Siyasette yumuşama söylem ve görüşmelerine, bu politika ve sonuçlarına dair birçok fikir beyanı ve tartışmaların ardından, bu yönelimin içerik ve kapsamı Kobane davası karar duruşmasıyla netleşmiş bulunuyor.
Bu dava, geniş bir kamuoyunun aklı ve vicdanında en baştan hukuki değil siyasi bir dava olarak yer etmişti. Akli, vicdani ve hukuki teamüllere tamamen aykırı biçimde açılan, yürütülen ve hüküm verilen bu dava, Türkiye’nin içine sokulduğu mecrada ısrar edildiğini ve tüm halklarımızı da daha zor günlerin beklemekte olduğunu göstermektedir. Aynı gün darbe gerekçesiyle tutuklanmış olan generallerin tahliyesi ve Kürt siyasetçilerine, devrimci-demokrat çevrelere yönelik gerçekleştirilen operasyon ve gözaltılar bu tespiti doğrular niteliktedir.
Kobane direnişi ve yaşamakta oldukları her yerde gerek Kürt halkının, gerekse tüm devrimci-demokrat çevrelerin, vicdani-insani kaygı duyan tüm insanlığın ayağa kalkışı bir soykırım saldırısına karşı duruş ve cevap olmaktan öte bir şey değildi. Türkiye iktidar kliklerinin konjoktürel durumda siyasal İslam üzerinden yaptıkları hesap ve izledikleri politikalar ise sadece Türkiye halklarına, Kürtlere değil tüm bölge halklarına kaybettirmiş, çelişki ve çatışmaları derinleştirmiş, büyük acı ve yıkımların yanında belki bir yüz yılda dahi aşılamayacak düşmanlıklara neden olmuştur.
Bilinmekte olan tarihsel süreçlerde Osmanlının merkezileşme politikalarına yönelmesiyle Anadolu’nun kadim halkları tasfiye edilmiş, Kürtler önce statüsüz bırakılmış, özellikle cumhuriyet döneminde ise tasfiye sürecine konularak Kürt halk gerçekliği bir soruna dönüştürülmüştür. Oysa homojen toplum insan denen varlığın doğasına aykırı olduğu gibi, böyle bir yönelim sürekli şiddet ve kötülük üreten bir zihniyet ve zeminin yaratılması anlamına gelmektedir.
Tekçi zihniyet ve siyaset biçimi ve yaşamlarımızdaki karşılığı ötekileştirilen halklara çok daha ağır faturalar çıkarmakta ise de bir bütün olarak hepimizi ve evet, Türk’ü de düşürüp kullaştıran, kolektif kayıplara yol açan sonuçlar üretmektedir. O halde bu durumun aşılabilmesi de ortak bir meseledir.
İnsanlık, çok kültürlü ve çok kimlikli bir gerçeklik olup ortak yaşam alanlarında bir aradadır ve hak temelli ortak bir yaşamın koşullarını oluşturmak tamamı için bir zorunluluktur. Halklar ve tüm ezilen kesimler bunu başaramadıkça azami sömürüye açık kalmaktan, çatışma ve savaşlara kurban olmaktan kurtulamayacak, kapitalist vahşetin doğa üzerindeki yıkımını da durduramayacaktır.
Kobane davası ve sonuçları daha zifiri bir karanlığa doğru gittiğimizi göstermektedir. Sorunların girift ve çözümlerinin biri birinden bağımsız olmadığı, çok kültürlü ve kimlikli halklar, ezilen cins ve sınıflar gerçeğinden hareketle, her bir toplumsal rengin kendi hakikati üzerine temellendirilmiş özgün örgütlülüğünün gerekli, tamamının rızalı-ikrarlı birliğinin de zorunlu olduğunu görebiliriz. Çok kültürlü ve çok kimlikli insan gerçeğimizi çağdışı olarak niteleyip homojenize olmayı dayatan, “modern devlet” kavramıyla kapitalizmin ve onun sonucu ulus devletin faşist genetiğini, edimlerini perdeleyen gerçeği karşısında demokratik mücadeleden başkaca şansımızın olmadığı bir kez daha açığa çıkmıştır.
Alevi halklar olarak Rıza Yolu ve toplumsallığı temelli bir öğretimiz, ütopyamız olmakla beraber, demokratik mücadele olmadan yaşanılabilir bugün ve yarınları inşa etmenin mümkün olmadığını görebiliriz. Demokrasi; ezilen kesimlerin hak temelli ve örgütlü mücadelesiyle iktidar olgusunu alabildiğine sınırlandırdığı, toplumsal hakların genişletildiği bir durum olarak tarif edilebilir. Ütopyalarımız vardır ve bakidir fakat bugünün ihtiyaç ve sorunlarına da cevap olma zorunluluğu demokratik mücadeleyi yaşamsal kılmaktadır. Aleviler, okun sivri ucuna konulan ve kesintisiz biçimde vurulan, sürülen, asimile edilmekte olan halk gerçeklikleri nedeniyle demokrasiye, demokratik cumhuriyete en fazla ihtiyaç duyan halklardandır.
Zorunlu Emevi İslam anlayışı dersleri, ÇEDES, Alevi Diyaneti, alelacele bakanlıkça onaylanıp topluma dayatılan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, sonuçları ve ne kadar doğru bir politika olduğu on yıl sonra görüleceği vurgulanan HÜDA-PAR’ın meclise taşınması ve meşrulaştırılması, Ortadoğu başta olmak üzere sayısız vahşete imza atan, Türkiye ve Kürdistan’ın birçok yerinde katliamlar yapan siyasal İslamcı örgütlerin her türlü toleransla artık Türkiye’de de toplumsal taban bularak örgütlendiği gerçekleri karşısında Alevi halklar olarak ufkumuz ve örgütlülük düzeyimiz nedir?
Az bir kısmı resmedilmeye çalışılan ve kararlı biçimde daha da derinleştirilmekte olan bu karanlık tablo karşısında Yolun temel düsturları üzerine inşa edilmiş bir örgütlülük biçimine ulaşıp sürece cevap olabilecek bir düzey tutturmaktan, mazlumların rızalı-ikrarlı birliğinde etkin biçimde yer almaktan başkaca bir şansımız yoktur. Aksi tutum yok oluş anlamına gelmektedir.
Aşk ile.