Hüseyin Aykol
Çok uzun bir zamandır, belki de birkaç yıldır, evimizdeki kütüphanemizde bana bakıp, adeta “beni ne zaman okuyacaksın” diyen bir kitaba uzandım geçen hafta. Elime aldığımda birkaç saat olmasa da bir-iki günde okuyup bitireceğim bir kitaptı aslında. İşlerimizin yoğunluğundan bitirmesi bir haftayı bulsa da, okuduğuma değdiğini düşündüğüm bir kitap oldu: Kızıl Darı Tarlaları…
Kitap, Nobel ödüllü bir yazarın elinden çıktığından zaten belli bir kalitede olmalıydı. Evet, öyleydi! Diyeceksiniz ki, Nobel edebiyat ödülü, her yıl hak eden birine gitmediği de olmuştur. Evet, siz de haklısınız ama ilk defa bir eserini okuduğum Mo Yan’ı ben -kendi adıma- çok sevdim, çok beğendim. O’nu tanıyanlar, özellikle de bu romanında Marquez’e benzetiyorlarmış. Bu yaklaşıma ben de katılabilirim; peki ama neden Yaşar Kemal’e benzetmeyelim?
İsterseniz önce biraz yazarımızı tanıyalım: Çince’de “Sakın konuşma” anlamına gelen Mo Yan ismini 1984’den itibaren kullanan yazar, Çin’in Shangdong eyaletinde 1955 yılında doğdu. 11 yaşındayken okulu bıraktı ve çiftçi olarak çalışmaya başladı. Ardından bir pamuk fabrikasında çalıştı ve yazmaya başladı. İlk yazdıkları Mao dönemine özgü toplumsal gerçekçi tarzdaydı. 1976 yılında Kültür Devrimi sona erince Halk Kurtuluş Ordusu’na katıldı. Orduda da yazmaya devam etti. Time dergisi onu şöyle anlatıyor: En ünlü, en sık yasaklanan ve en çok korsan baskısı yapılan yazarlardan biri…
Yazarın dokuz uzun romanından en ünlüsü olan Kızıl Darı Tarlaları, Shandong ailesinden üç kuşağın, 1923-1976 yılları arasındaki öyküsünü aktarıyor. Yazar, bir mücevher güzelliğindeki doğa manzaraları fonuna yerleştirdiği ve kronolojik sıra gütmeden kurguladığı romanda, Japon istilasına karşı verilen Direniş Savaşı, Komünistleri, milliyetçileri ve hatta çeteleriyle Çinlilerin birbirleriyle çatışmaları, Komünist Devrim, Kültür Devrimi gibi Çin tarihindeki önemli halk hareketlerini ve bütün bu yıllar içindeki tutkulu aşkları anlatıyor.
Romanın dünya çapında bu denli ünlü olmasının bir nedeni de onun filminin çekilmesi olmalı. Nitekim Çin sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Yimou Zhang’ın beyazperdeye aktardığı Kızıl Darı Tarlaları, tarihsel bir anlatımla kara mizahı ustalıkla kaynaştırınca fark edildi. Yimou, Kızıl Mısır Tarlaları ile her anlamda, yerli ve yabancı sinema dünyasında, ticari alanda, eleştirel ve sanatsal platformda tam bir patlama yarattı. Film, 1988 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanarak Çin sinema tarihinde bir ilki gerçekleştirdi.
Yeniden esere dönersek; roman, geçmişle bugün, ölüyle diri, iyiyle kötü arasında belirgin bir ayrım yapılmadan sürüyor. 1920’li yıllarda Kuzeybatı Çin kırsalının sakin yaşamını hareketlendiren en önemli etken düğünler, hasat bayramları ve eşkiyalardır. Görünmeyen bir anlatıcı büyükanne ve büyükbabasının yaşamından kesitler anlatmaya başlar.
Henüz on sekizinde iken bir içki imalathanesi sahibine satılan büyükanneyi düğün töreni için yeni evine götüren kortej bir haydutun saldırısına uğrar. Büyükanne bir kızıl darı (yani mısır) tarlasında haydutla baş başa kalınca, öykü şehvet düşkünlüğü ile biçimlenmiş bir dünyada yol almaya başlar. İçki imalathanesinin sahibi ortadan kaybolunca, büyükanne yarı gönüllü bir tecavüze uğradığı haydutla evlenir. Üretilen her içki fıçısı onların mutluluklarını besler.
Mutlu günler 1937 Japon istilasıyla sona erer. İmalathanenin işçileri de ülkelerini işgale gelen Japonlarla savaşmaya karar verirler. Ancak çatışmada saflar o kadar da net değildir. Komünistlere mi, yoksa milliyetçilere mi katılacaklardır. Karşılarında ise hem Japonlar hem de onların işbirlikçisi Çinliler vardır. Çatışmadan geriye, arkalarında kirli, bulanık bir güneşin asılı kalmış gibi durduğu büyükbaba ve baba kalır. Öykünün düğüm noktalarını oluşturan olaylar daima olgunlaşınca rengi kızıllaşan darı tarlalarında ya da onun yanı başında geçer. Yaşamın tümü darıya bağlıdır ve onunla anlam bulur…