Zafer Yörük
7 Ekim 2014 günü ‘Kobane düştü düşüyor’ beyanında bulunan Erdoğan, IŞİD’in o yıl Kürt savaşçılar karşısında yaşadığı yenilginin rövanşını alma fırsatı yakaladığını düşünüyor olabilir. TSK tankları, zırhlı araçları ve müfrezeleriyle birlikte yüz bine yakın paralı cihatçı ordusu, ikinci Kobane seferine hazır bekliyor.
Rus ordusunun Ukrayna’ya saldırısı ile başlayan ve yakın zamanda Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik başvurusu ile devam etmekte olan süreç, bu ‘fırsat’ın başlıca kaynağı. Ankara’nın veto tehdidi karşılığında öne sürdüğü İsveç vatandaşı Kürt aydınlarının Türkiye’ye teslim edilmesi yolundaki absürt talebin göstermelik olduğu, asıl beklenenin Rojava’ya yayılma operasyonu için ABD’nin icazeti olduğu tahmin ediliyor.
Erdoğan’ın Amerikan yönetimini ikna etmek için kullandığı argümanlar belli. Suriye’deki Rus askeri varlığı Ukrayna savaşı nedeniyle azaltılırken İran yanlısı güçler takviye ediliyor. İran’ın artan askeri ağırlığı, İsrail’le birlikte ABD’yi de rahatsız edecektir. Batı ve NATO adına Türk kontrolünün artışı, İran nüfuzunu dengeleyecektir. İkinci argüman, Avrupa’nın enerji sağlayıcısı olarak Rusya’yı devre dışı bırakmayı, İran petrol ve doğalgazının da alternatif olarak girişini engellemeyi amaçlayan Amerikan yönetiminin, Irak kaynaklarına daha çok ihtiyaç duyacağı ve Fırat’ın doğusunda kurulacak Türk kontrolünün bu kaynakların naklini kolaylaştıracağı yönündedir. Bu argümanın kısa süre önce Zap ve Avaşin’i hedefleyen ‘pençe-kilit’ harekatı için kullanıldığı, gerek KDP’nin gerekse de Bağdat’taki Irak merkezi yönetiminin operasyona zımni ve fiili desteğinin bununla ilgili olduğu biliniyor. ABD’nin de Irak topraklarındaki bu girişime herhangi bir itirazı görülmüş değil. Öte yandan Erdoğan açıkça bu operasyonla Kürtleri topraklarından sürerek ele geçireceği bölgelere Türkiye’deki Suriyeli mülteciler için konut inşa edeceğini, böylelikle Avrupa’ya göç akınını durdurabileceğini ifade ediyor. Avrupa ülkelerinin desteğini kazanma amaçlı bu ifade, Türkiye’nin 911 kilometrelik Suriye sınırı boyunca M4 karayoluyla belirlenen 30 km derinliğinde bir ‘güvenli bölge’ oluşturmasına destek çağrısı içeriyor.
Bölgede güçlerini azaltmak durumunda olan Rusya’nın ise, Fırat’ın doğusunda istikrarı bozarak ABD’nin başına sorun çıkaracağı düşüncesiyle o bölgede yeni bir Türk girişimine karşı çıkmadığı anlaşılıyor. Erdoğan’ın yürütmekte olduğu ‘oyun bozucu’ dış politika, yıllardır Amerikan yönetimine ve NATO’ya çıkardığı zorluklarla biliniyor. Öte yandan, Türkiye’nin asıl hedefinin Rojava özerk yönetimini ortadan kaldırmak olması da Suriye rejiminin görünürde karşı çıkmasına rağmen gerçekte böyle bir operasyonu sessiz bir memnuniyetle karşılaması sonucuna yol açacaktır. Esad’ın üniter devletçi kafasıyla Suriye’deki Kürt varlığını tanımadığı ve PYD ya da Demokratik Suriye Güçleri temsilcileriyle uzlaşma masasına oturmak istemediği biliniyor. Suriye’deki iç savaşın başlıca kışkırtıcısı olarak gördüğü Erdoğan’la Kürt meselesi bağlamında fikir birliği içinde ve bu nedenle TSK girişiminin kendi amaçlarına hizmet edebileceği hesapları içinde olması kuvvetle muhtemel.
Meselenin sınır ötesi ümmete bakan tarafı da malum: Erdoğan’ın şeriat ordusu İslam sancağını, IŞİD’in ilk ve nihai yenilgisinin sembolü olan noktaya dikecek; halife geri dönmüş ya da mehdi gelmiş ya da her ikisi birden cereyan etmiş olacak. İslam alemi, Ayasofya’yı da cami yapmış olan halaskar halifesini bağrına basacak.
