PKK lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridi ve Abdullah Öcalan’a özgürlük kampanyasına ilişkin konuşan DEM Parti Qers Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, İmralı’daki tecridin çözümsüzlüğün yansıması olduğunu söyledi
Birçok yerde “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm” kampanyası kapsamında eylem ve etkinlikler devam ediyor. Türkiye ve Kurdistan’da ise cezaevlerindeki siyasi tutsaklar aynı taleplerle 27 Kasım’da dönüşümlü açlık grevine başlarken, Amed, Wan, Mersin, Adana ve son olarak İstanbul’da da aynı taleplerle adalet nöbetleri başladı.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Qers Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi ve başlatılan kampanya ekseninde devam eden eylemlere ilişkin JİNNEWS’e konuştu.
“Bir insanı toplumsal yaşamdan ayırdıkları zaman işkence edilir” diyen Koçyiğit, “Tecrit dediğimiz şeyin; ruhta, bedende, psikoloji de yarattığı çok ciddi tahribatlar var. İmralı ve Sayın Öcalan nezdinde binlerce gerekçe ile karşı çıkıyoruz. Ama bu gerekçeleri bir yana bıraktığımızda insanın evrensel değerlerini savunmaktan kaynaklı ilk elden karşı çıkılması gereken şeyin olduğunu ifade etmek isterim” diye konuştu.
‘Bir hukuksuzluk rejimi inşa edilmiş’
İmralı tecridinin Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut hukuksal rejimi içerisinde de evrensel hukuk rejimi içerisinde izah edecek hiçbir yaklaşımının olmadığını söyleyen Koçyiğit, “Burada, bir hukuk tartışması yürütmüyoruz, Sayın Öcalan’ın İmralı ada cezaevine konulduğu günden bugüne aslında bir hukuksuzluk rejimi inşa edilmiş durumda. Yasal olmayan, devletin yasalarının karıştığı, yasaları her gün ihlal ettiği bir yargısal ve infaz rejimi ile karşı karşıyayız. Burada yürüttüğümüz tartışmayı bir hukuksal zemin üzerinden tartışmak mümkün değil. Her gün, her saat hukuk dışına çıkılan bir devlet var, hukukun gereğini yerine getirmeyen bir devlet aklı var. AKP iktidarından önce de bu böyleydi, AKP ile birlikte derinleşti. Sayın Öcalan’ın tecrit altına alınması ve Sayın Öcalan şahsında İmralı ada cezaevi üzerinden uygulanan ve gün geçtikçe yaygınlaşan uygulamalar, devletin Kürde, muhalife, cezaevine bakış açısı olarak okumak gerekiyor. Kürt sorununa bakış açısının göstergesi olarak bakmak lazım. Burada bir politik tartışma yürütüyoruz, evet bir yönünü hukuk oluşturuyor, hukuk her gün katlediliyor ama en temelde Sayın Öcalan şahsında tartıştığımız her şeyin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin demokratikleşmeye yaklaşımı, Kürt sorununa bakışını, infaz rejimine ve hukukuna sahip çıkıp çıkmaması üzerinden olan bir tartışma olarak görmek gerekiyor. Bir koz olarak elinde bulundurmak istediği bir ada cezaevi var. Bu kozu Kürt halkına, topluma, barış, demokrasi, iş, aş isteyenlere karşı kullanıyor. Tecrit rejimini kullanmak isteyen bir devlet aklı ve onun iktidarı var” diye belirtti.
