Fadime anlatıyor: ‘Demek ki seveni çok. Demek Ali güzel izler bırakmış. Demek ki arkadaşları için çok değerli imiş. Bizim için gurur verici. Mütevazi olduğunu söylediler ya bu çok doğruydu. Ama Ali’nin kötü bir huyu vardı, kendisine bakmazdı. Herkese bakar kendisine bakmazdı. Cenazede ‘Kendime kastım Alim, dağlar dostum Ali’ türküsünü bilerek söylettik’
Hüseyin Kalkan / İstanbul
Yelekçe ulu bir ziyarettir. Taruca (Darıca) sırtını Yelekçe’ye dayamıştır. Bu yüzden Tarucalı çocuklar korkusuz olur. Geçtiğimiz günlerde bu korkusuz çocuklardan birini uğurladık. Ali Şükran’da söz ediyorum. Aslında Ali Şükran da adını yüce bir dağdan, sır dolu bir ziyaretten alır. Ali bu hakikatin bir parçası veya aynı zamanda mücadelecisiydi.
Aktaş ailesinin hikayesi bütün Kürt-Alevi bölgesinin yaşadığı gibi sıradan bir hikayedir. Babanın Almanya’ya işçi olarak gitmesi ile başlar. Öyle devam eder. Ama Ali Şükran, bu sıradan hikâyeden büyük bir anlatı çıkarmıştır. Kız kardeşleri Fadime ve Makbule ile bu hikâyenin izlerini sürmeye çalıştık. Fadime başladı anlatmaya, Makbule yer yer katıldı ve devam ettirdi. “İlk Almanya’ya gidişler biliyorsun 60’larda başladı. Burada oturuyorduk, toprak evlerimiz vardı. Babamız Almanya’ya gitti. Annem 7 çocukla kaldı. İşte o zaman babam klasik Almancıların yaptığı gibi 2 yılda bir izine gelirdi, üç-beş kuruş gönderince de anne o paraya burada aileyi çekip çeviriyordu, aileyi geçindiriyordu. Sonra annemin diretmesi ile Malatya’da bir ev yaptık. Kaç yılında Malatya’ya gittik tam hatırlamıyorum. Çocuktuk. Dayımlar yardım etti, ev yaptırdık. 70’lerin başı. Öğretmen evleri idi, orası. Bahçeli evlerdi. Orada ev yaptırdık, uzun süre kaldık. Babam yine iki yılda bir izne geliyor, bu arada çocuklar büyüdü, çocukların sorunları ile uğraşmak yine anneme kaldı. Sonunda annem ‘Ben de Almanya’ya gideceğim, çocuklarımızı da götüreceğim’ dedi. Biliyorsun o zaman Almancılar pek eşlerini götürmezlerdi. Üç kuruş gönderelim onlar orada çocuklara baksınlar. Annem Almanya’ya giderken, en küçüklerimiz var, ikizler Makbule ile Kemal onları beraber götürdü. Diğer 5 kardeş Türkiye’de kaldık. Ali Şükran ve diğer kardeşler kendi kendimize baktık, kendi kendimize büyüdük. Annem turist olarak gitti ama geri dönmedi. Orada işe girdi.”
Matematik kafalı öğrenci
Ali Şükran, derslerde matematike düşkündür. Öğretmenleri sormadan problemleri çözer. Fadime ablası aynı zamanda sınıf arkadaşı olan kardeşini şöyle anlatıyor: “Ali Şükran ve biz ilkokulu köyde okuduk. Orta okulu Malatya’da okuduk. İki kardeş beraber okula gitsin diye beni bir yıl geç yazmışlar. Ali ile birlikte ilkokula gittik. İlkokulu aynı sınıfta okuduk, ortaokulu aynı sınıfta okuduk. Ama lisede sanırım ayrı sınıflarda okuduk. Turan Emeksiz Lisesi’nde lise birde aynı sınıftaydık. İzmir’e gidince farklı sınıflarda okumaya başladık. Ali lisede matematik bölümünü seçti, matematik okudu. Ben edebiyat bölümünü seçtim. O zaman liselerde öyle idi. Liseden sonra Akdeniz Üniversitesi Tip Fakültesi’ne girdi. İki yıl okuduktan sonra bıraktı. Ama neden bıraktı onu net bilmiyorum. Siyasi nedenlerle atıldığını dair bir şeyler söylendi, ama kendisi bize net bir açıklama yapmadı. Uzun süre İzmir’de geçici işlerde çalıştı. Daha sonra annemin girişimi ile Ali’yi de Almanya’ya götürdüler. Zeki, çalışkan bir öğrenciydi. Hiçbir şeyi tesadüfe bırakamazdı. Her şeyi önceden planlardı. Annem anlatmıştı, bir öğretmeni, Ali’nin ders durumunu sormuş, öğretmen ‘Ali’nin ders çalışmasına gerek yok. Şöyle bir göz atsın yeter’ demiş. Gerçekten öyle idi. Bir matematik zekâsı vardı. Biz hepimiz daha sosyal derslere yatkındık, ama o daha çok matematik severdi. Kafası öyle çalışırdı.”
