Yaklaşık iki ay sonra 24 Nisan’da, Türkiye ve Dünyada yine Ermenilerin 1915’te yaşadıkları tartışılacak. ABD ne diyecek diye kimse artık merakla beklemeyecek. Çünkü 2022 yılında 50 eyalette Ermenilerin yaşadıkları soykırım olarak kabul edildi. Muhtemelen bu yıl soykırım olarak kabul eden ülkelere yenileri eklenecek. Peki ne oldu? 1. Dünya Paylaşım Savaşı’nın başlamasından sonra, Almanların göz yumması, yer yer teşvik etmesi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu, bir milyondan fazla Ermeniyi ülkenin çeşitli kentlerinde toplayıp, ölüm yolculuğuna çıkardı. Kimisi yollarda açlıktan, hastalıktan öldü. Kimisi kurşuna dizildi veya yerel ahali tarafından linç edildi. 24 Nisan 1915 tarihinin baz alınmasının nedeni ise, bu tarihte ilk olarak İstanbul’daki Ermeni toplumundan 2234 kişinin gece yarısı evlerinden alınıp, tutuklanması sebebiyledir. Adı ister tehcir olsun, isterse İttihat ve Terakki’nin planlaması ile gerçekleşsin, isterse bu soykırıma kışkırtılan Kürt aşiretleri katılmış olsun, hiçbir şey yüzyılın bu ilk kitlesel katliamından Osmanlı İmparatorluğunu muaf tutamaz. Türkiye Hükümetleri bu vahşete soykırım dememek için olmadık söylemler icat ettiler. “Asıl katliamı Ermeniler yaptılardan, Ermeniler kendi kendilerini vurdular” noktasına gelebildik. Katırların intihar ettiği söylenen bir ülkede, herhalde Ermenilerin harakiri yaptığı sözü abes kaçmıyor. Çok sıkıştıklarında da, Ermeni tehciri yaşandığında, soykırım kelimesi literatürde olmadığı için yaşananlara kimse soykırım demez diye buyuruyorlar. Bu olanları hiçbir literatür paklamaz. Elbette bütün bu karışıklıklar içinde Ermeniler tarafından öldürülen sivil halktan insanlar da oldu. Ama Ermeniler için sürgün ve ölüm bir devlet politikası olarak organize edildi. Kan dondurucu olan da buydu. Ermenilerin uğradığı katliam ile birlikte bu topraklar biraz daha çoraklaştı. Yüzbinlerce kadın, çocuk, yaşlı ve genç ölüm yoluna sürüldü. Onlarca bilim insanı, edebiyatçı, zanaatkâr ve şair hayatını kaybetti. Ermenilerin yaşadığı soykırım mıydı? Tehcir miydi? Katliam mıydı? Bu sorular bu yazının konusu değil. Başka bir yazıda derinlemesine bu konuyu işlemek gerekiyor. Meraklısı, Krikor Balakyan’ın Ermenilerin Golgothası kitabına bakabilir. Şimdi memleketlim, Adıyamanlı Ermeni şair, direnişçi Misak Manuşyan’ın hikayesine geçebiliriz.
Adıyamanlı Manuşyan
Misak Manuşyan, kaderin bir cilvesi olarak 1 Eylül (Savaş sonrasında bütün dünyada ‘Dünya Barış Günü’ olarak kutlanacaktır) 1906’da Adıyaman’ın bir köyünde doğmuş. Babası yaşanan çatışmalarda hayatını kaybetmiş, annesi ise ‘Büyük Kıtlık’ zamanı yaşamını yitirmiş. Yetim kalan dört kardeşin en küçüğü olan Manuşyan’ı bir Kürt ailesi, ağabeyi Garabet ile birlikte yanına almış, Ermenilere yapılan katliamdan kurtulmasını sağlamış. Misak ve Garabet dışındaki iki kardeşe ne olduğu bilinmemektedir. Adıyaman’da yaşayan Ermeniler de tehcirde paylarına düşeni almışlardı. Adıyaman Kaymakamı, Malatya’ya çağrılmış ve 1915 Ermeni Tehciri’nde aktif rol oynamıştır. Tehcir sonrasında Ermenilerin mallarına konmuş, zenginleşmiş birçok aile hala Adıyaman’da yaşamaktadır. Manuşyan’ın yanında kaldığı Kürt ailesi, kendisini diğer aile bireylerinden farklı görmemiş, hatta Fransa’da evlendiği eşi Melinee’ye söylediğine göre, Kürt ailesi kendisine damatları olacak gözüyle bakıyormuş. Ermeni katliamının boyutları ortaya çıkınca, Ermeni Kilisesi ve çeşitli yardım kuruluşları bölgeye gelerek, öksüz Ermeni çocuklarını aramışlar. Kürt aile de Manuşyan’ı gelen heyete, istemeyerek de olsa teslim etmiş. 1922 yılında, 16 yaşına gelmiş olan Manuşyan, ağabeyi Garabet ve diğer yetim Ermeni çocukları ile birlikte Suriye’ye getirilmiş, orada üç yıl bir Ermeni yetimhanesinde kaldıktan sonra, 1925 yılında Fransa’ya gelmiş ve kurşuna dizildiği 1944 yılına kadar da orada yaşamıştır.