‘İmralı’da tecrit çözümsüzlüğün yansımasıdır’
İmralı’da tecridin çözümsüzlüğün yansıması olduğunu söyleyen Koçyiğit, şu ifadeleri kullandı:
“Sayın Öcalan’a yaklaşım, Kürt halkına, demokrasiye yönelik yaklaşımdır. Sayın Öcalan nezdinde devletin, geçmişten bugüne kendi hukukunu nasıl adım adım ihlal eden bir faşist akla tanıklık ediyoruz. Zamana yayıldığı için bazen fark edilemiyor olabilir ama herkesin şunu sorması gerekiyor; ‘bu ülkedeki bir cezaevinde 33 aydır dört siyasi mahpustan hiç haber alınamıyor? Bu tarihte görülmemiş bir şey. En uç cezaevleri örnekler var, Irak’taki Ebu Gureyb Cezaevi. Buradaki cezaevi uygulamaları en uç cezaevleri uygulamalarını geçmiş durumda. Türkiye tarihinin en kara lekelerini oluşturan 12 Eylül 1980 darbesinden kurulan Diyarbakır, Ulucanlar cezaevi pratikleri var. Orada bile insanların hakları olan aileleri ve avukatları ile görüşme gibi yaklaşımlar vardı. İnsanlar bir şekilde dışarıya zor da olsa bir haber ulaştırabiliyorlardı. Bir darbe sürecinin uygulamalarını aşan bir süreçten geçiyoruz. Ama çok olağan bir süreç varmış gibi bir süreç gösteriliyor. Büyük bir sessizlikle karşılanıyor, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde olan bir cezaevinden dört mahpustan 33 aydır haber alınamıyor, ısrarla başvuru yapıyoruz, Meclis’te soru önergeleri veriyoruz. Bu cezaevinde ne oluyor diye soruyoruz. Buradan bilgi almak istiyoruz, halkımız merak ediyor diyoruz. Bir vatandaş, milletvekili, Sayın Öcalan’ın ailesi ve avukatları olarak bu hakkı ihlal ediyorsunuz diyoruz. Bu hakkı neye dayandırarak ihlal ediyorsunuz dediğimiz de gerekçesini bile açıklanmayan disiplin cezalarıyla bunu gerekçelendiriyorlar. Bu kadar uzun süre periyodik bir disiplin cezası olabilir mi? Görüş yasağı koyarsınız ama telefon hakkını kullandırırsınız, aile ile görüş yasağı koyarsınız ama avukatları ile görüştürürsünüz. Ama dört bir yandan hiçbir iletişimin olmadığı bir disiplin cezası süreci sadece İmralı’da ve Sayın Öcalan’ a nasıl uygulanabilir? Gündelik olarak, Türkiye Cumhuriyeti ve onun adalet bakanı işkence suçu işliyor. Uluslararası hukuk ve CPT’nin bu sürece sessiz kalmaması gerekiyor ama bütün kurumlar bu sürece sessiz kalıyor. Aşınan değerler ve hukukun olduğunu görüyoruz. Bu bir rejim değişikliğinin cezaevi ayağını oluşturuyorlar. 33 aydır haber alınamaması olağan bir şey gibi bize dayatılıyor ama bu normal bir durum değil. Bu zamana yayılmış bir idam fermanıdır. Bu idam fermanına karşı çıkmak herkesin boynunun borcu. Bu sorunu sadece Kürtlerin, demokratların, DEM Parti’nin sorunu olarak göremeyiz. Bu sorun herkesin sorunudur, uluslararası arenanın da sorunudur.”
‘Açlık grevi dışarı yönelik bir eleştiri’
Açlık grevlerine de değinen Koççyiğit, “Cezaevinde yapılan her eylemin, dışarıya yönelik bir eleştiri olarak ele alınması gerekiyor. Bugün cezaevindeki arkadaşlarımız, siyasi mahpuslar zaten devletin çıplak zoruyla karşı karşıyalar. En zor koşullarda bu sisteme karşı iradelerini teslim etmeyerek, varoluş mücadelesi yürütüyorlar. Her birimizin yaşamıyla ilintili olan, Kürt sorununun çözümsüzlüğünü derinleştiren bir başlıkta yeniden cezaevlerinde bir eylem kararı alınması, bizim açımızdan aslında ne kadar eksik yoldaşlık yaptığımızın göstergesidir. Cezaevlerini tecride karşı çok daha duyarlı olduğunu, tecrit altında olan siyasi mahpusların tahammül sınırlarının da kalmadığını, buna sessiz kalamayacaklarını çok iyi biliyoruz. Ama bu sorumluluğun dışarıda olan bizlerde olduğunu altını çizmek gerekiyor. Hızlı bir şekilde dışarıda olanların, demokratik siyasetin, halkımızın, kurumların bu tecride karşı mücadeleyi daha fazla yükseltmek gibi sorumluluğu var. Bir kez daha yeniden cezaevlerinin elini taşın altına koymasını bize yönelik çok ağır bir eleştiri olduğunun altını çizmemiz lazım. 15 Şubat’a kadar yürütecekleri bir açlık grevi olacak ama cezaevleri Kürt halkının eşitlik mücadelesi ve tecride karşı en fazla bedel ödemiş ve bundan sakınmayan bir alan. Yeniden yeni süreci örerken buna ‘dur’ diyecek, siyasi mahpusların başka sürece evirilmesini engelleyecek dışarıdan gür bir sesi yükseltmemiz lazım. Bu bize bir sesti, bu sesi büyütmemiz, çoğaltmamız ve bütün yaşam alanlarımız da bu tecride karşı bir mücadele hattı örmemiz gerekiyor ki zor koşullarda olan siyasi mahpuslar bu konuda rahat olsunlar” diye konuştu.
Haber: Dilan Babat/JİNNEWS