İzmir’e göç
Malatya’da 1980 yılında siyasi çatışmalar artınca, Almanya’daki annenin aklı burada bıraktığı çocuklarda kalır. Uzun süre düşünmez hareket geçer. “1980 yılında annem oradan geri geldi. Apartopar evimizi İzmir’e taşıdı. Biraz çocuklarını koruma güdüsü vardı bu kararda. Siyasi olaylar büyümeye başlamıştı. Bizim dayı tarafımızdan Niyazi Tekin, İstanbul’da üniversitede faşistler tarafından öldürüldü. Diğer dayımız Mehmet Tekin’in (Kürt Mehmet) Malatya’da bu olayların içinde adı sık geçer olmuştu. Dayımın devrimci arkadaşlarından evimize gelip giden çok oluyordu. Annem de ‘Bu çocukların başlarına bir şey gelir. En iyisi İzmir’e taşınalım olaylardan uzak olsunlar’ düşüncesiyle İzmir’e götürdü bizi. İzmir’e gittik darbe oldu. İzmir’de bir ev satın aldı annem, bizi yerleştirdi, tekrar çalışmak için Almanya’ya gitti. Biz yine orada da kardeş kardeş büyüdük. Annem her yıl izine geliyordu. Bizim ihtiyaçlarımızı gideriyordu. Orda biz liseyi tamamladık.”
Aile ve Ali
Ali Şükran, kendinden küçük kardeşlerini sahiplendiği gibi kendinden büyük olanlara da abilik yapmaya başlar. Babanın ve annenin boşluğunu doldurmaya çalışır. Aktaş kardeşler bu tutuma dair şunları söylüyorlar: “Hepimizi çok sahipleniyordu. Annem buradayken hepimiz onun etrafında toplanmıştık. Annemin Almanya’ya gitmesi ile birlik her birimiz bir tarafa dağıldık ama Ali uzaktan da olsa her zaman bize sahip çıkmıştır. Ali’nin sahiplenme yönü çok güçlüydü. İstanbul’da yaşıyordu. Ama yılda en az 2 kere, 3 kere gelir beni İzmir’de ziyaret ederdi. Güneş enerjisi mi bozuk, musluk mu bozuk tamir ederdi. Kendisinden büyük olmama rağmen elini üzerimde eksik etmezdi. En kötü huyu hayatı boyunca, çay, sigara ve kahveden vazgeçmemesiydi.”
İsmi ve isminin hikayesi
İsminin bir hikayesi var. Hakikatin ve hakikat ötesinin birbirine karıştığı bir hikâye. Kız kardeşler bu hikâyeyi şöyle anlatıyorlar: “Ali’ye dedemin ismi koymuşlar. Ali Şükran. Ali Şükran, sen de bilirsin üzerinde ziyaret olan bir dağın ismidir. Bizim buralarda çok çocuğa verilmiştir bu isim. Bu yüzden de Ali çocukken çok sevilirdi. Dedesi de kendi ismi verildiği için ona özel bir önem verirdi. Leblebi alırdı ona. Ali’nin bunu bize pay etme yöntemi kutular bölüp bize güya satmasıydı. Bir de şunu söylemeliyim, annemle Ali’nin ilişkisi çok özeldi. Ali annemi hiç kırmazdı. Biz yeri gelince ‘Anne artık yeter’ derdik, Ali hiç ‘hayır’ demezdi. Anneden uzak büyüdüğü için olabilir. Bir anne hasreti olabilir. Annem Almanya’ya gittikten sonra biz tek başımıza kaldık. Tam anneye ihtiyaç duyulan yaştaydık. Annem öldüğünde çok üzüldü. Biz de üzüldük, annem yatalaktı, sekseni geçmişti biz ‘öldü kurtuldu’ dedik ama Ali farklı üzüldü. Biz hastalığın kısa sürede gelişmesini ona bağlıyoruz. Mesela annemin mezarını kazarken durmadan ağlamış.”