Parisli Manuşyan
Naziler, işgal ettiği yerlerde ciddi direnişlerle karşılaştılar. Belçika ve Danimarka’da halk milis güçleri oluşturdu. Danimarkalı çocuklar, direniş sırasında büyüklerine gözcülük yaptılar, milisler arasındaki iletişimi sağladılar. Yugoslavya’da, İtalya’da, Arnavutluk’ta, Bulgaristan’da komünistler, sosyalistler, anarşistler kahramanca vatanlarını savundular. Stalingrad, Leningrad ve Kiev gibi kentlerde halk direnişin destanını yazdı. Faşizmin çizmeleri Fransa’nın kalbine doğru ilerlediğinde, Fransız ordusu ciddi bir direniş göstermeden Nazilere teslim olmayı yeğledi. Alman ordusu, 14 Haziran 1940’ta Şanzelize Bulvarı’nda geçit töreni bile düzenledi. Üstüne üstlük, Nazi yanlısı Vichy Hükümeti kuruldu. Fransız halkı, Fransız ordusu gibi davranmadı. Komünistlerin önderliğinde örgütlenerek, faşistleri ülkelerinden kovdular. Fransa’daki direnişin önemli simalarından biri de Adıyamanlı Manuşyan’dı.
Fransa’da önce Marsilya’ya yerleşen iki kardeş, bir süre sonra Paris’e gitmeye karar verirler. Bu süreçte hayatta kalabilmek için çeşitli işler yapar Manuşyan. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nın etkisi Avrupa’da derinden hissedilince, Manuşyan da işsiz kalır. Bu arada ağabeyi Garabet’i hastalıktan kaybeder. Kimi zaman heykeltraşlara modellik yapar. Zamanı boldur, Sainte-Genevieve Kütüphanesine’nin müdavimi olur. Her gün saatlerce kitap okur. Savaş öncesi, genç şair arkadaşlarıyla edebiyat dergileri çıkarmaya başlar. Dinleyici olarak Sorbonne Üniversitesi’ne kayıt yaptırır. Edebiyat, felsefe, tarih, politika gibi derslere girer. Vichy hükümeti kurulur kurulmaz, Manuşyan diğer muhaliflerle hapse atılır. Sonrasında ise cepheye gönderilir. Bununla da yetinilmez, zorla silah üretilen bir fabrikada çalıştırılır. Buradan kurtulur kurtulmaz Paris’e gelir. Yoldaşlarıyla ilişkiyi kurar. Bu arada, Fransa’da Nazi yanlısı Vichy hükümetinin icraatları, Nazi Almanya’sında yaşanan vahşeti aratmayacak düzeydedir (meraklısı için: F. Truffaut’ın yönettiği 1980 yapımı Son Metro filmi izlenebilir). Komünist parti ve aydın, yazar, sanatçılar önderliğinde bir direniş başlamıştır. 1934 yılında Fransız Komünist Partisi’ne kayıt yaptırmış olan Manuşyan da direnişte üzerine düşeni yapmakta tereddüt etmez. Zaten öncesinde de siyasal gelişmelere duyarlıdır. İspanya İç Savaşı sırasında oluşturulan Uluslararası Tugaylar ve Halk Cephesi sürecinde, Fransa’daki oluşumda Ermenilerin temsilcisi olarak görev almıştı. Manuşyan, direnişi Ermeniler içinde örgütler. Almanların, Barbarossa harekâtıyla SSCB’yi işgale başladıkları 22 Haziran 1941 tarihinde Manuşyan tutuklanır. Fransız polisi Manuşyan’ı Gestapo’ya teslim eder. Üç aylık işkence sürecinde Gestapo, Manuşyan’dan bir bilgi koparamaz. Manuşyan tekrar özgürlüğüne kavuşur. Direnişin Komutanı Manuşyan, Gestapo tarafından tekrar yakalandığı 15 Kasım 1943 tarihine kadar birçok eyleme katılır. Katılmakla kalmaz, direnişin planlamasında yer alır. 21 Şubat 1944 tarihinde, 21 yoldaşıyla beraber Verliene Tepesi’nde, 38 yaşındayken kurşuna dizilir Misak Manuşyan. Kurşuna dizildiği günün sabahında eşi Melinee’ye yazdığı son mektupta: “Gönüllü olarak kurtuluş ordusuna girmiştim. Zafere ve hedefe iki adım kala ölüyorum. Bizden sonra yaşayacaklara ve yarının, özgürlüğünün ve barışın güzelliğini tadacaklara ne mutlu” cümlesiyle, özgürlüğe duyduğu özlemi ve inancı dile getirir. Gestapo tarafından tutuklananların sayısı 23’tür. Grubun tek kadın üyesi, Romanya doğumlu Olga Bancic’ti. Bancic’i gruptan ayırıp Stuttgart’a getiren Gestapo, 14 Mayıs 1944 tarihinde Bancic’i giyotinle öldürür.
