamlar gerçekleştirip, soframızdaki ekmeği de çalmaları bu söylemleri trajikomik yapmaktadır.
Rakı sofrasında otururken “Efendiler yarın sabah Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” diyerek “batının ilmini alıp kültürlerini kendilerine bırakanlar” (!) komünist düşünceyi “dışarıdan gelen cereyan” olarak tanımlayıp yasaklamışlardır. Elbette yasaklamakla kalmayıp, katliamlardan sürgünlere, yıllarca hapishanelerde tutmalara ve “Memlekete komünizm lazımsa onu da biz getiririz” diyerek sahte bir komünist parti kurulmasına kadar bir dizi pratik bu hâkim söyleme eşlik etmiştir.
Aslında coğrafyamızda gericilik her türlü ilerici-devrimci düşünceyi yasaklarken gerçekte beslendiği kaynak da “Batı” olmuştur.
Günümüzde dağa taşa ve özellikle Kurdistan coğrafyasına resmedilen ay yıldızlı bayrak Doğu Roma İmparatorluğu tarafından kullanılan Constantinople bayrağından çalınmalıdır. Yani bugün “uğrunda ölünen” ve hatta TKP gibi partilerce bile “bağımsızlığın sembolü” olarak tanımlanan bayrak “Kahpe Bizans”ın bayrağıdır!
Ki bu bayrak, hapishanelerde bir işkence yöntemi olarak kullanılmış, günümüzde ise başta Kürt halkı olmak üzere “öteki” üzerinde faşist tahakküm kurmanın aracı kılınmıştır. Üç hilalli ve hilal yıldızlı bayrakları çalıntıdır ancak “Anadolu medeniyetini bin yıllık” ilan ettikleri ve öncesi yok sayıldığı için elbette bu sorun görülmemektedir. Sorun görülmemektedir çünkü memleket çalıntıdır! Ape Musa’nın ifadesiyle gecekondu, başkasının arazisi üzerine yapılmıştır!
Türk sağının kökünün dışarıda olması, son süreçteki propagandalarda da görülmektedir. İktidarıyla muhalefetiyle gericilik, batıdan aparılan söylemleri kullanmaktadır. Örneğin emperyalist merkezlerde yükseltilen ırkçı, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı, coğrafyamızda doğrudan hükümet politikaları olarak gündeme getirilmektedir. Muhalefet de iktidara muhalefet adına “göçmen düşmanlığı”nı kendine malzeme yapmaktadır.
Hatta Yeniden Refah Partisi örneğinde olduğu gibi doğrudan emperyalist merkezlerde üretilen ırkçı, kadın, LGBTİ+ düşmanı ve bilim dışı söylemleri propaganda eden karikatürüze partilerin güçlenmesine ve bu partilerin belli bir kitle desteği kazanmasına neden olunmaktadır. Adı geçen partinin savunduğu “aşı karşıtlığı”ndan, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığına kadar bir dizi söylemin ABD’deki neo-faşist örgütlenmelerin söylemleriyle büyük benzerliği dikkat çekidir.
Gericilik Batı’nın sadece ilmini değil gericiliğini de çalmakta, “yerli ve milli manevi değerler” söylemiyle ambalajlayıp siyaset yapmaktadır. Bu anlamıyla faşizmin enternasyonalizmden bile bahsedilebilir. İktidarından muhalefetine ABD merkezli neo-faşist söylemler kullanılarak, “vatan ve millet savunuculuğu” yapılmaktadır. İş o noktaya varmıştır ki, işçi sınıfı örgütü olduğu iddia eden bir sendika bile göçmen ve sığınmacılara yönelik “emperyalist proje” açıklaması yaparak hedef gösterebilmektedir. Görevi hangi ulus ve milliyetten olursa olsun işçi sınıfının haklarını savunmak olması gereken bir sendika, emperyalist işgal ve savaşları ve bu işgallerde aktif rol alan Türk gericiliğini hedefe koymak yerine sosyal şovenizmin bayraktarlığını yapabilmektedir.
Türk sağının yüzyıllık “küçük Amerika olma hayali”, ekonomik değil ama ideolojik olarak başarılmış durumdadır. Bu anlamıyla bir ideolojik hegemonyadan bahsetmek mümkündür. Çünkü emperyalist merkezlerde yükselen bu ırkçı faşist söylemler sadece hâkim sınıf partilerini değil, halk saflarındaki parti ve örgütleri de etkilemekte, küçük burjuva devrimci örgütler bile LGBTİ+lara yönelik saldırganlıklarını “emperyalizm oyunu”, “NATO projesi” gibi akıl dışı politik tutumlarıyla gerekçelendirerek savunup propaganda edebilmektedirler. Kısaca emperyalist ideolojik hakimiyet sadece hâkim sınıfları değil halk saflarında olan küçük burjuva ideolojik formasyona sahip örgütleri de etkisi altına almaktadır.
Ezilenin, baskı atında olanın, katledilenin, yağma ve talan edilenin yanında olma, onların taleplerini savunma; “kimlikçilik”, “cinsiyetçilik”, “mülteci sevicilik” vb. vb. denilerek tü kaka ilan edilmekte, sınıfçılık adına mahkûm edilmektedir!
Sendikaların “emperyalistlerin sığınmacı istilası”ndan bahsedip göçmen düşmanlığı yaptığı, devrimci örgütlerin ise “devrimcilik” adına LGBTİ+lara yönelik nefret dili ve nefret suçu işlemekte bir sakınca görmediği bir iklim içinde yaşamak ve mücadele etmek zorundayız.