İlham Bakır
Dünyanın herhangi bir köşesinde bir çocuğun ayağına bir kıymık batarsa annesinin yüreğinde kıyamet kopmaz mı? Bir zırhlı araç bir çocuğun sokakta oynadığı oyunu ezerse, bir zırhlı aracın tekerlekleri bir çocuğun bisikletini ezer üç parçaya bölerse, çocuğun ayağındaki terliği bir evin damına fırlatırsa zırhlı araç?
Dünyanın herhangi bir köşesinde bir tank, bir çocuğun gülüşünü ezerse kıyamet kopmaz mı? Peki ya bir çocuğun bedenini üç parçaya bölerse bir zırhlı araç, bir annenin yüreği kaç parçaya bölünür?
Bir ülkenin bir köşesinde çocuğunun beden bütünlüğü, çocuğunun gülüşünün bütünlüğü bir zırhlı aracın tekerleklerinin altında parçalara bölünmüş bir annenin yüreği bin bir parçaya bölünmüşken, diğer köşelerdeki annelerin yüreği hala bir bütünse “misak-ı milli sınırları içinde vatan bölünmez bütünlüğünü” koruyabilir mi?
Bir yeryüzü parçasında çocukların bedeni büyüklerin zırhlı araçlarının savaş oyununda parçalara bölünüyorsa, bir vatanın bölünmez bütünlüğü, bir çocuğun bedeninin bölünmez bütünlüğünden daha değerliyse, o vatan kimin vatanıdır?
Sömürgeci ahlaksızlığın ve vicdansızlığın topraklarını parçalara böldüğü bir halkın çocuklarının bedenlerini de parçalara bölmesine şaşmamak mı lazım?
Ama o zaman kaybetmez miyiz gerçekten insanlığımızı? “Savaşın gerçeği budur” mu deriz? Bir savaşın en acımasız orta yerinde bile bir çocuğun parçalara bölünmüş bedeni, eli tetikte bir bedenin aklını dumura uğratmaz mı, elini tetikten düşürmez mi? Kıyamet kopmaz mı bir çocuğun kopan bir uzvu orta yere düştüğünde?
Bir halkın isyanına, parçalara bölünmüş bir çocuk bedeninden daha haklı bir gerekçe var mıdır? Çocukları parçalanmış bedenlere dönüştürülen bir halkın yanında olmak, o halk için kıyameti koparmaktan daha haklı bir sebep var mıdır diğer halklar için?
Ama nicedir bu coğrafyada kıyamet kopmaz olmuş. Bir halk için yaşadığı coğrafya, bin bir zulmün yaşatıldığı devasa bir hapishaneye, bir toplama kampına dönüştürülmüşken, çevrilen başlarla görmezden gelinen, kapatılan kulaklarla duymazdan gelinen, karartılan vicdanlarla “ama onlar da terörist olmasalardı” ile mazur görülen bir kıyamet zaten nicedir sürmekte.
Ülkenin bir tarafında ormanlar yanarken ağaçlar için, o ormanlarda yaşayan cümle canlı için çıkarılan “ciğerlerimiz yanıyor” feryatları, yangın çocuklarının bedeni panzerlerle parçalara bölünen halkın coğrafyasındaki ormanlarda olunca. Leman dergisinin bu ülkenin ruh iklimini muazzam tasvir eden kapağındaki karikatüründe de anlattığı gibi “diğerlerimiz yanıyor”un sakinliğine dönüşüyor.
Çocuklar, panzerlere taş atar efendiler. Dünyanın her yerinde çocuklar zırhlı araçlara taş atar. Bu hem sömürgeciliğe ve işgale karşı çocukların bedeninde, ruhunda biriken öfkenin dışa vurumudur hem de bu bir oyundur. Çocuklar, oyunlarının ortasından geçen panzerlere taş atar.
Zırhlı araçlar bombalara karşı güçlendirilmiş araçlardır, çocukların attığı taşlara karşı değil. Çocukların attığı taşlar bir panzerin ancak boyasını çizer, bir panzer bir çocuğun bedenini on parçaya böler. Bir panzerin, bir zırhlı aracın yeri savaş alanıdır, çocukların koşturup oynadığı sokaklar, oyun alanları değil.
Savaşı, çocukların oyun alanlarının ortasına taşıyanlar, çocukları korkutmak için onları panzerle kovalayanlar, çocukların bedenleri ile panzerleri tokuşturanlar kaybedecekler, mutlaka kaybedecekler.