Yıllar önce Kurdistan topraklarından göçertilen Kürtler gittikleri bölgelerde sayısal olarak çoğalırken kendilerinden sonraki nesillere de kültürlerini, renklerini, dillerini aktararak varlığını yeniden inşa etti. Güçlerinden çekindikleri için göçerttikleri Kürtler, gittikleri yerlerde bir güç oluşturdu
Yüsra Batıhan
Geçtiğimiz günlerde Newroz kutlamalarını takip etmek üzere Mersin’in Akdeniz ilçesinden Kocaeli’nin Dilova ilçesine yolculuğa çıktım. Varacağım yerin bende yaratacağı etkiden bihaber çıktığım yolculuktan geriye inanç ve umut kaldı. Peki neden inanç ve umut?
Türkiye sınırları içerisinde yaşayan Kürtler yıllarca pek çok nedenle göçe zorlandı. 90’lı yılların sonlarına doğru köy yakmaları, Kürt halkına yönelik devlet eliyle yürütülen cinayetler ve daha birçok politik neden pek çok Kürdün Kurdistan topraklarındaki yerini yurdunu bırakarak batı metropollerine yerleşmesine neden oldu. 2000’li yıllarda bu nedenler evrimleşse de esasında altındaki politika hiçbir zaman değişmedi. İş alanlarının günden güne daraltıldığı, sağlık, eğitim gibi başat hizmetlerin sunulmadığı ve genç işsizliğinin gün be gün arttırıldığı Kurdistan kentlerinde yaşayan gençler, yaşlılar, kadınlar ve çocuklar bu sefer de temel haklarına daha rahat erişmek ve ‘ekonomik olarak refaha erişmek’ adına bir kez daha batı metropollerinin yerini tuttu. Kürtleri 90’larda politik nedenlerle 2000’li yıllarda ise vermediği hizmet ve sunmadığı iş koşulları nedeniyle topraklarını bırakmaya, göç etmeye zorlayan iktidarın veya iktidarların hesap edemediği bir olgu söz konusuydu. Bu olgu şimdilerde Dilova’dan Akdeniz’e bir hakikati haykırıyor. Kürtlerin, nereye, nasıl, neden ve ne için giderse gitsin özünü unutmayacağı ve ona dört elle sarılacağı, köksüzleştirme politikalarına karşı inatla kökleşeceği hakikatini.
‘Köksüzleştirme’ ve ‘kökleşme’
PKK Lideri Abdullah Öcalan, köylerin yakılmasını, insanların her düzeyde kaçırtılmasını “köksüzleştirmek” olarak tanımlar. Köksüzleştirmeyle insana dair her şeyin koparılırcasına sökülüp atıldığını söyleyen Abdullah Öcalan, bu kavramın karşısına ise “kökleşme” kavramını koyar. Marmara’dan Akdeniz’e haykıran hakikat, bu iki kavramın diyalektik sürecini içerisinde barındırıyor.
Yıllar önce köylerinin yakılması ile batı metropollerine kaçırtılan Kürtlerin adreslerinden biri Mersin oldu. Mersin’in Akdeniz ilçesine yerleşen Kürtler burada kendilerine yeniden bir yaşam kurarken köklerinden ise vazgeçmedi. Burada Barış Anneleri, dengbêjler ve 1990’lı yıllarda Mersine göçmek zorunda kalan pek çok insandan dinlediğim hikayeler, bu kökleşmenin birer somut örneğini oluşturuyor. Sıcak bir sohbette konuştuğum dengbêjler, ses sanatçıları ve Barış Anneleri, 1990’lı yıllardaki siyasi atmosfere rağmen o zamanlar bağ bahçe olan alanlarda sahte düğünler organize ederek Newroz kutladıklarını, buna karşın gözaltına alındıklarını, sanatçılar ekipmanlarının kolluk kuvvetleri tarafından kırıldığını anlatırken o günlere gidiyor, o günleri yaşıyor hissine kapılıyorum.
2000’li yıllarla beraber göçün nedeni değişiyor gibi gözükse de altında yatan neden hep aynı oldu. Başta da belirttiğim gibi hizmetsiz ve işsiz bırakılan Kürtler yeniden göç etmeye itilirken, bir durak yine Mersin olurken, öteki durak Kocaeli oldu. Yoğun tarım alanlarının ve fabrikaların ve iş sahalarının bulunduğu Mersin’e zamanında mevsimlik tarım işçisi olarak gelip giden Kürtler, bir süre sonra bu bölgede kalıcı olarak yaşamaya başladı. Marmara’da en büyük üretim sahalarından birini oluşturan Kocaeli’ne de yoğun bir Kürt göçü başladı. Farklı gözüken nedenlerle yola çıkan Kürtler, yerleştikleri yerlerde, onları yok etmek isteyen sisteme başkaldırırcasına çoğaldı, özünü yeni nesillere aktardı ve bugün onları batı metropollerine sürerek yok edebileceğini düşünen iktidarın karşısında birer rakip haline geldi. Kürtler, Marmara’da Kocaeli’nde, Akdeniz’de ise Mersin’de onları köksüzleştirmeye çalışan tekçi sisteme karşı farklarıyla, coşkusuyla ve kültürüyle cevap oldu.