Erdoğan’ın bu operasyondan asıl beklentisi ise iç politikayla ilgili. Ekonomik krizin üzerine SADAT ve ardından ‘kaçış planı’ gibi prestij sarsıcı skandallar, partisinin ve şahsının bir seçim daha kazanma olasılığını dramatik biçimde azaltmış bulunuyor. Nisan’da büyük vaatlerle başlatılan pençe-kilit girişiminin TSK’da her geçen gün çoğalan can kayıpları dışında bir sonuca ulaşamıyor olması, şansını Suriye’de deneme sonucunu getiriyor. Böylelikle zedelenen prestijini onarma yolu bulurken, ‘şehitler’ ve ‘beka’ hamaseti üzerinden milli hisleri ateşlemek yanında Kürt düşmanlığını tırmandırarak HDP’yi izole etmeyi planladığı görülüyor. Özellikle ‘sarı muhalefet’le HDP arasına bir kez daha kanla boyanmış bir sınır çizerek muhalefet bloğunu parçalamayı umuyor. CHP ve İyi Parti önderliğindeki ‘sarı muhalefet’ için mevzubahis olan Kürt düşmanlığı ise gerisinin teferruat olduğu biliniyor. Yakın zamanda Kılıçdaroğlu ‘ayağınıza taş değmesin’ diye Irak topraklarına giren TSK’yı kutsamıştı; Rojava işgalini de aynı heyecanla desteklemesini beklemek için yeterince ‘milli’ gösterge mevcut.
Muhalefetin milli zaafından yararlanarak, ruhen bir türlü geride bırakamadığı Kobane hezimetinin intikamını alma hevesine kapılan Erdoğan, bir yandan kendi milliyetçi ve İslamcı seçmen kitlesini yeniden tahkim ederken muhalefeti de anti-Kürt kutuplaşma üzerinden bölme hesapları içinde. Artık bir utanç anı olarak unutmaya çalışılan Yenikapı ruhunu, ‘Kobane fatihi’ unvanıyla hortlatmayı umuyor.
Ama son göstergeler, bu hevesin kursakta kalma ihtimalini güçlendiriyor. Fırat’ın doğusunda Rusya’nın boşalttığı mevzileri Amerikan askeri güçlerinin devraldığı gözleniyor. ABD dışişleri, Türk müdahalesinin IŞİD’i güçlendireceği kaygısını ifade ederek, bu operasyona karşı olduğunu belirtti. Bu karşıtlığın içerdiği caydırıcı güç biliniyor.
Aslında Rojava’yı ‘fethetme’ girişiminin iktidar yanlısı basında bir süredir ayrıntılı olarak işlenmesi, bütün meselenin bir blöf olma ihtimalini de ortaya çıkarıyor. Emekli paşalar ve eski özel harekatçı polis şefleri, bir süredir televizyon kanallarında ellerindeki değneklerle nerelere saldırılacağını haritada gösterip duruyorlar. Yeni Şafak gazetesi, baş sayfasına bastığı harita üzerinde planlanan operasyonu ayrıntılarıyla anlatıyor, ele geçirilecek bölgeleri işaretliyor. Böyle hazırlanan bir askeri operasyonun önemli güvenlik zaafları taşıyacağını düşünmek için stratejist olmaya gerek yok. Adeta başkomutan tarafından orduya hücum emri yerine medyaya ifşa emri verilmiş gibi görünüyor. Burada da bu perspektifin ciddiyeti hakkında soru işaretleri ortaya çıkıyor.
Belki de NATO’ya veto tehdidi gibi Rojava’yı işgal tehdidinin de ardında zikredilenden başka bir talep bulunuyor. Bu talebin, ABD ile yeniden yakınlaşmak; milyonlarca dolar ödenmiş F 35’ler yerine yeni nesil F 16 jetlerinin verilmesini, bu da olmazsa Türkiye’nin elindeki F 16’ların modernizasyonunu sağlamak; karşılığında ise yine milyonlarca dolara mal olmuş eldeki S 400 sistemi için ortak bir çözümde anlaşmaktan ibaret olması kuvvetle muhtemel. Biden yönetiminin bu zamana kadar gözlenen tavizsiz tutumunun bu tehditler karşısında yumuşayacağı umuluyor. ABD başkanından gelecek bir jest, Erdoğan’ın hitap ettiği seçmen kitlesi için belli ki çok önemli. Yeniden Amerika’nın sevilen bir müttefiki makamına ulaşmak, Erdoğan’ın seçim kazanma yolunda son tutunacağı dal gibi görünüyor.
Muhtemelen Kobane sendromunu aşmak kadar imkânsız bir misyon.