Almanya’da Kürt sorunu
Ablasının ve kız kardeşinin anlattıklarından Ali Şükran’ın esas olarak Almanya’ya gittikten sonra Kürt sorunu ile ilgilenmeye başladığını ve mücadeleye katıldığını öğreniyoruz. Kız kardeşi Makbule anlatıyor: “Ali, Almanya’ya geldi. İltica etti. İlticasına ret geldi. Türkiye’ye geri döndü ama kısa süre sonra tekrar Almanya’ya geldi. Almanya’da politik faaliyetlere katıldı. Derneklere, yürüyüşlere katıldı. Almanya’da siyasi faaliyetler konusunda aktifti. Kampta kalmak zorunda olduğu için sürekli bizim yanımızda değildi, Kürt meselesini benimle çok tartışırdı. Analitik düşünen bir insandı, bizimle tartışmalarında bunu fark ederdik. Bizim tek yönlü bakmamızı, tek yönlü yaklaşmamızı istemezdi. Sadece Kürt meselesine değil, Ortadoğu sorununa Kürt meselesine bakarak açmaya çalışan biriydi. Aslında Ali çok iyi bir yazar olabilirdi. Analiz yönü çok geniş ve gelişmişti. Siyasete girince bu yönü daha çok gelişti.”
Barış için dönüş
İkinci Barış Grubu ile Türkiye’ye gelirken nedendir bilinmez kararını aile ile paylaşmaz. Kardeşi Makbule şöyle anlatıyor o günleri: “Bizi hazırlamadan gitti. Ben arkadaşlarımla otururken haberlerden öğrendim. Öyle gördüm. Bize söylememesini de anlayamadık. Biz tabi kabullendik. Onun kararıydı. Benim için kötü olan şey, Alman vatandaşı olduğum için üç sefer denedim, kendisi ile cezaevinde görüşemedim. Bir şekilde görüşmemizi engellediler. Hangi yolları kullanmamız gerektiğini söylemediler bize. Sonra öğrendik ki Ankara’da İçişleri Bakanlığı’nda yabancı ülke vatandaşı olduğum için özel bir izin çıkarmam gerekiyormuş. Cezaevinde çıktıktan sonra kısa bir süre İzmir’de kaldı. Sonra İstanbul’a gitti. Çalışmalara katıldı.” Fadime ablası süreci biraz daha farklı yaşar: “Bizimle hiç paylaşmadı. İstanbul’da cezaevinde yattı. Biz de o cezaevi sürecine hazırlıklı değildik. Zordu. Şimdiki gibi internet de yoktu. Ki her şeyi çözesin. O kendisi mektuplar filan ayarladı. İzmir’deki Kırıklar Cezaevi’ne geldi. O zaman ziyaretine sık sıkı gitmeye başladım. Annemler Türkiye’ye geldiklerinde ziyaretine gidiyorlardı. Ben her ziyaretine gitmeye çalışıyordum.”
‘Hep başkasını düşünürdü’
Hastalığını öğrendikten sonra bile ‘yük olurum’ düşüncesi ile ailesine haber vermek istemiyor. Fadime ablası şöyle anlatıyor: “Geçen sene eylülde bir felç geçirdi. Arkadaşları hastaneye götürüyorlar. Kalbinden kaynaklanan felç sorununu çözüyorlar. Doktorlar bu sırada akciğer kanseri olduğunu öğreniyorlar, ama felç olduğu için daha çok kalp üzerinde duruyorlar. Nil Hastanesi’nde biyopsi yapılıyor, orda öğreniyor. Üçüncü evre olduğu ortaya çıkıyor. Hala onu bize söylemiyor. Arkadaşlarının zoru ile bize haber vermeyi kabul ediyor. Ben yük olmak istemiyorum mantığı ile hareket ediyor. Önce tedavi olmayı düşünmüyor. Daha sonra dayımın oğlu bir doktorla görüştürüyor. Doktor ona ‘Yeni yöntemler var, iyileşmek mümkün’ diyor. Ondan sonra kabul ediyor. Sonra bana haber verdi gittim İstanbul’a. Biyopsi yapıldı. Bir hafta biyopsi sonucunu bekledim. İzmir’de bahçeli evimiz olduğu için İzmir’de tedavisini sürdürmeyi kararlaştırdık. Doktor da kabul etti. Ancak İzmir’deki hastaneler yetersiz olduğu için zor bir tedavi süreci yaşadık. Sonunda kaybettik.”
Güzel izler bırakan çocuk
Ali Şükran’ın cenazesi çok kalabalıktı, ondan öte Kürt siyasetinin hemen hemen bütün isimleri cenaze törenine katılmak için Taruca köyüne gelmişti. Ablası Fadime son noktayı şöyle koyuyor: “Demek ki seveni çok. Demek Ali onlarda güzel izler bırakmış. Demek ki politik çalışmaları arkadaşları için çok değerli imiş. Bizim için gurur verici bir şey bu. Mütevazi olduğunu söylediler ya bu çok doğruydu. Aile içinde de öyle idi. Ama Ali’nin kötü bir huyu vardı, kendisine bakmazdı. Herkese bakar kendisine bakmazdı. Herkese yararı oldu ama kendine yararı olmadı. Cenazede ‘Kendime kastım Alim, dağlar dostum Ali’ türküsünü bilerek söylettik. Ali kendine kast etti. O türküyü severdi. Bazen mırıldanırdı.”