Kızıl Afiş
Misak ve arkadaşları öldürüldükten sonra Nazilerin isteğiyle, Kukla Fransız Hükümeti Vichy bir afiş bastırır. Grubun önde gelen 10 kişinin fotoğraflarının ve isimlerinin kızıl bir zeminin üzerinde yer aldığı propaganda afişinden binlerce bastırılır. Paris ve ülkenin diğer şehirlerinde duvarlara yapıştırılır. Afişte ‘Bunlar mı Kurtarıcı?’, ‘Cinayet Ordusu ile mi Kurtuluş?’ gibi sorular yer alır. Bu alaycı spotlar ile direnişçilerle alay etmeye çalışırlar. Geceleri ise halk, bu afişlerin üzerine ‘Fransa için öldüler’ notunu düşer. Tarihe Kızıl Afiş olarak geçen bu propaganda tekniği, savaş sonrası Fransa’da tarih kitaplarına konu olur. Büyük şair Aragon 1955 yılında Kızıl Afiş şiirini yazar. Şiirin bir bölümü şöyledir:
İstediğiniz ne şandı ne gözyaşı
Ne bir tören ne de cenaze marşı
Dile kolay on bir yıl, ne çabuk geçmiş yıllar
Silahlarınızdı tek kullandığınız
Ölüm Partizanların gözlerini kamaştırmaz…
Elveda acı ve zevk, elveda güller
Elveda hayat, elveda ışık ve rüzgar
Evlen, mutlu ol ve sık sık beni an
Sen ki güzellikler içinde yaşayacaksın
Her şey Erivan’da noktalandığı zaman…
Parlak kış güneşi tepeyi aydınlatıyor
Tabiat ne güzel, yüreğim parçalanıyor
Muzaffer adımlarımızla gelecek adalet
Meline’m, ey aşkım, yetimim benim
Yaşamandır, çocuğunun olması senden dileğim…
Misak Manuşyan Panthéon’da
Geçtiğimiz günlerde, yani 21 Şubat’ta Misak ve eşi Melinee Manuşyan Fransa’da, Paris’te dünyanın en prestijli mezarlığı olan Panthéon’a defnedildi. Bizzat Fransa Cumhurbaşkanı’nın katıldığı tören, bütün dünyada ses getirdi. Panthéon’da Voltaire, Lagrange, Victor Hugo, J. J. Rousseau, Pierre ve Marie Curie, Alexandre Dumas, Emile Zola gibi dünyaya yön veren filozof, yazar ve bilim insanlarının yattığı yer olduğu için Misak’ın oraya defnedilmesi dikkat çekti. Çünkü Panthéon’a defnedilen Fransız olmayan ve komünist olan ilk kişidir Misak Manuşyan. Fransa’da adı kütüphanelere, caddelere verilen Manuşyan’ı memleketi Adıyaman’da neredeyse birkaç kişi dışında kimsenin bilmemesi, insanın yüreğini acıtıyor. Umarım bir gün Adıyaman, Diyarbakır veya Batman’da Manuşyan için bir anıt yapılır. Çünkü bu topraklar onundu da.
Adıyaman’da başlayan, Suriye’de mola veren, Fransa’da son bulan Manuşyan’ın hikâyesi, çağdaşları olan Fucik ve Seelenbinder’e benzer bir izleksellik gösterir. Manuşyan, bir devrimci, bir aydın olmanın yanında, aynı zamanda bir şairdi. Eşi Melinee’nin yazdığı ve Aras Yayınları arasında çıkan Bir Özgürlük Tutsağı: Manuşyan kitabını okumanızı hararetle tavsiye ederim. Ayrıca meraklısı için, Robert Guédiguian’ın 2009 yapımı olan ve Manuşyan’ı anlatan Suç Ordusu filmi de izlenebilir. Eşi Melinee’nin ‘benim küçük yetimim’ diye seslendiği Misak Manuşyan’ı bir kez daha yâd etmiş olalım.