“Gönüllü’’ ev hapsimiz devam ediyor. Ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Bilenimiz de yok!
Doğa uyardı
Doğa bizi 1996’da BSE (deli dana hastalığı), 2003’de SARS-CoV, (Ağır akut solunum yolu yetersizliği) 2005-2008 yılları arasında kuş gribi, 2009’da domuz gribi, 2012’de MERS-CoV, son olarak da 2014’de Ebola (Viral kanamalı ateş) ile yokladı. Uyarılarını yaptı. “Bana çok yükleniyorsunuz, yeter. Taşıma kapasitem doldu” dedi.
Hem de bir iki üç değil tamı tamına 6 kez uyardı doğa. Şimdi “madem yaramızlık yapıyor, söz dinlemiyorsunuz, o zaman alın size Covid-19” dedi. Covid-19 da gönüllü ev hapsi -sanki gönüllü olmazsak ne yapacaksak- verdi hepimize (!)
Biz ne yaptık, yapıyoruz?
Küresel şirketler büyük bir aldırmazlıkla durmadığı gibi açgözlüce fazlasını istemeye devam etti. Ediyor! Kanser, iklim krizini tetikleme gibi birçok hastalığın kaynağı olan GDO’lu tohumla ürün üretmek için ormanlar yakıldı. Madenciler, enerji ve inşaat şirketleri meraları ve tarım alanlarını talan etti. Ediyor. Meraların birer karbon yutağı olduğuna aldırmadılar. Aldırmıyorlar! Karbon açığa çıktıkça diğer faktörler ile birlikte küresel iklim değişikliği “iklim krizine” terfi etti. Kriz hız kesmiyor! Yapmayın, etmeyin diyen uzman bilim insanlarını, şirketler dinlemedi. Dinlemiyor! Hükümetler kulaklarını kapattı. Hâlâ kapatıyor! Orman ve mera tahribi, yaban hayatla yerleşim alanları arasındaki mesafeyi yaklaştırdı, beraberinde patojenleri de açığa çıkarttı. Çıkarıyor! Yani doğanın uyarılarını kulak arkası etmeye devam ediyoruz. Sonuç olarak kırıma yol açan Covid-19 salgını ile koyun koyunayız. İyi mi(yiz) şimdi. Değiliz! Bu anlamda, David Harvey yaşanan krizi neoliberalizmin yapılan doğa kıyımının intikamıdır demesi ve MicheleBarry “Covid-19 ne sonuncu ne de en kötüsü” demeleri de doğru.
Tanı tamam
Yaşadığımız durum elbette küresel şirketler çıkarına neoliberal politika uygulayıcıları olan hükümetlerin aymazlığı, işbirlikçiliğiyle oldu. Şirketler aklını başına toplamaz, hükümetler, şirketler değil toplum yararına çalışmaz ise yaşadığımız bu durum ne en kötü ne de sonuncu olacaktır. Melanetin müsebbibi belli. Kim(ler)? Küresel şirketler ve işbirlikçileri olan hükümetler. Onlar dünyanın yaşadığı bu kırımın doğrudan sorumluları. Bunun altını kalın ve kırmızı renkli bir çizgiyle çizelim. Evet, tanı konuldu, belli, sıra kalıcı tedavide. Aşı bulma çalışmaları, çabaları sürebilir. Sürsün de. Ama kalıcı tedavi sistem değişikliğinden geçer.
Coronayı aratmasın
Türkiye birkaç on yıldır tarımsal ürün konusunda kendine yeterli değil. Bu biliniyor. Toplumun merak ettiği ürün stok durumumuza hükümet cephesinden açıklama geldi; “ürün stokumuz bol ve bize yeterli” dendi. Fakat elimizde hangi üründen ne kadar stokumuz olduğu kamuoyu ile paylaşılmadı.
Dünya ürün piyasalarındaki ekonomik denge, üretim miktarı, tüketim miktarı, dış ticaret durumu ile dönem başı ve sonu stok durumuna ürün ürün bakılır, belirlenir. Toplumun ihtiyacı nedir, ne değildir oradan anlaşılır. Buna göre, buğdayda yıllık ihtiyacımızın yüzde 17’si kadarı var. Mısır, arpa ve pirinç konusunda stokumuz yok, açığımız var. Bu verileri 29 Mart tarihli Cumhuriyet gazetesinde Veysel Ulusoy kalem kalem yazdı. Kuru bakliyatlardan nohut hariç, diğer bütün ürünlerde ithalatçı olduğumuz zaten acı gerçekliğimiz. Bu konuda rakama bile gerek yok! Evet, Covid-19 kırım yapıyor, Ya kıtlık? İşte burada duralım, hem bir durup beş düşünelim; çünkü kıtlık yaşatmaz. Bilelim.
Ne yapmalı?
Biz bu Covid-19 ortamında nasıl üreteceğiz ve nasıl tüketeceğiz onu önümüze iş olarak koyalım. Beraberinde sistemi sorgulayıp bugünlere geri dönmeyecek tarzda tarımımızı örgütleyelim. Şirket tarımcılığı yerine küçük köylü üretimini tarım politikamızın merkezine alalım. Tarım desteklerini şirketler yerine küçük aile çiftçiliği yapan üreticilere verelim. Onları güçlendirelim ki kıtlık kapımızı çalmasın!