Cejna gelê Arî: Newroz
Kocaeli’nde geçirdiğim ikinci günde, Darıca ilçesine geçerek burada “Rabe dema azadî û serkeftinê ye” şiarıyla kutlanan Newroz’a katıldım. Aynı gün İstanbul’da milyonların katılımıyla gerçekleştirilen Newroz etkinliğine ve İstanbul sadece bir buçuk saat uzaklıkta olmasına rağmen Kocaeli’nde coşkulu ve kalabalık bir Newroz kutlamasına tanıklık ettim. Bu tanıklık kimilerince İstanbul’un görkemli Newroz’u kadar önem arz etmese de benim açımdan kutladığım en önemli Newrozlardan bir tanesi oldu. Zira burada Kürtler yıllarca milliyetçi bir bölgede azınlık statüsünde yaşamalarına, hor görülmelerine, yoğun olarak yaşadığı ilçelere hizmet gitmemesine ve adeta yoksullukla yaşamak zorunda bırakılmalarına tepki olarak Newroz alanına akmıştı.
Kadınların giydikleri yöresel giysiler, taktıkları “Kesk, sor u zer” atkıları, gençlerin Newroz ateşini yakarken gözlerinden okunan heyecanları, Newroz ateşi etrafında çektikleri halaylar, el emeği bir hafızayı üzerinde taşıyan bir annenin inancı, sistemin köksüzleştirme çabalarına verilen en güzel cevap oldu.
Mersin Newrozu ise adeta Kurdistan kentlerindeki Newroz kutlamalarını andırıyordu. Kadraja sığmayan bir kalabalık, Barış Anneleri’nin harladığı Newroz ateşi, “Kesk, sor u zer” renkli fistanlar, annelerin tuttuğu flamalar, bayraklar, bir babanın kızını boynuna alarak Newroz alanına taşıması, gençlerin susturulamayan “Bijî Serok Apo”, “Bê Serok jiyan nabe” sloganları, dinmeyen Abdullah Öcalan’a özgürlük talebi, yine bir annenin 1999 yılından bu yana Newroz alanından eksik etmediği DEHAP bayrağı, genç kızların, genç oğlanların giydiği “Şal-u şepik” adeta, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Beni kontrol altına almak mümkün değildir. Beni etkisiz bırakmak mümkün değildir. Çünkü en büyük etkileyen ben oldum” sözlerinin geçerliliğini kanıtlıyor.
Kökler
Kocaeli’nde fabrikaların arasında, sisli ve kirli bulutların arasında yükselen, sağlıklı hizmet veren bir hastanesi dahi olmayan Kocaeli Dilovası ilçesi ile Mersin’de fabrikalar arasında yapılaşan, açık kirli su kanallarının her gün can güvenliğini tehdit ettiği Akdeniz ilçesine yıllar önce yerleşen, çoğalan, birikimlerini, geleneklerini, kendinden sonra gelen nesillere aktaran Kürtler 31 Mart’ta kendi adaylarına oy vermek üzere yerel seçimlere gitmeye hazırlanıyor. Yıllar önce Kurdistan topraklarından göçertilen Kürtler gittikleri bölgelerde sayısal olarak çoğalırken kendilerinden sonraki nesillere de kültürlerini, renklerini, dillerini aktararak varlığını yeniden inşa etti. Güçlerinden çekindikleri için göçerttikleri Kürtler, gittikleri yerlerde bir güç oluşturdu. Bugün batı metropollerinde anneler, gençler Kürtçe konuşuyor, Abdullah Öcalan’a özgürlük talebi Toros dağlarının eteklerinde, Marmara denizinin kıyılarında yankılanıyor. Abdullah Öcalan’ın “Benim varlığım her gün ülkeye çağrıdır. Büyük bir ulusal haykırıştır” sözleri zamansızlık ve manasızlıkla geçerliliğini korurken, Kürtler batı metropollerinde onları köksüzleştirmeye çalışan sisteme kökleşerek cevap veriyor. Kökler, günden güne yayılıyor. Akdeniz’den Marmara’ya yol oluyor.